Küresel canileri konuşmaz olduk, dünyanın dört bir yanında pervasızca işlenen cinayetleri, vahşetleri dile getirmez olduk. Sadece İslam coğrafyasında değil Latin Amerika`da, Afrika`da, Balkanlar`da, Kafkaslarda sair mazlum halklara karşı yapılan zulümleri görmez olduk
Neden mi?
Çünkü ümmet olarak birbirimize yöneldik birbirimizle uğraşır olduk. Birbirimizin eksiğini yanlışını hesap eder olduk.
Elbette ki özeleştiri ve iç muhasebe yapılmalıdır. Ancak bunun dozajı aşıldığında ilaçta olduğu gibi yan etkiler göstermeye başlar.
1,7 milyarlık İslam Âlemi yüz bini bulmayan (x-y) adlı bir-iki örgütün gölgesinde tutulur olmuş. Tüm dünya istikbarı bu örgütleri gerekçe göstererek yeni işgal planları yaptıkları gibi İslam ve Müslümanların insanlığa sunacakları tek şeyin bu tarz anlayış ve hareketler olacağı algısını oluşturmaya çalışmaktadırlar. Budist`inden Yahudi`sine, Komünistinden Evangelist`ine her fikir ve her fırka “Küfür (İslam`a karşı) tek millettir.” Hadisinin sırrıyla ümmetin üzerine çöreklenmiş, bununla da yetinmeyip “Haber, dezenformasyon akbabaları” gibi fırsat kollayıp “Küfre hiciv malzemesi” (N.F.K) veya kendi haklarını İslam ve Müslümanlardan uzaklaştıracak tedhiş görüntülerini servis etmektedirler.
Bu geniş cepheye bir de gönüllü kuklaları, yaşam tarzı aynı olanlar ile muhiban-ı küfür de lojistik destek sağlamaktadır.
Doğrusu, batıl cephesinin bu topyekûn gayretlerinde şaşılacak bir şey yoktur. Onlar Müslümanlara karşı asli görevlerini / düşmanlıklarını bihakkın yerine getiriyorlar.
Peki (şuurlu) Müslümanlar, İslam`a hizmet konusunda ve rakiplerine düşmanlık konusunda aynı duyarlılığı gösterebiliyor mu?
Bunun cevabı ne yazık ki kocaman bir hayırdır!
Müslüman ülkelerin ve İslami örgütlerin büyük güçlere misliyle karşılık vermeleri şuan için söz konusu değildir. Ancak sorumluluklar bununla kayıtlı değildir.
“Her zamanın bir hükmü olduğu gibi, her aşamanın her coğrafyanın her konjonktürün de ayrı hükümleri vardır.”
Müslüman geniş halk kitlelerinin şuura, şuurlandırılmaya ihtiyacı vardır. Davetçilerin ise tüm enerjileriyle İslam`ı sahih bir çerçevede sunmaları gerekmektedir. İslam, tarihte hiçbir devirde olmadığı kadar düşünsel/fikri ve propaganda saldırılarına maruz kalmaktadır. Buna karşılık; İslam`ın, kendisini insanlığa nebevi suretle bir kez daha tanıtması elzem olmuştur. İslam düşmanlarının ve onlara bilerek/bilmeyerek malzeme sunan ifratı ve tefriti oluşumların insanlığa arz ettikleri yanlış ve eksik İslam`a karşılık “Bugün size dininizi kemale erdirdim…” (5/3) ayetinin işaret ettiği vahiy İslam`ını yani indirilmiş olan İslam tüm insanlığa sunulmalı, davet yapılmalıdır.
Bunun yapılabilmesi için de ilk olarak; ümmet içindeki sorunlar ya tartışılarak halledilecek ya da bu fikri ve ilmi sorunlar derin dondurucuya kaldırılacak. Ta ki İslam medeniyeti yine aziz bir döneme kavuşsun o dem sorunlar masaya yatırılır.
Şu an itibarıyla çok parçalı bir yapı görüntüsü veren Müslümanların (hiçbir bölgede ya da ülkede) ortaya çıkan mezhepsel – fikri veya düşünsel ayrılıklarını tartışmayla halletmeleri söz konusu değildir.
Hele hele bu tartışmalar tavan tarafından (yöneticiler ve âlimler) değil de taban (fertler) tarafından yapılıyorsa; iş, içinden çıkılmaz bir hal almakla kalmaz, ihtilaflar/tefrikalar ve düşmanlıklara dönüşür. Bu nedenle; idareciler, kollektif bir İslami şuur oluşturmak adına ortak değerlerin, ortak düşmanların, ortak sevinçlerin, ortak örneklerin… Belirleneceği ortak oturumlar yapmalıdırlar. Temsilciler ve elçilerin mekik dokuyacağı bu tarz toplantıların günümüz teknolojisindeki imkânlarla yapılması o denli kolaylaşmıştır ki bu tür girişimlerde bulunmama veya davetleri geri çevirme ancak “Riyaset hırsı” ile izah edilebilir.
Bir kısım duyarlı Müslüman düşünürün dile getirdiği “Ciddi bir İslam içi çatışma riski oluşturuluyor, dikkat edilmelidir…!” şeklindeki uyarılara rağmen ne yazık ki irili-ufaklı İslami gruplar düşünsel yaklaşımlarına göre hemen çarpışan taraflardan birinin yanında saf tutarak kurşun sıkmasalar da yazı/çizimle söz savaşında yer almaktadırlar. Yayınevleri, Dergiler, Gazeteler, Radyo, Tv ve sosyal medya üzerinden Müslümanları daha fazla kutuplaştırıcı söylemler geliştirmektedirler.
Hele hele çarpışan iki fırkayı tutan iki ayrı grup varsa, onlar da bu coğrafyada söz savaşına başlamaktadırlar. Bu hadise günlük yaşamın bir olağanı haline gelse de oldukça yanlış ve tehlikelidir.
Evvela: bir İslami grup / fert neden çarpışanlardan bir tarafı tutsun ki? Eğer bir Müslüman İsrail gibi Sisi – Esed gibi zalimlerle mücadele ediyorsa onun desteklenmesi elzemdir. Ancak iki taraf da İslami değerlere sahiplerse neden tüm enerjimizi – zamanımızı onlar hakkında konuşarak harcayalım ki!
Üstadın Sıffin ve Cemel vakaları hakkında yaptığı “Onlar kılıçlarla birbirlerinin kanlarını döktüler, biz de dillerimizle onların kanlarını dökmeyelim – bulanmayalım.” Şeklindeki mutedil açıklamayı bir ölçü olarak kabul edip dilimizi – ilmimizi mezhep savaşına yol açabilecek yorumlardan hali tutmalıyız. Tecrübelerle sabit olunmuştur ki; bu mevzulara müdahil olmak hiç kimseye bir fayda sağlamayacağı gibi nice temiz zihnin bulanmasına, nice fedakâr kalbin kırılıp darılmasına yol açacaktır.
İkinci olarak da: yaşanan tüm gelişmelerin ana müsebbipleri iyi teşhis edilmelidir. Emperyalist basını ve onun ileri karakolu olan Siyonistlerin ektikleri fitne tohumları sebep, ümmetin evlatlarının birbirileriyle çatışmaları ise sadece sonuçtur.
Sebep görülmeden, müsebbiplerden hesap sorulmadan mevcut manzaraya destursuz ve lüzumsuz dalmak da tam olarak yine bu şer güçlerin uzun vadeli stratejik planlarında meze olmaktır.
“Rüzgar estiğinde bir mum alevini söndürür, ancak bir orman yangınına güç verir.” Bir davetçi / Müslüman da ilim rüzgarını, ilahi yardımı davet ettiği dua rüzgarını ümmetin orman yangınına doğru değil, şer güçlerin savaş kadırgalarını alabora etmek için üflemelidir.
Kendi gündemi olmayanlar, gündemi belirlemeyenler gündem olmaktan kurtulamazlar. Her oturumda x örgünün şu eylemleri veya x devletinin bu tavrı… şeklinde sonu gelmez konuşmalarla aslına İslam`a da hiçbir hizmet yapılmadığı aşikârdır.
Tam aksine İslam anlatılmaz ( ve hatta) anlatılamaz olmuş. Oysa Müslüman davetçilerin her zamanı ve ortamı İslam`ı anlatmak için bir fırsata çevirmeleri gerekmektedir.
Yok; eğer şiddetten, vahşetten, kötülükten, gayr-ı insanilikten, gayr-ı ahlakilikten, barbarlıktan… bahsedilecekse de mutlaka küresel şer odaklarının canilikleri anlatılmalıdır. Bunun için de çok gerilere ta coğrafi keşifler esnasında Latin Amerika`da yapılan sözde medeni Avrupalı vahşetine, Kızılderililere veya Aborjinlere yapılan soykırımlara uzanmaya da gerek yoktur.
Batılı zengin obez ülkelerin laboratuvarı haline getirilen Afrika`nın sefaleti ortadadır. Siyonistlerin yakarak, yıkarak katlettikleri, füzelerle parçaladıkları çocuk bedenleri tazeliklerini korumaktadır. Uygur (Sincan) diyarında Müslümanlara yapılan pervasız zulümler tüm dünyaya ayandır. Budist Burma`nın yaktığı Müslüman Rohingya`lıların manzarası ümmetin hafıza arşivinde ön sıralardaki yerinden haykırmaya devam etmektedir.
Fransa`nın Mali`de yaptığı zulümler elan sürmektedir, Nijerya`da “Anti Balaka” adlı Hristiyan terör örgütü coğrafi Keşifler esnasında vahşet fetvaları veren rahiplerin anısını canlı tutmaktadır, Srebrenitzsa`dan yükselen feryatlar, ah`lar halen duyulmaktadır. Çeçenya ve Kafkaslar`da Rus zulmü artarak sürmekte yine Rus baskısıyla Türki Cum`ler Müslüman halklarına İslami hayatı yasaklayıp yaşamı zehir kılmaktadır. ABD dünyanın 52 ülkesinde operasyonel asker bulundurarak gayr-i nizami harp usulleriyle her türlü hukuksuzluğa ve caniliğe imza atmaya devam etmektedir….
Kandan vahşetten illaki konuşulacaksa neden bunlar konuşulmuyor. Avamına olsun kültürlüsüne olsun neden Küresel canilerin akıl, almaç, vicdan kabul etmez hukuksuz cinayetleri sömürüleri konu edilmemektedir ki?
Tabi davetçi tüm bunları yaparken etrafında olup bitenlerden de haberdar olacaktır, ancak asli vazifesinin İslam`a davet olduğunu hatırından çıkarmadan akl-ı selim ile değerlendirmelerini yapacaktır.
Fiemanillah
Faruk Kuzu