Kendimi bildim bileli kurulu kalıplara ve önümüze doğru diye konan basmakalıp şablonlara sorgulayan bir mantıkla yaklaşmışımdır. Bu temayülden olsa gerek bir kitapta okuduğum “Akıllı okuyucu okuduğu her şeyi doğru kabul ederek etkisine giren değil, doğru ve yanlışlarını ayıklayıp doğrularını alandır” mealindeki cümle epey hoşuma gitmişti.
 
Yine lise yıllarında okuduğumuz tarih kitaplarında yer alan “Karanlık Orta Çağ” ya da “Barbar Kavimler” gibi ibareleri de ders hocalarıyla müzakereye açmış ve her zaman doğru olanı bulmaya çalışmışımdır.
 
Bununla beraber herkesin “Batı Klasikleri”ne yöneldiği bir zaman diliminde, “Acaba Doğu Klasikleri de yok mudur” düşüncesiyle bir arayışa girmiş ve “Leyl û Mecnûn”, “Bostan”, “Gülistan” ve bilahare “Mewlana Şêx Xalidê Kurdî”, “Ahmedê Xanî” ve “Melayê Cizîrî”ler’in devasa eserleriyle tanışma imkânı bulmuştuk.
 
Doğruları bulma temayülünden olsa gerek “Allahumme erînel haqqe haqqen…” duası da her zaman vird-i zebanım olmuştur. Bu çerçevede “În tettequllahe yec’el lekum furqanen” ayet-i kerimesi de işkembe-i kübradan görüş serdetmeme ve gereği gibi bilmediğim konularda konuşmama ahlakına sahip olmama vesile olmuştur. Elhamdulîllah… Haza mîn fadlî Rebbî…
Bu inanç ve anlayıştan olsa gerek çoğunlukla;
 
Birincisi, ihtisas alanıma ilişkin yazılar yazıyor,
 
İkincisi, mürşidimin (Bediüzzaman Said-i Kurdî Hazretleri) fikriyatına dayanıyor,
 
Üçüncüsü, temel kaynaklardan (İslam Kültür Külliyatı) yaptığım araştırmalar nedeniyle yazıların nisbeten uzun olmasına mani olamıyorum.
 
Ancak bu yazı, bir hisse dair olduğundan kısa olmasını ümid ediyorum. Üstadımız hazretleri de zaman zaman hisse dayalı yazılar yazmıştır…
 
Ortaokul ve lise yıllarında okuduğumuz tarih kitaplarında Osmanlı devletinin başarı nedenlerinden biri olarak da “yüzünü batıya dönerek fetihlere girişmesi” anlatılırdı. Buna göre; 600 yıl gibi devasa bir süreyle büyük bir coğrafyada hüküm süren Osmanlı, küçük bir beylik iken Doğu’daki Müslüman devlet ve beyliklerle uğraşmak yerine Bizans başta olmak üzere Batı’nın küfür güçlerine yönelerek büyük imparatorluk olmanın yolunu açmıştır.
 
Şimdi soru şu: İslam davetini yüklenen Kürdler yüzünü nereye dönmeli?
 
Osmanlı’nın, kılıçla fütuhat yapan bir devlet olması hasebiyle, yüzünü Batı’ya dönmesi en isabetli tercihtir.
 
Yine her ne kadar kılıç kullanılmışsa da Sultan Selim döneminde “İslam Birliği İdeali”yle yüzünü Doğuya dönmesi de isabetli olmuştur denebilir.
 
O zaman fetihler kılıçla gerçekleştirilirdi…
 
Bugünün fütuhatı ise Bediüzzaman Hazretleri gibi zatların da tesbitiyle iki unsur üzerine kurulu: Fikir ve Birlik…
 
Yani kılıç esas değil…
 
Kanaatimce, “Yüzünü Doğuya Dönen” Kürdistanlı bir İslami davet potansiyeli “Halkların Uyanışı” ve “İslam Birliği”nin bir kez daha tesisi noktasında büyük bir fütuhat gerçekleştirebilir.
 
İslam daveti, kendi evinde ve kendi topraklarında güçlü olduğu nisbette başarılıdır. Sermayesini altından kalkamayacağı teşebbüslerle heba etmeyen, anın ve zamanın başarılı yönelim stratejisinin farkına varan ve dalga dalga işgal edilmiş hayatın tüm alanlarına yayılan bir İslam daveti Allah’ın izniyle saygınlık kazanacak ve bire bin veren başak misali bereketlenecektir.
 
Buna göre, ilkin doğduğu topraklarda tebliğ, irşad, ittifak ve anlaşmalarla (muarız ve farklı inanç gruplarıyla) büyük bir birliğe ve halk desteğine sahip olacak olan İslamî davet potansiyeli, bir kez daha nurlu yarınların kapılarını aralayabilecektir. Aksi taktirde -Allah muhafaza- pirince giderken evdeki bulgurdan olma özdeyişine misal olma tehlikesi söz konu olabilecektir.
 
Necat Özdemir / Bangaheq.net