Müslümanlar ve İslam Ümmeti olarak maalesef büyük bir eksen kayması gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu sapma iman, itikat ve neslimizi tehdit edecek düzeyi çoktan aştı. Ümmet olarak bu tehlikeyi bertaraf edeceğimiz yerde maalesef birbirimizle uğraşıp birbirimizi düşman görerek yok etmeye çalışıyoruz.
İslam Tarihinde "Asrı Saadet" olarak adlandırılan Peygamber Efendimiz ve Raşit Halifeler Döneminde yapılan tüm icraat ve uygulamalar i'layı kelimetullah ve rıza-i ilahi yani ALLAH rızası gözetilerek yapılırdı. Bir şey yapılırken bunun ALLAH'ın rızasına uygun olup olmadığına bakılır ona göre değerlendirilirdi. Ana kıstas 'ALLAH rızası' idi. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bunu icraatı, hayatı ve uygulamalarıyla ortaya koydu. Raşit Halifelerde Peygamber Efendimizin yolundan giderek aynı pratiği ortaya koydular.
Ancak Hz.Ali (R.A.) ve ardından Hz.Hasan'ın şehid edilmeleri sonrası Hilafetin sona erdirilip saltanata geçilerek Emevi Devleti kurulunca ilk ve en önemli eksen kayması yaşandı.
O zamana kadar "Her şey ALLAH için" veya "Her şey din için" inanç ve ilkesi hakim iken, saltanatla birlikte bu inanç ve ilke yerine "Her şey devlet için" ve "Her şey saltanat için" ilkesi hakim oldu.
"Her şey Devlet için" zihniyeti Müslümanların kafalarına o denli yerleştirildi ki, "Her şey din için" inancı kayboldu. Ve Müslümanlar saltanat ve diktatorya rejimleri uğruna ulu'l-emr'ler zihniyetinin kulları oldular. Ulu'l-emr -nasıl olursa olsun- la yus'el (soru sorulmaz- dokunulmaz) bir hale getirilip kutsallaştırıldı... (Hilafetten Saltanata Emeviler Dönemi - Prof.Dr. İhsan Süreyya Sırma)
Zamanla bu sapma o kadar güçlendi ki, kutsal devlet anlayışı oluştu veya oluşturuldu. Bununla Müslümanlar artık yaptıkları icraat ve uygulamalarda bunun İslama uyup uymadığına değil, "devletin a'li menfaatlerine!" uyup uymadığına baktılar. Böylelilikle farkında olmadan da olsa İslam'dan ve İslamın hayatlarına hakim olmasından gittikçe uzaklaştılar. Çünkü onlara göre devlet her şeyden önce gelirdi ve devlet olmadan hiç bir şey olmazdı. ALLAH'a kulluk, İslamı tebliğ ve Müslümanlara hizmet için bir araç olan "devlet aygıtı" zamanla ve kişisel menfaatlerin de etkisiyle "amaç" haline dönüştü. Böyle olunca yapıların İslam'a ne kadar uyup uymadığına bakılmaz oldu. Devleti yönetenler bunun doğru olduğuna kanaat ediyorlarsa ortada bir sorun yoktu.
Bu anlayış İslam düşmanlarının ümmeti parçalama planları sonucunda ırkçılık ve ideolojilerin ortaya çıkarılmasıyla zamanla daha da derinleşti. Artık devlet yerine kavimler, ırklar, partiler, cemaatler, aşiretler, tarikatlar ve kabileler ana eksen haline geldi.
Bu önemli yeni eksen kaymasının ve sapmanın en yalın örneği ve ümmet için en büyük tahribatlardan birisi Osmanlı'yı yıkıma götüren İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin, "Önce Parti Sonra Vatan" anlayışı ve zihniyetidir. Bu zihniyet bütünüyle yanlış uygulamaların ve kararların kaynağıdır. Bu zihniyet kadar coğrafyamıza ve ümmete zarar veren hiçbir beşeri güç yoktur. Maalesef bu zihniyet, "İttihad ve Terakki"nin tarih sahnesinden silinmesinden sonra da devam etmiş ve neredeyse etkilemediği fikri ve toplumsal aksiyon kalmamıştır. Yeni rejim ile devlet aklı, bu zihniyeti esas aldığı için “önce devlet”, “vatandaş devlet için vardır”, “devletin a`li menfaatleri”, “söz konusu devletse gerisi teferruattır” ve “devletin bekası için her şey mübahtır” gibi söylemleri esas almışlardır. Vatandaşını her zaman devletten sonra korumuştur. Devleti vatandaşından üstün tutup korumuştur. Bu amaçla devletin bekası için kendi vatandaşına hukuk dışı eylemler yapmakta bir beis görmemiştir. Vatandaş için olması gereken devlet aygıtı yerine, ‘vatandaş devlet için vardır` görüşü hakim olmuştur.
Bu zihniyet mirasçısı olan CHP'ye ondan diğer özellikle sol görüş ve örgütlere sirayet etmiştir. Çünkü onlara göre, ‘toplumlar ancak onların görüşü ve partisi hakim olduğunda kurtuluşa erebilirler`. İnandıkları bu safsata ve hezeyanın sonucu olarak, vatanın ve memleketin kurtulmasının tek çaresi olarak kendilerini ve partilerini görürler. Bu zihniyet "İttihad ve Terakki"nin Kürt versiyonunda da hakim oldu ve kendilerini tek kurtarıcı olarak görmeye başladılar. Ve kendi parti çıkarlarını halkın çıkarının üstünde gördüler ve görmeye devam ediyorlar. Bu zihniyet değişmedikçe selamet sahiline çıkamayacağız. Maalesef zamanla bu zihniyet olmaması gerektiği bir halde bazı İslami görünümlü camialarda da ortaya çıktı. Bunlarda kendi menfaatlerini ümmetin maslahatı ve faydası üzerinde gördüler. O kadar bu konuda ileri gittiler ki, "ağacı kurtarayım da, orman yanarsa yansın" mantığı ile ümmete ihanet edenler bile çıktı.
Sonuç olarak biz Müslümanlar, dünya ve ahiret saadeti istiyorsak Asr-ı Saadet'te olduğu gibi "Her şey ALLAH için" inanç ve ilkesine dönmemiz gerekir. Bunu yaparsak tüm Müslümanlar, hatta insanlık ve mevcudat kurtulacaktır. Aksi takdirde kişisel, grup ve kavmi çıkarların esiri ve İslam düşmanlarının oyuncağı olmaktan kurtulamayız. Tek kurtuluş çaresi ALLAH'ın bize gösterdiği yolda inanarak yürümektir. İslama hakkıyla sarılarak, şeytan ve dostlarının çirkeş zihniyetlerinin gönüllü taşıyıcısı olmaktan kurtulalım...
"Her kim İslam'dan başka bir din ararsa , ondan asla kabul edilmez ve o, ahirette de hüsrana uğrayanlardan olur." -Al'İ İmran Suresi: 85-
Veysi Demir / Batman