-Ba`de hamdele u salvele
İslâm dini doğuşundan itibaren üç kesim ile mücadele etmiştir. Putperestler-Yahudiler ve Hristiyanlar. İslâm dini doğal sınırlarına ulaştıktan sonra Yahudiler İslâmla mücadelelerini kılıçtan kaleme çevirmişlerdir. Doğuştan İslâm coğrafyasına akın yapan Şamanistler, putperestler kısa bir süre içerisinde İslâm`ın hakikatine teslim olmuşlardır. Doğu putperestleri ile müslümanların arasındaki ilişkiler birkaç istisna dışında mevcut pozisyonu kabul, tanıma üzerinden okunabilir. Tabi ki buna rıza denmez. İslâmın batı âlemi ile olan münasebeti gâh zafer gâh mağlubiyet üzere sürerken Osmanlı`nın gerilemesine ve dağılma süreciyle birlikte iki yüz yılı bulan yeni bir saldırı ve sömürü dönemi başlamış oldu. İki yüz yıldır Hristiyan âlemi adım adım İslâm coğrafyasını parsellemekte, sömürmektedir. Dikkatlice bakılırsa bu süre zarfında işgale uğramayan hiçbir Müslüman ülke kalmamıştır. Peki bu sömürgeleştirme hareketi sona erdi mi? Bu soruyu cevaplamak için önce sömürü çeşitlerine bakmalı. İki tür sömürü olduğu söylenir. 1) Fiziki 2) kültürel ve Zihinsel...
İslâm coğrafyasındaki fiziki sömürü hamlesi, birkaç istisna (Mali-Filistin-Karabağ-Sincan-Keşmir) dışında son bulmuştur. Ancak kültürel ve zihinsel sömürü dalgası, batının güdümündeki teknolojinin de katkısıyla gün geçtikçe etkisini ve hasarını artırmaktadır. Bir kısım Müslüman düşünür, soğuk savaşın hemen akabinde NATO`nun yeni bir düşman arayışında İslâmı işaret ettiğine, Nato genel sekreteri Will cleas`ın “küresel sistemin önündeki en büyük engel İslâmdır.” Şeklindeki ifadelerini delil gösterir. Bu tespitteki eksiklik düşmanlığın yeni başladığı ve batılının düşman arayışı olmasa, İslâmla uğraşmadığı, uğraşmayacağı şeklindeki masumane saflıktır. Oysa yüzyıl önce dünyanın süper gücü olan İngiltere`nin Sömürgeler Bakanı, Lordlar kamarasında elindeki Kur`anı göstererek “beyler, bu kitap Müslümanların arasında bulundukça onları istediğimiz kıvamda sömürgeleştiremeyiz.” demiş ve İslâm dünyasıyla ilgili düşüncelerini paylaşmıştı.
Bu kavga yeni başlamadığı gibi sadece Türkiye`nin İran`ın veya Mısır`ın da kavgası değildir. Bu dinler arasındaki bir mücadeledir. Her ne kadar toprağın altı ve üstü için yapılıyor görünsede..
Batılı güçler II. Dünya savaşından sonra zayıflamışlardı. Bununla birlikte başgösteren özgürlük-direniş hareketleri de fiziki işgallerini imkânsız hale getiriyordu.
Fiziki olarak tutunamamalarının utancını, “demokratikleşme dönemi` gibi söylemlere yükleyerek, işgal ettikleri ülkelerden çekilirken geride kendilerini aratmayacak kukla yöneticiler ve gönüllü hizmet edecek bir entelijansiya bıraktılar. Bunlardan da tehlikelisi kendi yaşam tarzlarını bir model olarak bıraktılar.
Duyarlı Müslümanların Batı ile mücadelesinde en zorlu kavşak şüphesiz bu nokta olmuştur. Sömürgecilere bir şekilde; dişiyle tırnağıyla, tırmığı, bıçağıyla eline geçirdiği taşıyla, başkaldırıp direnen ve ila nihaye muzaffer olan Müslüman halklar ne yazık ki aynı batılının kültürel ve zihinsel sömürüsüne karşı aynı direnişi gösterememişlerdir.
Bunu bir şekilde Edward Said`in deyimiyle özetlersek: “Hintlilerin düşmanı kovalamalarının nedeni yönetici ve aydınların oryantalize oluşlarına” yani İngilizleri kendilerinden üstün görmelerine bağlanabilir.
Ne hazindir ki bu psikoloji bugün İslâm coğrafyasında sadece yönetici ve aydınlara bulaşan bir virüs olmaktan çıkmış, Avrupa ve Amerika`yı kalburüstü bir yorumla kendi ülkesiyle kıyaslayan sıradan bir vatandaşın dahi bilinci haline gelmiştir.
Çünkü emperyalizmin en afilli kolu olan “Kültürel Emperyalizm” gece gündüz tüm insanlığa batılı adamın üstünlüklerini pazarlamaktadır. Batılının yaptığı ve yapıyor olduğu işgaller ,kıyımlar, yıkımlar, soygunlar, vurgunlar, talanlar... gözardı edilirken insanlık için ne kadar güzel başarı varsa hepsinin altına batılı bilim adamının düşünürün vs. imzası atılmaktadır.
Kültürel ve zihinsel kodları otomatikmen batılılaşmış olan batı tarzı yaşam tutkunları, hiçbir reklam ücreti olmadan batılıların; yani ülkesini işgal eden, ceddini öldüren, zenginliklerine ipotek koyan, dinini dezenforme eden adamın gönüllü uşaklığını yaparak kendi toplumuna her fırsatta şu sloganlarla haykırmakta ve ayar vermeye çalışmaktadır;
-en güçlü olan Batılıdır
-en iyi olan Batılıdır
-en doğru olan Batılıdır
-en zeki olan Batılıdır
-en çok buluş sahibi Batılıdır
-en zengin olan Batılıdır
-en güzel yaşamı olan Batılıdır
-en adil olan Batılıdır
-en insancıl olan Batılıdır
-en eşit davranan Batılıdır
-en özgür olan Batılıdır......
Elbette ki, tüm bunlar birer kitap konusu olacak, kadar geniş ve şaibeli vurgulardır. Ancak sokaktaki vatandaşa kadar inen bu tarz inanç varken bu insandan bu haliyle mücadele etmesi de beklenemez, beklenmemelidir.
Öncelikle bu tarz soyut söylemlerin tümünün önüne “Bizimle ve değerlerimizle” sözcükleri getirilmelidir. Basit bir tersinden mühendislik manevrasıyla aynı cümlelerle hem sömürgeci oldukları hem de aslında ne kadar aciz oldukları anlatılmış olacak.
Yani kısaca bugünkü batı dünyası, insanoğlunun beş bin yıllık yazılı tarihinin mirasyedisidir. Geldiği nokta da -ancak faydalandığı da- şüphesiz en çok çatıştığı İslâm ve Müslümanlardır.
Batılının zenginliğinin altında başta İslâm coğrafyası olmak üzere, işgale uğrayan Latin Amerika ve Uzak Doğu ülkeleri ile buraların iş gücü, alınteri vardır. Batılı çok çalışmayla zenginleşmemiştir.
Batılının gücü yine mezkûr mazlum halkların gözyaşı ve kanı ile bugünkü seviyeye ulaşmıştır.
Batılının zekası yine sömürdüklerine dayanır. Bugün İngiltere`nin akademik camiasının neredeyse yarısı Hint ve Pakistan uyrukludur. Hakeza ABD`nin NASA ve silikon vadisinde çalışan Ortadoğu ve Uzakdoğulular çıkarılsa herhalde bu tesisler yıllarca atıl kalır.
Batının insanoğluna sunduğu güzel yaşam, konforlu yaşam, adil yaşam, özgür yaşam, eşitçe yaşam... gibi tek yönlü anlatıma dayanan söylemler “İslâmofobia” ve yabancı düşmanlığının toplumda gerçek yüzünü göstermesiyle birer ütopya oldukları ortaya çıkmıştır. Kaldı ki yeryüzünü fitne ve fesat ile harabeye çevirip insanları birbirine düşürdükten sonra sadece çok az bir seçilmiş gruba bu tarz bir hayat olanağı sunmak hem gayri ahlaki hem de gayri insanidir. Koca ülkelerinin etraflarını tel örgüler ve beton bloklarla çevirip sözde huzurlu yaşamdan göçmenleri uzak tutmaları da ayrıca bir ilkesizlik ve gayri vicdaniliktir.
Çan sesi Hristiyanlığın sembollerindendir. Çan sesi ibadete çağrı için kullanılıyor olsa da, bugün İslâm coğrafyasında vuku bulan her çatışmanın ve her düşmanlığın altında batılının çan sesiyle başlattığı bir proje vardır. Ringe çıkan boksörler için de çan sesi kullanılır. Ringtekiler birbirini paralamalarına karşılık bir süreliğine medyatik olur cüz`i bir para kazanırlar. Asıl kazananlar ise her zaman “oyun kurucudur, oyun oynatandır.”
İslâm dünyası yavaş yavaş harabeye çevrilip mazlum halklar selamet sahibi olarak batı medeniyetine ve batıya akın ederken İslâm kültür ve medeniyetinin üstünlüğünden dem vurmak elbette ki konu değildir.
İslâmi ilke ve prensiplerin güzelliği ve doğruluğu şüphe götürmeyen bir hakikat olsa da, bu ilkelerin örneklendirilmesinde ne yazık ki tarihten örnek verilmek zorundadır.
Ancak batılı için tarihe yaslanmak ihtiyacı yoktur. O, ne yazık ki tarihin zirvesinde ve tarihin rüzgârını arkasına almıştır.
Bunun için her müslüman davetçi toplumunu bu kültürel ve zihinsel teslimiyetten kurtarmak adına; yakın ve uzak İslâm tarihindeki çığır açıcı hamleleri anlattığı kadar, batılının geçmiş tarihiyle birlikte özellikle 20. yüzyıldan itibaren İslâm coğrafyası ve Müslüman halklar, mezhepler ve etnik kökenler üzerinde oynadıkları oyunlar ve uzun vadeli projelerini öğrenmeli ve nebevi üslûp ile anlatmalıdır.
Vesselam
Faruk Kuzu