■ HÜSEYİN SAĞLAM / ANALİZ

PKK`nin son süreçte yöneldiği “Öz Yönetim ve Hendek Popülizmi” tartışma konusu olmaya devam ederken, bu popülist tavırdan en çok Kürt halkının zarar görüyor olması, Kürt halkının da PKK`yi ciddi olarak sorgulamasını beraberinde getiriyor.

Neredeyse her gün hendekler uğruna insanlar ölüyor, mahalleler yıkıma uğruyor, insanlar yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalıyorlar.

Son olarak D.Bakır`da çatışmanın ortasında kalarak vurulan Tahir Elçi`nin durumu, bu tartışma ve sorgulamalara yeni bir ivme kazandırmış görünüyor.

Şöyle bir tablo var karşımızda;

Önceki çatışmalarda PKK çatışmaların merkezi olarak kırsal alanları tercih ediyor, adeta “Dağlar bizimdir” türküsü çalıyordu. Yerleşim birimleri ise zaman zaman lokal çatışmalara/eylemlere sahne olsa da daha ziyade lojistik merkezleri olarak değerlendiriliyordu.

Devlet de PKK`ye karşı mücadelesini dağ şartları üzerinden şekillendirirken, yerleşim yerlerine dönük uygulaması, örgütün lojistik hatlarını kesme üzerine kuruyordu.

Ancak son çatışma süreciyle beraber bu kural bozuldu. Devlet büyük oranda kırsal alana dönük planlamasını yaparak dağlara yönelirken; PKK bu kez farklı bir tavır takınarak şehir ve kasabaları çatışma alanları olarak seçmeye başladı.

PKK`nin şehir yönelimi değişik sebeplerle izah edilebilir. Devletin kırsal alanda mücadele üzerine ulaştığı teknolojik üstünlükler, bu alanı örgüt için dezavantajlı hale getirdi. PKK ise bu dezavantajı avantaja çevirmeyi düşünüyor. Bunda da büyük oranda civar ülkelerde yaşanan çatışmalardan esinlendiğini söylemek mümkündür.

Savaş, çatışma, mücadele vs her ne derseniz deyin, bunun önemli bir bölümü etkin propaganda yöntemlerinden geçmektedir. Mesela Suriye`de devlet eliyle şehirlerin bombalanması, ister istemez sivil katliamlara yol açmakta, bu da rejimin uluslararası alanda mahkûm edilmesini beraberinde getirmektedir. PKK de Suriye`dekine benzer bir yıkım portresinin oluşmasına odaklanmakta, bunun olası yansımalarından faydalanmayı hesaplamaktadır. Dolayısıyla Rojava`da edindiği “şehir savaşları” deneyiminden de yararlanarak şehirlere yönelmeyi tercih etmiş bulunmaktadır.

Birazcık geriye dönersek;

PKK, çözüm sürecinde devletin askeri ve teknolojik üstünlüğünü iyi tahlil etti, bunu Rojava tecrübesiyle de harmanlayarak “Kıra dayalı şehir gerillacılığı” teorisini geliştirdi. Aslında bu “teori” PKK`ye özgü bir şey değildi. Güney Amerika`dan aşırılan bu teoriyi, örgütün çakma Che`si derleyerek matbu hale getirdi, uygulanma biçimini adım adım sıralayıp örgütün tüm birimlerine dağıttı.

Şu anda çakma Che`nin “Kıra Dayalı Şehir Gerillacığı” teorisi adım adım uygulanmaktadır. Devlet ise, çakma Che`nin teorisine karşı aldığı ya da almadığı önlemler nedeniyle eleştirilerin hedefinde bulunuyor.

Acaba devlet bu durumu öngörmedi mi; Yoksa şehirlerde acziyet görüntüsü veren uygulaması belirli bir plan dâhilinde mi yürüyor?

Durumun nereye evrileceği şimdilik kestirilemese de her iki ihtimalin de şimdilik geçerliliği savunulabilir.

Devletin şu anda “Hendek stratejisi” karşısında bariz bir acziyet sergilediği ortadadır. Bunu, kendi iddiası olan “Kamu güvenliğini sağlayamama” bağlamında değerlendirebilirsiniz.

Ancak şöyle bir durum da var; Örgütün, isminden de anlaşılacağı gibi “Kıra dayalı şehir gerillacılığı” uygulaması var. Şehirde faaliyet gösteren eylemcilerin dayanıp beslendiği yer, dağdır. Şehir unsurlarının acziyet sergilediği noktada dağ kadrosu devreye girerek katalizör işlevi görmektedir. Devlet ise, ilk ve en önemli hamlesini dağ kadrosuna karşı yaptı. İlk günlerdeki yoğun eylemlerden sonra örgüt, yollara mayın döşeme gibi risksiz eylemler dışında pek de etkili bir eylem stratejisi ortaya koyabilmiş değil. Örgüt şehre inip “yatırım” yaparken; Devlet, dağa yönelip “şehir gerillasının” dayanağını imha etmeye yöneldi. Şehirdeki unsurların dağdakilerle etkileşiminin minimize edilmesi ve dolayısıyla beslenme kaynaklarının kurutulması planına odaklandı. İlk etapta şehirlerde sergilediği ve halen de sürdürdüğü acziyet görüntüsünün temelinde bu politikanın yatıyor olması kuvvetle muhtemeldir.

Hatta şunu da söylemek mümkündür; Şehirlerde özellikle örgüte desteğin yoğun olduğu mahallelerde mahalle sakinlerinin örgütün “Öz savunmasına” ve “olmayan insafına” terkedilmesi, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi bir tavra da denk düşmektedir.  

Burada PKK şehir eylemcilerinin tolaz takımından oluşmasının yanında, örgütün “şehir savaşları” üzerine ikame ettiği siyasi argümanların yaşanan ölümlerle ve yıkımlarla orantısız olması, planladıklarının aksine kendilerinin daha çok sorgulanmasına neden oluyor.

Çatışmaların yıkıcı etkisini hissetmesine karşın Kürtlere arz edilen en büyük vaatlerin “Türkiye`nin demokratikleştirilmesi” şeklinde olması, sorgulamaya yeni boyutlar katıyor.

Şunu bir düşünün; Sokağınızda çukurlar kazılıyor, çatışma çıkıyor, mayınlar patlıyor, eviniz yıkılıyor, belki çocuğunuz ölüyor; Size sunulan tek teselli ise “Türkiye`yi demokratikleştireceğiz” oluyor!

Oysa işin iç yüzü tamamen farklı ve bu işten zarar gören herkes artık şunu sorguluyor; “Türkiye`nin demokratikleştirilmesi yükü neden sadece bizim sırtımızda!”

Hele “Demokrasi güçleri” denen faşist sol grupların yıkım projesini sahiplenmesi yok mu, işte bu, zurnanın son deliği oluveriyor.

Ne demek yani?! Kürtler ölecek... Mahalleleri yıkılacak... Fırsatını bulan “Öz Yönetimin” lanetinden kaçacak... Ama her şey “Türkiye Demokrasisi” için denilecek!

Sahi, “Türkiye Demokrasisi” için, “Demokratik Cumhuriyet” için neden Kürtler ölüyor?

Yoksa...

Yalçın KÜÇÜK gibi “akıl küpleri” durdukça demek ki Kürtlerin boşuna ölmesi mukaddermiş!!!

Tahir Elçi`nin ölümü büyük yankı uyandırdı. Kim bilir daha niceleri ölecek. Her gün öldükleri gibi...

Ve bu duruma “Demokrasi güçleri” hep aferin diyecek, hep alkışlayacak, hep gülecekler!

Nasıl mı?

Yalçın KÜÇÜK`ün Ergenekon ve PKK ile işbirliği suçlamasına karşın savcıya verdiği şu ifade aslında her şeyi özetlemektedir:

“Ben Türkiye`de yaşayan Kürtleri, Barzanileşmekten alıkoydum, yoksa onlar da toprak talebinde bulunurlardı. Yakın zamanda Demokratik Türkiye için mücadele edecek ve ölecekler. Bu hepimizin hayali değil mi?

Bir Kürt`ün Demokratik Türkiye için ölmesi...

Savcı bey!

Benim soyadım Küçük ama ben bu devlet için büyük işler başardım.”

El hak doğrudur! Soyadı “Küçük”, ama başardığı işler öyle BÜYÜK ki!..