Başta kimsesiz ve garibanların gelip mescidi mekân edinmelerinin ardından Allah Resulü (sav) onları mescidin bir köşesine yerleştirmek suretiyle kurumsal bir statüye ulaştırmış oldu. Mekân olarak Mescid-i Nebevi’nin kuzey doğu köşesinde üstünü hurma yapraklarıyla örttükleri bir gölgelik oluşturdular. Buraya Suffa (gölgelik) ismini verdiler. Buradakilere verilen kıymet ve değerden dolayı ayrıca Edyafül İslam ismiyle de anılmaya başlandı.

Suffa sakinleri, yani Eshabı Suffa’nın sayıları konusunda değişik rivayetler mevcuttur. Bunlar, yüz kişiden dört yüz ve dokuz yüz kişiye kadar oldukları rivayet edilir. Ancak kaynaklarda yüz kadar kişinin ismi zikredilmektedir. Sürekli bir arada kalanların sayısı ise seksen kadardır. Ama buranın kuruluşundan itibaren kalanların tümü sayılacak olursa bu miktarın dokuz yüz olması abartılı olmaz.
 
Suffa Ashabı genellikle muhacirlerden oluşuyordu. Aynı zamanda kalanların tümü bekâr ve kalacak yerleri olmayanlardı. Bunların geçim ve diğer sorunlarının tümüyle bizzat Hz. Peygamber (sav) ilgileniyordu. Zekât ve sadaka gelirlerinden buraya pay ayırdığı gibi yetmeyince ashabını buraya yardım etmeye teşvik eder ve çoğu sefer açlıktan kıvranan Eshab-ı Suffeyi evine götürür, elde avuçta olanları onlara ikram ederdi. Bazen evine götürür ama çok az bir miktar yiyeceğin olduğunu öğrenir, bunun üzerine mevcut olanı sofraya bırakır ve bir bereket duasıyla birlikte gıdaya mübarek ellerini sürer daha sonra misafirlerine ikram ederdi. Böylece ilahi bir ikramla gelen misafirlerin tümü o az gıdayla doymuş olarak evden ayrılırlardı.
Sevgili Peygamber (sav), tüm imkânlarını Ashab-ı Suffe`nin sakinlerinin ihtiyaç ve sorunları için seferber ederdi. Bir keresinde sevgili kızları Hz. Fatıma (r.anha), elleri un değirmenini kullanması sebebiyle tamamen nasırlaşmış olarak Onun yanına gelir. Mübarek ellerini gösterdikten sonra kendilerinden bir cariyeyi yardımcı olarak vermeleri için talepte bulunur. Allah’ın Resulü(a.s) ona, Suffe Ashabı’nın bunca ihtiyacına karşı böyle bir yardımda bulunmasının imkânsız olduğunu belirtikten sonra sevgili kızlarını şefkatle okşar ve onun gönlünü alarak evine göndermiştir.
 
Allah Resulü (sav), Ashabı Suffe`nin maddi ihtiyaçlarıyla birlikte onların manevi ve ilmi olarak yetişmeleri için gerekli özeni gösteriyordu. Bu mübarek üniversitenin öğrencilerine her gün alaka eder, onlar için yapmış olduğu program ile günlük olarak derslerini verir, bazen toplu ve bazen de ferdi derslerle ashabının yetişmesi için uğraşırdı. Onları tüm sıkıntılarına rağmen ilme ve eğitime teşvikleri için:
“Eğer Allah katındaki değerinizi bilseydiniz, her zaman bugün olduğu gibi fakir ve ihtiyaç halinde rızıklandırılmak isterdiniz” diye buyururlardı.

Bu çabanın neticesinde Ashab-ı Suffe ilmi olarak o kadar mükemmel yetişti ki, İslam`ın kültür külliyatının temellerini atmış oldular. Herkes çarşı pazarlarda rızık peşinde koşarken; onlar Allah Resulü(a.s)’nün peşinde koşar ve Ondan işittikleri bir söz veya fiili zihinlerine kayd ederlerdi. Bazıları hıfzetmekle kalmıyor, imkânlar dâhilinde duyduklarını ve gördüklerini yazmaya da çalışıyorlardı. Bu gayret ve heyecanın neticesinde hadis ravilerinin çoğu, kıraat, fıkıh, tefsir gibi ilimlerin üstadları ve kutubları bu merkezden yetiştiler. Ebu Hureyre, Abdullah b. Mesud, Ebu Said El-Hudri ve Abdullah b. Ömer (r.a) bunlardan bazılarıdır.

Suffa`da iki halka mevcuttu. Bunlardan biri ilim halkası, diğeri de zikir halkasıydı. Zikir halkasının başını Selman-i Farisi çekmekteydi. Hatta tasavvuf ilminin temeli de yine burada atılmış bulunmaktadır. Allah’ın Peygamberi Suffa`ya geldiklerinde bazen ilim ehlinin halkasına ve bazen de zikir ehlinin halkasına katılmak suretiyle onları teşvik etmiş ve çalışmalarında yol göstermiştir. Hakeza bu merkezin ahlaki ve benzer kusurlarına da yine bizzat Resulullah (sav) müdahale ederek onların yetişmelerine yardımcı olmuştur.
 
Suffa Ehli tamamen erkeklerden müteşekkil değildi. Az da olsa kadınlar da bulunuyordu. Aynı ilgiyi Hz. Peygamber (sav) onlara da gösteriyordu. Kadınlar, öğrendiklerini diğer kadınlarla paylaşıyordu.

Kadın veya erkek her kim evlenip ev-bark sahibi olsaydı Suffa`dan ayrılırdı. Ama evli oldukları halde gündüzleri zamanlarını burada geçirenler de az değildi.

Ashab-ı Suffa`dan bazıları imkânlar dâhilinde dağdan odun getirip satar, bazıları çobanlık yapar ve kimisi de işçilik yapardı. Bu durum tamamen hayattan kopmadıklarının ve zaman zaman maişetlerine katkıda bulunduklarının işaretidir.
Suffa Ashabı, Hz. Peygamber (sav)’in hizmetinde yarışır, mescidi temizler, müezzinlik yapar ve gelen dış heyetlerin rehberlik vs. ihtiyaçlarını giderirdi. Bunun dışında cihad, irşad, diplomasi ve yönetim gibi faaliyetlerde de sorumluluk alırlardı. Allah Resulü (s.a.v) Medine dışına çıktığında yerlerine Suffe ashabından Abdullah b. Mektum`u tayin etmesi onlara verilen değeri ifade etmektedir.


KONUNUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
1-Sevgili Peygamber (sav)’in eğitime verdiği önemi Suffe Ashabı’na yönelik ilgi ve alakalarında görmekteyiz. Bir davanın ilelebed istikrar üzere idamesi, ancak sağlam kadroların yetiştirilmesiyle sağlanır. Bu sağlam kadroların yetişmesi, bizzat dava yöneticilerinin özel ilgi ve alakalarıyla mümkün olur. Davanın idareci kadrolarının davetçilerin yetişmesi için hedef ve programları mutlaka olmalıdır. Yoksa iş ehil olmayanlara kalır. Bu da davanın yanlış makaslara sürüklenmesine sebebiyet verecektir ki, bunun neticesinde davalar asıl mecralarından çıkmış olur.

Görüldüğü gibi Asrısaadette Sevgili Peygamber (sav) tarafından atılan sağlam temeller üzerinde yetişen kadrolar, İslam davasının sancağını tüm cihanda dalgalandırmışlardır.
 
2- Tarih boyunca ilimle iştigal edenlerin hayatları incelendiğinde görülecektir ki ilmi kemale ulaşan ve bu konuda kutub olanların hiç biri dünyevi meşgale ve dağdağasının içinde olmamışlar. Şayet istisnaları varsa, onların da dünyalarını ilme araç olarak kullandıkları görülecektir. Ashab-ı Suffe`nin tamamının bekâr oluşları, dünyalık peşinde koşmayışları ve kendilerini tamamen ilme verişleri bu husus için en güzel örnektir. Bu nedenle bugün şayet okuttuğumuz ve kendilerinden bir beklenti ve umut içinde bulunduğumuz çocuklarımızı mümkün mertebe dünyevileştirmekten uzak tutmak gerekir. Böylece onların kendilerini tamamen ilme vermeleri sağlanmış olur.
 
3- Kadın erkek farkı gözetmeksizin herkesi ilme seferber etmek gerekir. Küfür batağında bocalanan dünyayı karanlıklardan aydınlıklara çıkaracak Yed-i Beyzalar’a büyük bir ihtiyaç vardır. Toplumun temel unsuru olan kadın ve erkeğin eğitimli olmaları, İslam fıtratı üzere nesillerin yetiştirilmesini sağlar. Böylece kültürel emperyalizme karşı sağlam bir kalkan oluşturularak istikamet üzere kadroların vücuda gelmesi mümkün olur.

Rabbim, Nebevi mektebte yetişen neslin ruhunu ve istikametini muhafaza etsin.

M. BAHADDİN TEMEL / İnzar Dergisi / Aralık 2011