Dağlıca saldırısına kadar bıkkın ve tedirgin bir şehirdi burası. Nereden, neyin, ne zaman geleceğini bilmediği için de ürkek. Dağlıca saldırısından sonraysa artık iyice karamsar.
Oysa bir yıl önce, ‘sokak süreci anlatıyor` dizisi için geldiğim Diyarbakır`da sokaklarda neşe vardı. Ticaret canlıydı. Havaya ihtiyatlı bir iyimserlik hâkimdi. Şimdiki gibi pus değil.
2013 Mart ayında başlayan çözüm süreci nasıl devam edecek, hangi adımlar, hangi takvimle atılacak sorularının net yanıtlarının olmaması geçen sene ihtiyat doğursa da umutlar canlıydı.
22 Temmuz 2015'de Ceylanpınar`da PKK'nın iki polis memurunun evlerinde uyurlarken öldürülmesiyle girilen yeni dönemden sonra sorular değişti; yeniden sürece dönülebilecek mi, hangi koşullar altında ve ne zaman?
Dağlıca çatışmasından sonra bu sorular da anlamını yitirdi. Artık daha umutsuz bir hava hakim şehre.
'Her çatışma, her saldırı sokakları daha da boşaltıyor' dedi konuştuğum bir kişi.
Diyarbakır`da geçen hafta uzun uzun yaptığım sohbetlerin birinde, bir anaokulu müdürü yeni öğrenim yılı için plan yapamadığını anlatmıştı:
“Kaç öğrencim olacağını bilmiyorum. İnsanlar güvenlik endişesiyle çocuklarını evde tutmaya karar verebilirler. Ailelerin bir kısmı başka yerlere gitti bile.”
Gidenler yalnızca aileler ve anaokulu öğrencileri değil. Sohbete katılanlar hemen liste yaptılar:
“Bu aile İzmir`e göç etmiş, şu kişi mallarını satışa çıkarmış, o firma, temsilcisini bir süre buraya göndermeme kararı almış…”
Mahalle baskısı, güvenlik endişesi
Bu sohbetler sırasında dikkatimi çeken başka bir şey de, sosyal medyayı takip edebilmek için kimsenin elinden cep telefonunu düşürmemesi. Diyarbakır`da özel bir önemi daha var Twitter ve Facebook takipçiliğinin. Her an olması beklenen yeni gelişmelerle ilgili haberleri takip edebilmek değil tek amaç. Sürekli politik tartışmaların yapıldığı şehirde, kim neyi demiş merakının yanı sıra ona kim, nasıl yanıt vermiş de önemli bir konu.
Bu durum eskiden isimleriyle rahat rahat konuşan insanların önemli bir kısmını tedirgin ediyor. Söylediklerinin başka noktalara çekilmesinden, Facebook ve Twitter`daki mahalle baskısından ve bu platformlarda hedef gösterilmekten şikâyetçiler.
Çatışmaların yeni alanının eskisi gibi kırsal bölgeler değil şehir olması, nereye doğru evrileceğinin bilinmemesi, güvenlikle ilgili kaygıları arttırıyor.
Bütün bunlar nedeniyle daha önce defalarca kayıt içi söyleşi yaptığım sivil toplum örgütü temsilcileri, iş insanları, farklı görüşlerden deneyimli siyasetçiler, bölgenin nabzını tutan kişiler, “konuşalım ama adımla yazma” diyorlar:
“Mideme kramplar giriyor, konuşsan olmuyor, en ufak eleştiride yalnızlaştırılıyorsun, sussan hiç olmuyor. Kimin değirmenine su taşırım sorusu da var,” diye özetledi durumu Kürt siyasetinde etkili görevlerde bulunmuş biri.
Başka bir nedeni daha var kayıt dışı konuşmaların; soruna her zamankinden de çok uluslararası güçlerin karıştığının düşünülmesi ve bunun kestirilemeyen olası sonuçlarından duyulan endişe.
‘Bize devlet veriyorlar, siz…'
Hükümetin çözüm sürecini sonuca ulaştırma konusunda zamanı iyi kullanamadığına işaret eden eski bir siyasetçi, PKK`nın mantığını şöyle açıkladı: ‘Bize devlet veriyorlar, siz hâlâ Öcalan`a neyin verilip neyin verilmeyeceğini konuşuyorsunuz.`
Şu anki durumu ‘cehenneme giden yolların döşenmesi` olarak tanımlayan Kürt siyaseti içinde görev almış biri, ‘çatışmalar şiddetlenirse Türkiye`nin Suriyeleştirilmesine de dönüşebilir,` diye anlattı endişesini.
Dağlıca saldırısından sonra tekrar konuştuk. "Çatışmalar şiddetlenirse' diye bir cümle kullanmıştınız, bu nokta geçildi mi?" diye sordum:
"Öyle gözüküyor ki başlangıç evresini geçtik. Bütünüyle şiddete evrilmesi uzak gözükmüyor. Cizre'deki durum da bunun işareti. Ama yine de umudumu korumak istiyorum. Hâlâ çok kontrolsüz değil" dedi.
Onun analizi PKK'nın kendi iktidarını kurmak istediği yönündeydi:
“PKK belli bir coğrafyada tek iktidar olmak istiyor. Türkiye`nin Suriye`de kurmak istediği güvenli bölge buna engel. PKK, ‘Eğer Suriye`de kantonların önüne engel çıkartırsan, ben de burayı kantonlaştırırım` havasında.
‘Türkiye Suriyeleşir mi`
PKK`nın Suriye kolu PYD, 2014`de Kobani, Cizire ve Afrin`de üç kanton kurduğunu ilan etmiş, Haziran 2015`de de Amerikan uçaklarının hava desteğiyle Cizire ve Kobani arasındaki Tel Abyad`ı alarak bu iki kantonu bütünleştirmişti.
Suriye'deki iç savaşın başından beri uçuşa yasak bölge kurulmasını isteyen Türkiye, Ağustos 2015`de, bu iki kantonun arasında kalan hatta güvenli bölge kurulması için ABD ile mutabakata vardıklarını açıklamıştı. ABD, IŞİD ile mücadelesinde Türkiye`deki İncirlik Üssü'nü de kullanmaya başladı. Türk savaş uçakları da IŞİD ile mücadeleye katıldı. Ancak fiili olarak henüz oluşturulmayan güvenli bölgeye PYD`nin silahlı unsurlarının girmesi durumunda ne yapılacağı netlik kazanmış değil.
Bölgenin Suriye'dekine benzer bir duruma dönüşme olasılığına dikkat çeken kaynağım, ABD`nin IŞİD`le mücadelesinde PYD ile yaptığı işbirliğine de dikkat çekti. ABD yönetiminin, ‘PYD ile taktik ortaklığımız var, Türkiye ile stratejik` açıklamalarını da hatırlattı ama uluslararası ortamda ve basında PYD`nin övülmesine de işaret etti:
“ABD`nin tutumunun değişmeyeceğinin garantisi mi var? Belki de bizim henüz bilmediğimiz bölgesel başka pazarlıklar yapılıyor,” diyerek şüphesini dillendirdi. Türkiye`deki çatışmaların bu bilinmeyen pazarlıkla ilgili olabileceğini söyledi.
ABD`nin eski Ankara büyükelçisi Eric Edelman`ın ‘Amerika`nın Türkiye ile tehlikeli pazarlığı` makalesini hatırlattı.
Edelman, Obama yönetimini, Ankara ile İncirlik Üssü'nün kullanımı karşılığında PKK hedeflerine yönelik operasyonlar yapmasına göz yummakla eleştirmiş, bu operasyonların Erdoğan tarafından iç siyaset malzemesi olarak kullanıldığını öne sürmüştü. Obama yönetimine Türkiye ile istihbarat ilişkisini sınırlandırma, üst düzeyde görüşme yapmama ve finansal destek sağlamama tavsiyesinde bulunmuştu.
Bir işadamı da İran ve Suriye etkisine dikkat çekti:
“Suriye ve İran başından beri Türkiye`ye ‘Suriye politikanı değiştirmezsen, bu savaşı senin içine de yayarım` yönünde mesaj veriyordu. PKK`nın bu ülkelerle ilişkisi malûm.”
Üçüncü bir kişi de, Irak Kürdistan Bölgesi'nde Mesut Barzani`nin görev süresinin uzatılıp uzatılmamasıyla ilgili tartışmaları hatırlattı:
“Orada da slogan ‘Seni başkan yaptırmayacağız` idi. Türkiye`nin PKK'ya yönelik operasyonları, Irak Kürdistan`ında İran destekli muhalefet partilerinin elini güçlendirdi. Operasyonlar sürerse, Türkiye`nin Irak Kürdistan`ı ile kurduğu stratejik ilişkiler de zarar görebilir.”
PKK`nın hesaplamadığı
Sorunun her zamankinden de çok uluslararası boyutuna dikkat çeken kişiler, çatışmaların nereye doğru evrileceğinin de Suriye`deki durumla bağlantılı olduğunu düşünüyorlar.
‘Türkiye`nin İncirlik`i kullanıma açması, hükümet açısından iyi bir hamleydi ve bence PKK`nın çok da ihtimal vermediği bir hamleydi` dedi bir siyasetçi.
Ona göre PKK çatışmalarda başka iki noktayı da öngöremedi: Halkın ve güvenlik güçlerinin tutumunu.
“Halk baskılara rağmen sokaklara dökülmedi, tencere tava çalma çağrılarına itibar etmedi. Lice ve Silvan`daki çatışmalardan ve sokağa çıkma yasağından sonra yapılan kepenk kapatma çağrısına uyulmasının dışında geniş katılımlı eylemler gerçekleşmedi.”
Üçüncü nokta da, hükümetten gelen ve sıklıkla tekrarlanan, silahlı unsurlar çekilinceye kadar operasyonların devam edeceği açıklamaları. Ona göre, operasyonlar PKK`ya önceden tahmin etmediği zararlar vermeye başladı.
Zaman faktörü
Çatışmaların nereye doğru evrileceği konusunda tahminde bulunanlar karamsardı genellikle. Dağlıca saldırısından sonra bir sivil toplum örgütündeki etkin bir isimlerden biri "beklenen kötü haber geldi" dedi.
Konuştuğum kişilerin altını çizdiği başka bir nokta da zaman meselesi. Onlara göre, halk itidalli davranıyor ama güvenlik operasyonlarında sivil ölümlerin artması ya da halka karşı sert tutum alınması bu tabloyu tersine de çevirebilir:
“Trafik polislerine saldırı düzenlendi Diyarbakır`da. İki polis öldürüldü. Halk bu tip eylemlere üzülüyor. 1990`larda da üzülürdü. Ama 1990`larda bu tip saldırılar olduğunda özel harekât olay yerine gelir, kazara oradan gelen geçene, esnafa en azından tokat atmadan gitmezdi. Halk da tokadı yedikten sonra üzülmeyi bırakırdı. Ama bu sefer olan farklı; böyle bir saldırıya nasıl müdahale edilmesi gerekiyorsa, öyle müdahale ediliyor. Fakat durum halka tokat atmaya dönerse işler değişir.”
Hükümetin tavrı ne olacak?
Bu durumun değişebilme olasılığına dikkat çekenler de var. 1990`larda bölgedeki varlığı ve tutumları tartışma konusu olan Bolu Komando Tugayı`nın yeniden gönderilmesi halkın, 'yine iki kıskaç arasında kalır mıyız?' diye endişelenmesine neden oluyor.
“Güvenlik güçlerinin uğrayacakları soruşturmaların izne tabi olması yönünde düzenlemeler yapılma olasılığı ve bu konuda yürüyen tartışmalar, ihbar yasası gibi düzenlemeler işin renginin değişebileceğini söylüyor” diyor Kürt siyaseti içinde bulunmuş bir kaynağım.
Ağustos ayının sonunda Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçluların yakalanmasına yardımcı olanlara, yerlerini, kimliklerini bildirenlere para ödülü verilmesine dair İçişleri Bakanlığı yönetmeliği Resmi Gazete'de yayımlanmış ve tartışmalara neden olmuştu.
Kalın bir sis tabakası
Bu gelişmeleri hayra alamet görmeyen kişi, zihnini kurcalayan başka bir duruma daha dikkat çekti. Bölgede hiç durmadan çalışan fısıltılara:
“Bazı cinayetleri devletin derin kanadının işlediğini söyleyenler var. Bu söylentileri yayanlar arasında devlet görevlileri bile var. Sanki bir kesim, devletin halkla sert bir biçimde karşı karşıya gelmesi için özellikle çabalıyor. Kendi ajandaları varmış gibi geliyor.”
Eski siyasetçi de bu yoğun sis tabakasının başka bir katmanına dikkat çekti:
“Güvenlik güçlerinin, mülki amirlerin bir kısmı ‘aman hata yapmayayım` endişesiyle inisiyatif almıyor, etkisiz kalıyorlar. Ama bazı devlet görevlileri de hükümetin PKK üzerinden bile olsa yıpranmasından memnun ve ‘ne halleri varsa görsünler` havasında.”
PKK'nın yayılan etkisi
Burada konuştuğum herkesin dikkat çektiği bir durum da PKK`nın yayılan etkinliği. Bunun da üç ayağı var: İşadamlarından ‘vergi` adı altında bazen rızayla, çokça zorla alınan paralar; kendi yargı sistemini kurmuş olması ve eskisinden farklı olarak yalnızca kırsal bölgelerde değil artık yerleşim birimleri içinde de silahlı elemanlarının olması.
Bazılarına göre bu duruma çözüm sürecine halel gelmesin diye göz yumuldu; bazılarına göre de, hükümeti yıpratmak isteyen gruplar ya da bir nedenle hükümete karşı çıkan gruplar üstlerine düşeni bilerek yapmadı.
PKK bütün bunları Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) üzerinden yürütüyor. Konuştuğum kişilerin bir kısmına göre, bu yapılanma, emir verebilme gücüne sahip olmanın tadını aldıkları için söz dinlemez:
“Ben eminim bir gün PKK`nın kendisi bu yapılanmayı ortadan kaldırmak zorunda kalacak. Kendi sözünü dinletemediği günler de gelecek” dedi sohbet ettiğim kişilerden biri.
Onunla hemfikir olmayanlar da var:
‘PKK çok merkezi bir örgütlenme. İsteseler bir günde bile kontrol altına alırlar.`
YDG-H`nin nereye doğru gideceği de bölgenin tahmin edilemezleri arasında. Ama onlar üzerinden izlenen başka bir yöntem daha var:
PKK'nın gençlik yapılanması YDG-H yaşları küçük çocuklardan oluşuyor ve eylemleri bölgede tartışma konularının başında geliyor.
“PKK bu kişilere silah dağıttı. Dağıtmak ne kelime yığdı. Üstelik bunlar artık tabanca falan değil yalnızca, roketatarlar da verdi. Bu kişiler bazı yerlerde ama özellikle özerklik ilan edilen yerlerde insanlara, ‘evinizin kapısı açık kalacak` diye baskı yapıyor. Buradaki amaç, güvenlik güçleriyle çatışırken evden eve geçebilmek. Sivillerin arasına saklanabilmek. Güvenlik güçlerinin buna cevabı da keskin nişancıları devreye sokmak. Bu da sivil kayıplarını beraberinde getiriyor. Olan halka oluyor. Kasabalardan şehre doğru göç yeniden başladı.”
Kaynak: Al Jazeera