Hüseyin canem tenhâydı... Tüm imamlar gibi tenhâydı. Mazlumdu... Onlar Resulullah aleyhisselatu vesselamın torunuydu. Kelimetullahı haykıranların ahvali buydu. Tarih süslendi ve Hüseyin’i seçti. Hüseyin âşıktı, âşk şarabı içecekti. Ta İbrahim aleyhisselatu vesselam’dan beri üzerine adak libası giyinmişti. Rüzgâr, semadan esip de sahraya geçti. Şehadet rayihası sindi her bir kum tanesine… Zeynep vaveylâdan kolye yaptı ve giydi sinesine.
Yola çıktı âşka meftun kervan. Hüseyin koştu âşka, ölüme koştu. Âşkın kokusuna ram olan gönüller ölüme gülüştü. Ten ve can ayrı düştü. Kerbela`da yere serpilen canlar âşka düştü. Kerbela`da suya susayan yoktu. Âşka susayan vardı.
Kerbela`dan geriye Zeyneb’in sinesindeki âşk kaldı... Geride feryat kaldı. Feryat şaha kalktı. Geridekilere kıyam adında bir ip kaldı.
Hüseyin canem ölmeye gitti oraya... O biliyordu ki çadırlar yıkılacak... O biliyordu ki dünyada susuzluktan çatlayan dudaklar cennette suya kanacak... O biliyordu ki on Muharremde neler olacak...
Bir bekleyiş şimdi… Bir yanda ölümü seçenler, bir yanda dünyaya gönül verenler. Bir yanda zillet içinde yaşamaktansa ölümü yeğleyenler, bir yanda zilleti izzete tercih edenler… Bir yanda geride kalanlara şehadet mirası bırakmayı dileyenler…
Bir yanda peygamber torununun katili olmak pahasına nefsine kölelik edenler.
Emir geldi. Resulullah aleyhisselatu vesselamın ciğerparesi ve pak ehlibeyti susuz bir beldede hapsedilecekti. Buradan öteye geçit verilmeyecekti. Peygamber torunlarına çorak topraklarda günlerce susuzluk içirilecekti. Buradan öteye geçilmeyecekti. Sordu İmam Hüseyin yanındakilere “Neresidir burası?” Dediler ki buranın adı “Aker”dir. Tekrar “Acaba buranın başka bir adı yok mudur?” Dediler ki: “Buraya Neyneva da diyorlar.” İmam yeniden “Buranın başka bir adı daha yok mu?” diye sordu. Dediler ki: “Kerbela” da diyorlar.” Bunu duyan imam ağlamaya başladı. Sonra şöyle buyurdu: “Allahumme inni euzu bike mine’l kerbi vel bela/Allah’ım; Hiç kuşkusuz ben acı ve kederden sana sığınıyorum.” Sonra yârenlerine şöyle buyurdu: “Burada konaklayacağız. Ceddim Resulullah (s.a.a) bana burada kanlarımızın akacağını ve buraya defnedileceğimiz haberini vermiştir.” Sonra ot ve ağacın olmadığı o kurak çöle çadırların kurulması emrini verdi. Bu konaklama tarihin en acı gününe gebeydi…
Resulullah Ümmü seleme’ye bir avuç Aker toprağı verdi. “Bu senin yanında emanet kalsın eğer bu toprak kan rengini alırsa bil ki Hüseyin o toprak üzerinde şehit olmuştur” dedi. Ümmü Seleme o toprağı bir cam kâsenin içine koyarak onu her gün koklar ve “Ey toprak, senin kan rengini alacağın gün çok büyük bir gündür” derdi. Kerbela, tarihin en şerefli ölümünün ev sahibiydi.
Döküldü muharremin yaprakları. Tarih kanla yazdı bu sayfaları. Vakit On Muharrem. Vakit acı, vakit feryat, vakit elem. O gün gökyüzünden yeryüzüne katre katre kan yağdı. Hüseyin canem; sen doğduğunda herkes gülerken deden ağlıyordu. Cebrail, şahadet haberini ve bir avuç Taff toprağını ona veriyordu.
Ağladı asuman. Yer, gök kan revan… Ağladı Zeyneb. Haykırdı en onurlu feryadı. Zeyneb’in gözyaşının adı kıyamdı. Seslendi
Hüseyin’in kesik başını gösterip kendileri ile alay edenlere. “Bak işte Rabbiniz size ne yaptı” diye söylenenlere. Dedi ki; “Vallahi bizim başımıza güzellikten başka bir şey gelmedi. Kerbela’yı Rabbinden gelen bir güzellik bildi.
Ey garibi neyneva; sen öğrettin âşk uğruna ölmeyi… Ölebilmeyi... Dünyadan ve dünyalıklardan el etek çekebilmeyi...
Ey dedesinin sevgilisi; sen öğrettin senden sonra gelenler yol bulsunlar diye kendini feda edebilmeyi.
Ey Fatıma’nın ciğerparesi; sen öğrettin nebevi yoldan izzetlice yürüyebilmeyi
Ey tarihin en yüreklisi; sen öğrettin Zeynebce kıyam etmeyi.
Kerbela ah Kerbela. Dil sussun Muharremde... Dîl söylesin bana On Muharremi.
Hüseyn canem biliyordu ahde vefa zordur. Bu yol ölüm kokuyor bu yoldan geri gelmek yoktur. Biliyordu "seninleyim" diyen diller… An gelir gerisin geriye geri döndürür nefisler. Biliyordu ki kendisiyle gelen yiğitleri tek tek toprağa düşüverecekler. "Seninleyim" dedi birileri. "Seninleyim" diyenlerden dünyanın ağına düştü birileri… Ahde vefa her yiğidin harcı değildi. Bunu biliyordu zira bunu ona öğreten dedesiydi.
Ve sen (nefsim) daha ne kadar serap peşinde susuzluk gidereceksin. Kerbela’da mı dirileceksin? Yoksa dünyanın sahte pırıltısına ruhunu siper edip hiç ölmeyecekmiş gibi mi can vereceksin?
Saflar belliydi o gün tıpkı bu günkü gibi. Hüseyinler, dünyaperestler ve de rengini belli edemeyen acizler. “Hangi safta yer alsak da çıkarımızı gözetebilsek” diye çırpınan biçareler. “İnsanlardan kimi, Allah`a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac: 11) Ayetine tanıklık eden dünyayı da ahireti de kaybedenler.
Bu gün günlerden Kerbela. Gitti gidenler! Ya sen hangi tarafa gidersin günahkâr ayaklarınla? Daha kaç Muharrem gecesi beklersin bu dünya panayırında?
Hadi (nefsim) sus ki susuzluğun geçsin. Hadi (nefsim) kurtuluşa ermeyi mi dilersin? Bu Neyneva toprağında RAHMAN`dan başka yok bir meva. Sen hangi izi sürersin.
Haydi (nefsim) Kerbela’ya gidelim…
Ayşegül Yıldız / Doğruhaber