İnsanoğlunun yaratılış serüveninde şaytanla aralarında geçen diyalog çok önemeli dersleri ve ibretleri barındırmaktadır. Bunlardan bir tanesi de insanoğlunun ebedilik arayışlarıdır.
“Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bir ağacı ancak, melek olmayasınız diye yasakladı ya da cennette de ebedi kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı…” (7/20)
Gelişen olaylar zincirinde Hz. Adem Hz Havva ile şaytan birbirine hasım olarak dar-ı imtihan`a indirilirler. Şeytan bu yeni pozisyonunda yüce Allah`tan “yeniden diriliş gününe kadar süre” isterken Hz Adem – Havva ikilisinin ise bu ölümlü fani dünyada tövbenin ardından ilk istekleri çocuk sahibi olmaktır.”
Soyun devamı; umudun devamı, hayalin devamı, niyetin devamı demektir. İnsan kısacık ömründe tüm niyet ve hedeflerini gerçekleştiremeyeceğini çok iyi bildiği için kendini neslinde gerçekleştirmek ister. Bu arzu adeta insanın fıtratı haline gelmiştir.
Özellikle Hz. Sare`nin çocuk özlemine bir lütuf olarak verilen müjdede yüce Allah çocuktan da ötesini, torun haberini vermektedir.
“Biz ona (Sare`ye) İshak`ı ve İshak`ın ardından da Yakub`u müjdeledik.” (11/71)
Bu ayet çerçevesinde gelişen mucizevi olaylardan belki de en ilginç olanı torun olarak Hz Yakub`un müjdelenmesi olayıdır. Torun müjdesinin farkına dikkat çeken müfessirler: “Evlattan sonra torunun müjdelenmesi o ailenin soyunun devam edeceğini ilandır. Bu önemli müjde ebeveyn için büyük bir mutluluktur.” Şeklinde yorumlarlar.
Resulullah ile birlikte insanlığa daha kalıcı ve tanımları üzerinden farklı bir algı dünyasının pencerelerini açar. Buna göre:
Hz Peygamber`in (s.a.v;) oğlu Kasım vefat ettiğinde müşriklerin reislerinden olan As. B. Vasil kendi kısır ve sığ dünya görüşünü yansıtarak: “Muhammedin soyunu sürdürecek kimse kalmamıştır. O artık ebterdir (yani soyu kurumuştur.) der bu nakıs söylemin Resulullah`ı üzmesi üzerine yüce Allah: “Muhakkak ki biz sana Kevseri verdik. (Kevser-1) diye buyurarak Peygamberine Kevser müjdesini verip İslam davasının anlam dünyasının ne kadar geniş olduğunu göstermiştir.
Müşrikler “Muhammed`in oğlu öldüğüne göre O`nun ortaya attığı davası O`ndan sonra sahipsiz kalacak ve silinip gidecek….” Demek istiyorlardı. Oysa Hakk Teala Kevser Sûresi ile O`na bahşedilen İslam Dini`nin kıyamet kadar devam edeceğini ve çoğalarak güçleneceğini haber vermiştir. Cennetteki “Kevser havuzu” ise Resulullah`ın şahsına has bir nimet olarak gönlüne sürûr nev`inden ikram edilmiştir. İslam Davasının bekasını soy, sop veya kan bağıyla ilintilendirilmesinin yanlış olduğu “(Ey Nuh) oğlun senin ehlinden değil…” uyarısından sonra bir kez daha vurgulanmış oldu. Asıl ebter olan batıldır. Batıl er ya da geç yenilmeye yok olmaya mahkûmdur.
Kalıcı olan, daimi olan, aziz olan Hakikattır. Hakikatin ışığı, uğruna feda olmaya Amedde gönüller oldukça parlamasını sürdürür. Bu durum biraz da insanların bağlılıkları ve cehd-u gayretleri ile ilgilidir. Hitamını hayatına şahid kılan merhum Seyyid Kutup “Davalar müntesiplerinin omuzlarında yükselir. Bu insanlar hastalıklı ve zayıflardan oluşuyorsa (yapacağı ışık) zayıf bu insanlar güçlü ve sağlıklı insanlardan oluşuyorsa (yayacakları ışıkları) güçlü olur…” diye yaptığı tespitte insan unsurunun ne denli önemli olduğunu vurgular.
Hakikat, gökte asılı bulunan bir kandil bir güneş gibidir. Onun ışığı kendi seyrinde sürüp gitmektedir. Bu ışığın halel bulması söz konusu değildir. Ancak bu ışığa bakan insanlar değişen hava şartlarına ve kozmolojik gelişmelere göre güneşin ışığını tam / kısmen görebilirler ya da hiç göremezler.
İslami hareketlerdeki mücadeleler de aynen birer güneş gibidirler. İslam dini hakikat anlamında güneş gibidir. Lakin müntesiplerinin nicelik ve niteliklerine göre insanlığa ulaşabilirliği değişmektedir. Bazen güneş tutulması olur, bazen kara bulutlar göğü kaplar, kar yağmur set olur, bazen sis çöker perde olur gözlere…
İslami yapıların hali de bu durumdan farklı değildir. Mücadelesi verilen İslam, tıpkı bir güneş gibi her zamanki yerinde varlığını ve enerjisini muhafaza etmektedir.
İslami oluşumlar, cemaatler…vs için asıl olan mücadeledir, şereftir. Seferden sefere yol ne kadar mücadeleden geçse de zaferin bahşedeni yüce Allah olduğu için buna ulaşılmamış olması mağlubiyet olarak telakki edilmemiştir. Hz Nuh kavmi arasında 950 yıl kaldıktan sonra “Ben yenilmedim (Bittim!)…” (26/117) deyince “Yettim ey kulum!” yardımı bir zafer muştusu olarak gemi ve tufan bağlamında yetişmişti. Bunca yıl sonra ona inananların sayısı bir avuç insan olmuştu. Hz. Yunus Ninova halkına 33 yıl boyunca davette bulunmuş ve 33 yıl sonra O`na inanan sadece iki kişi olmuştur. Buna rağmen O; İslam ışığınını temsilcisi olmaktan vazgeçmedikçe başarılı sayılıyordu, çünkü uğraş adına elinden gelen her şeyi yapmaktaydı. 33 yıl sonra bir zelle olarak addedilen terk-i diyar ettiğinde İslam güneşi bu ayrılıktan bir zarar görmemişti. Bu ibretlik olayda eziyet çeken yine kendisi olmuştu.
Tevhid mücadelesinin önderleri olan enbiyanın davetlerinin küfür ehline ve bu günkü İslami cemaatlerin davetlerinin ise iman ehlinden olduğu söyleyen insanlara olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.
Davaların mücadelesi insanlar arası mücadeledir. Davaları insanlar temsil eder, insanlar taşır, insanlar yürütür… hedefte yine insanlar vardır, insanların iknâsı ve teslimiyeti aranır.
Davaları vardır, onları temsil edenlerle birlikte tarihte anılmayacak kadar kısa bir süre için yanıp sönen ateş böcekleri gibi gelip geçerler. Davalar vardır bir mum ışığı gibi kısa süreliğine etraflarını aydınlatırlar. Kimi cemaatsel çaba ve çalışmalar da vardır ki;… “Bir nefhaki Mevla yakmış üflemekle sönmez!..” kabilinden isimlerini tarihe silinmemek üzere kaydederler.
Ne mutlu o insanlara ki; diriliş direniş meş`alesi olup A`la-i hamd sancağını ötelere taşımaktadırlar. Saideyn`in diyarı olarak zikredilen münbit coğrafyada İslami çalışmalarıyla bölge halkının iftiharı, ülkenin onuru ve fesadın, kargaşanın kol gezdiği Ortadoğunun itidal yuvası/adası olan mustazaf / muvahhid Müslümanlar. İslamın kevser havuzu olmayı başarmışlardır. Ulvi değerlerle süslenmiş bu kutlu toplulukla birlikte bulunmak şüphesiz her Müslüman için büyük bir nimettir.
Bu nimetle şerefyab olan dava erleri zamanla sudaki balık misali içinde bulundukları lütuf denizini unutabilir veya sıradanmış gibi görmeye başlayabilirler. Oysa davanın kendisi kevser olunca dava yolunda çalışmanın ve cehd ü gayretin daim kılınması gerekmektedir.
Dava eri nefs planında “Cihad-ı Ekber” boyutunda, beden ve akıl planında ise tebliğ ile hemhal olarak dünyadaki dava kevserini an be an yudumlamalıdır.
Aksi takdirde yerden fışkıran sulara binerek yol alan Nuh`un (a.s) kurtuluş gemisine ardından hayıflanarak bakan mağlup kavmin durumuna düşülecektir. Nitekim inkâr ehlinin kendi inançlarında ısrar etmeleri bir mücadele şekli olduğu gibi, avamın pasif yaşam tarzı da hak ehline karşı bir tutumdur.
Otuz yıldır cihad-ı ekber ile cihad-ı asgarı harmanlayarak halkının umudu olan mustazaflar camiası “ara dönem” olarak nitelendirilebilecek kısa bir sessizlik devresinde insanların “Bu camia eriyip gitti sönüp bitti!” gibi amiyane tespitlerine muhattap oldu.
Elbette ki bunda vahşet yapılanması olan pkk ve bileşenlerinin mazlum halka bir an olsun rahat nefes aldırmaması da çok etkili oldu.
Bir yusufi ile yıllar sonra görüşüne gelen babası arasında geçen kısa diyalog bu konuda ibretlik işaretler sunar. Babası;
- Oğlum bak siz yıllarca “Allah yolunda çalışıyoruz!” dediniz ne oldu! Onca çileniz eziyetiniz hepsi boşa gitti. Silinip gittiniz. Kimse sizin cemaatinizi anmıyor kimse sizi tanımıyor oysa Pkk şimdi tüm bölgede el üstünde tutulmakta, herkes ondan korkmakta, bir dediği iki edilmemektedir.
Babasının bu nakıs tespiti karşısında tebessüm eden yusufi, sayısı elden bırakmadan, şöyle der.
- Baba öncelikle hiçbir çalışmamızın boşa gitmediğini ve karşılığını ahirette yüce Allah`tan tas tamam alacağımızı bilmeni isterim. Yüce Allah kendi uğrunda yapılan hiçbir ameli zayi etmez! İkinci olarak ta şunu belirtmeliyim ki! Bak coğrafyamızın ve tüm Türkiye`nin dört bir yanında Kutlu Doğum etkinlikleri yapılmaktadır. Her yıl yüzlerce alim – alimenin icazet seviyesinde yetiştirilmesi, onlarca Kur`an kursu, okuma salonları, dernekler, gençlik kulüpleri basın – yayın organları, İslam`ı referans olan parti ve dünya Müslümanlarının çığlıklarına ses veren mitingler – paneller – konferanslar bunların tümü kendiliğinden mi gerçekleşti sanıyorsunuz? Pkk gibi gaddar ve hain bir yapının İslam`a karşı yürüttüğü politikalara rağmen bu bölgede hala bunca İslami faaliyet sürdürülebiliyorsa emin ol ki bu ancak (Allah`ın yardımıyla, mustazaflar camiasının dik duruşuyla mümkündür. Eğer bölgede bu Müslümanlar olmasaydı Kürdistan`ın hali pkk`nin Suriye`de ilan ettiği Kürt kantonlarına benzerdi. Pkk o kantonlarda komünist bir yaşam modeli inşa etmek için çabalarken tüm İslami değerleri çiğnemekte ve Müslüman âlimleri öldürüp / sürgün etmektedir. Hamdolsun bizler hem sistemin baskılarına hem pkk`nin mezalimlerine rağmen dün olduğu gibi bugün de dimdik ayaktayız ve islamı en güzel şekilde temsil edip “İla`yı kelimetullah” sancağını yeni gönüllerde ve yeni beldelerde dalgalandırmaya devam etmekteyiz.
Bu gerçekler her ne kadar bir babaya anlatılmışsa da; başta çilekeş yusufiler olmak üzere bu davanın yaşayan tüm fertleri zorlu dönemlerde gözyaşı kan ve alınteri ile bedeli ancak cennet olabilecek kutsal iman tohumlarının semerelerini / torunlarını görmenin bahtiyarlığını yaşamaktadırlar. Hz İbrahime verilen torun müjdesine mukabil İslam davasının yaşadığı bu ilkbahar mevsimine şahid olmak tabir- i amiyane ile “Ölsem de gam yemem!” söylemini dile taşımaktadır.
Ne mutlu hakikat kevserinde ab-ı hayat sunanlara ne mutlu doğru safta duranlara doğrulara uyanlara doğrularla olanlara ne mutlu doğru olup doğruyu yorumlayanlara, doğru için yorulanlara, ne mutlu mustazaftan olanlara, mustazaf olanlara!
Fiemanillah
FARUK KUZU - KANDIRA F TİPİ KAPALI CEZAEVİ