Dini ayinler, ritüeller ve bayram tarzı aktiviteler insanlığın yazılı tarihinin çok öncesine uzanır. Yüce Allah adına yapılan kurban sunumunun Habil-Kabil döneminden başladığı bilinmektedir. Akabinde toplu dua ve namaz ibadetleri ile hacc farizası, israiloğullarına has kılınan Cumartesi, Yam Kipur gibi özel günler, İsevilere tahsis edilen ayinler, inananlara bahşedilen istisnai vakitlerdendi.
İnsanlığın son ümmetine de Hatem-ül Enbiya ile birlikte başta Ramazan-Kurban bayramları olmak üzere, Cuma günleri, Kadir gecesi, Zilhiccenin 10 günü ittifakla hususi vakitler olarak tayin edildiler.
Diğer ümmetlerde olduğu gibi son ümmette de bayramlardan kasıt, daima yüce Allah`a daha fazla yaklaşmak, onun hoşnutluğunu kazanmak için daha samimi ve fedakârane çaba sarfetmek hedefi güdülmüştür.
Her işi bin bir hikmete mebni olan yüce Allah sevdiği kullarına lütfundan bir ikram olarak sunduğu bayram gibi özel günlerde bile ağırbaşlılığın ve sorumlu davranışın ön plana çıkmasını istemiştir. Aksi halde eğlence günleridir diye zayıf akıllar sınırsızlığı ve sorumsuzluğu ölçü alarak eğlenmeye kalksalar bu lutüf günleri ibadet olmaktan çıkardı. Oysa Müslüman için takdir olunan inanç ve yaşam tarzının ahenkli beraberliğidir. Müslüman her amelinde “Allah rızası için” öncülüğünü niyetlediği için, amelini ibadete çevirme bahtiyarlığına kavuşur. Allah Resulu hicret ile yeni bir ümmet, yeni bir devlet ve yeni bir yaşam tarzı oluşturmaya çalışırken ashabına id-i fitr(Ramazan bayramı) müjdesini vermiştir.
Aslında hem oruç hem kurban ibadetleri eski ümmetlere de farz kılınmıştı. Ancak bu ümmete mezkûr amellerinin akabinde hem rıza-ı ilahi müjdesi verilmiş hem de bu hoşnutluk yeryüzüne yansıtılarak iman edenlerin kalpleri birbirine ısındırılmış, küslükler yasaklanmış ve her hal-u kârda (indi ilahiden bahşedilen bu ibadet günleri) İslâmî bir olgunlukla neşe içinde idrak olunsun istenmiştir.
Ramazan bayramı otuz günlük ciddi ve sert bir nefsi arınmanın akabinde ümmete sunulan bir hediyedir. Bir çeşit cennet provası niteliği taşır. Arınmış ruhların dünyevi her türlü lekeden, şeytani desiseden halas olmuş gönüllerin paklığı, nurani çehrelerde kendini göstermektedir. Taat ve cehd-u gayretin aşkı, gülen simalardan okunmaktadır. Ramazan bayramı, dünyanın neresinde olursa olsun, her Müslümanın oruç tutarak iştirak edip ortak olabileceği genel bir gündür. İnsanlar içinden de sadece inanan ve inancının gereğiyle oruç tutan ya da azmedenlere has kılınmıştır.
Kurban bayramı ise İslâmın bir diğer şartı olan Haccc ibadeti ile bağlantılı kılınmıştır.
Dolayısıyla hacc ibadetinin mantığı anlaşılmadan kurban kesmenin hikmeti anlaşılmaz. Bu ikisi birlikte alınmadıkça da kurban bayramı soyut bir mefhum olmaktan öteye geçemez.
Öyleyse sırayla bu kavramlara bakmakta fayda var. Hacc nedir?
Hacc için vahiy “min şeairillah” yani “Allahın sembollerinden “tarifini kullanılır. Yani ebed yolcusunun Havariler (beyaz giysililer) gibi giyinerek tüm dünyalığını, tüm sevdiklerini... Önceki elbiseleri çıkardığı gibi, zihninden, gönlünden bir yük boşaltır gibi bir köşeye bırakmasıyla Hacc çağrısına Lebbeyk! demesidir.
Beyaz ihramıyla sırtını masivaya dönen mümin, yüzünü Beytullah`a çevirir. Dünyalık tüm mevki makamlar, rütbeler silinmiştir, mümin artık beyaz dalgalar gibi sürekli hareket eden ümmet okyanusunda “adanmışlar” kafilesine katılmıştır. O bizatihi kendi nefsini, kendi bedenini Rabbül alemine adayarak kendisi için en değerli olanı “Kurban” olarak sunmuştur.
İnsan; nefsinin üzerine basmadıkça yükselmez, yükseğe çıkmadıkça da kendisini tanıyamaz. İlk ve en önemli kurbanını gönül rahatlığıyla Rabbine sunan mümin böylece nefsinden kurtularak kendini ve akabinde Rabbini tanıma bahtiyarlığına kavuşur. Öyle ki bu her insanın en büyük amacı ve ulaşan için en büyük saadettir.
Allah Rasulü kabul olan Haccc için “Mebrur olmuş bir Hacccın karşılığı cennettir” diye buyurur. Yani hakkı verilen hacc mümin için bir “Mahşer provası” olduğu kadar karşılığı olarak da cennet vaadedilmiştir. Kurbana gelince;
Kurban ibadeti devamlı Hacc farizası ile akıllara gelir. Çünkü Hz. İbrahimin bir sünneti ve Haccın bir parçası olarak süregelmiştir. Oysa kurban ibadetinin tüm ümmetlerde bulunduğunu Kur`an haber verir. “Biz her ümmet için kurban kesmeyi bir ibadet kıldık.”(Hacc-34). Bu ibadet ilk insanlardan bu yana devam ediyor.
Yüce Allah`a kurban sunumu ve sunulanın gökten inen bir ateş tarafından alınması Habil`in sunduğu en iyi koçtan İsrailoğulları peygamberlerine kadar kimi önemli kişiler için belirleyici bir unsur olageldi. “Onlar, Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti” dediler. De ki benden önce size nice peygamberler açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz.”(3-183)
Kurban sunma farklı toplumlarda şekil değiştirerek bazen insan kurban etmeye dönüştü. Bazen hayvan, bazen de değerli eşyaların ateşe atılması gibi ritüellerde yer buldu.
Amr B. As Mısırı fethettiği yıl halkın Nil nehrine hem kuruduğu zaman hem de taştığı zaman bakire bir kızı kurban niyetine attıklarını öğrenmiş ve bu geleneğe son vermiştir. İbn Battuta (M. 1100`lere kadar) Maldiv adalarındaki putperest halkın denizde görünen bir cin`e her yıl bakire bir kızı kurban olarak sunduğunu seyahatnamesinde zikreder.
İslâmda kurban her ne kadar Hacc eksenli görünse de yılın her döneminde icra edilebilecek bir amel-ibadet genişliği kazanmıştır. Rasulullah Hacca gitmediği halde kurban kesmiş ve ashabına tavsiye etmiştir.
Fıkıh literatüründe de Nezr (adak-akika) kurbanları gibi kurbanın farklı çeşitlerine değinilmiştir.
Doğal olarak buraya kadar ki anlatımlardan kurban olarak akıllara hep bir dana vs. gelmiştir. Olayın hayvan kurban etme kısmını, kimisi ‘Kan dökülmesi gerektiği için` diye yorumlar. Oysa Allah (cc) buyurur ki;
“Hayvanların kurban edilmesine gelince; Biz onu sizin için içerisinde nice hayırlar barındıran Allah`ın simgelerinden biri olarak (ibadet) kıldık.
Onların ne etleri, ne de kanları Allaha ulaşır; fakat sizden O`na ulaşan yalnızca O`na karşı gösterdiğiniz derin sorumluluk bilincidir (takvadır). Böylece onları size musahhar kıldı ki, size yol gösterdiğinden dolayı Allah`ın yüceliğini takdir edesiniz ve iyileri müjdele” (Hacc/36-37)
Kısacası Allah`a ulaşan maddi olanlar olmadığına göre sırf manevi bir olgudur ki o da amelin sadece O`nun rızası için yapılması, bir bilinçle yapılması, takva ile yapılmasıdır. Doğrusu yüce Allah`ın bunlara da hiçbir ihtiyacı yoktur.
O zaman kurban kesimindeki temel hikmet yine insana dönmektedir.
Bunları kısaca ele alırsak:
-Kul emr-i ilahiye itaatle hem farizayı (yani borcunu) eda etmiş olur, hem de Yaradanına muhabbetle yakınlaşmış olur.
-Kurban kul için dünyevileşme tehlikesinden bir çıkış kapısıdır.
-Kurban sunan kul özellikle Hacc bağlamında ihram giymiş haliyle aynen kefen giymiş ve tüm dünyayı-dünyalığını geride bırakarak, tüm varlığını kurban sunarak mahşere yürüyen insanı andırır.
-Hz. İsmail bir çocuk, Hz. Meryem doğmamış bir bebek ve Abdulmuttalib`in adağı olan onuncu oğlu Abdullah varlık âleminde daha yok ama bir mümkün iken her biri Yüce Allah`a daha fazla yaklaşmak adına sunulmuş birer kurbandırlar. Kurbanlık denilince akla ilk gelen Hz. İsmail ve Hz. Meryem`in bir baba, bir annenin yüreğinden kopup gelen birer kurban, birer adak olmaları, her Müslüman kurbanın aslında şahsın en aziz en değerli gördüğü kişi ve şey üzerinden ele alınması gerektiğinin ilanıdır. Hz. İsmail ile Hz. Meryem sadece birer semboldürler. Buradaki asıl kahramanlar Hz. İbrahim ile Hz. Hanne`dir. İbrahim (as) oğlunu gözden çıkardı. Karşılığında bir koç indirildi. Koç kesildi ama bu koç Hz. İsmail`i ölümden yine de kurtaramadı. Vakti gelince vefat etti. Hz İbrahim gibi bir adanmışlık abidesi, Hz. İsmail gibi bir teslimiyet şaheseri, insanlığa “Allah için olma ve Allah için feda etme” gerçeğini gösterince ayette “Ey İbrahim! Sen rüyayı tasdik ettin.”(37/105) müjdesini verir.
Demek ki asıl olan ADAYABİLMEKMİŞ... VESSELAM
FARUK KUZU