Duruşların en güzeli, İbrahim’in, İsmail’in ve Hacer’in duruşu *
 
Duruşların en güzeli İbrahim`in duruşu olmuştur!
"Duruşlarınız işte hep böyle olsun!" demiştir İbrahim`in Rabbi!
Hiç kimse İbrahim gibi sağlam basmamış şu yeryüzüne!
Hiç kimse şu toprağa İbrahim gibi iz bırakmamıştır!
 
Öyleyse ey gökyüzü!
Şimdi eğil ve bir daha bak, kimmiş,
Bir zamanlar gölgelendirdiğin İbrahim?
Ve ey yeryüzü!
Bağrında sakladığın İbrahim’in farkında mısın?
Ve ey güzel çocuk!
Sen de İbrahim’i şimdi bir başka öğrenmeli,
Bir başka anlamalısın!
Bugün hep İbrahim ile dolmalısın, taşmalısın!
"İbrahim’e en yakın kimdir?" diye bir yarış var,
Sen İbrahim’in hemen yanı başında durmalısın!
 
Ve şimdi gözlerini şöyle güzelce bir yummalısın!
Uçsuz bucaksız okyanusların önünde durduğunu,
Engin deryaları seyre daldığını düşünmelisin…
İşte o İbrahim’dir, bunu iyi bilmelisin!

Ve İbrahim’in yüreğidir şu art arda gelen dalgalar!
Sonra, bir uğultu yükseliyorsa yavaştan yavaştan...
Gittikçe bir başka renge bürünüyorsa okyanus,
Yükseliyor yükseliyor, kabına sığmıyorsa dalgalar,
Yaman bir savaşa tutuşmuşsa karşı kayalıklarla,
Fırlatıveriyorsa üzerindeki pislikleri uzaklara...
Bil ki, işte o zaman İbrahim ayağa kalkıyor,
Yiğit İbrahim, delikanlı İbrahim
 
Üstüne üstüne yürüyor karanlıkların;
"Ey baba, ey kavmim!" diye haykırıyor, güzel yüzlüm
"Nedir şu Allah’ı bırakıp etrafında toplandıklarınız?
"Nedir şu uğrunda eğildikleriniz, tapındıklarınız?
"Nedir şu el açtıklarınız, yalvardıklarınız?
"Nedir şu varıp varıp kapısına dayandıklarınız?
"Nedir şu, rızkınızı veriyor sandıklarınız?
"Nedir şu korktuklarınız, çekindikleriniz?
"Yuh olsun size de"
"Yuh olsun ellerinizle yaptıklarınıza da,
"Yuh olsun yontup yontup taptıklarınıza!
"Yuh olsun dillerinizle büyüttüklerinize!"
 
Ardından biraz yatışmış görürsen suları,
Sükûnet bulmuşsa biraz kükreyen dalgalar
Ve bir tedirginlik almışsa zalimlerin bakışlarını
Vicdanlarına yalancı bir sessizlik çökmüşse…
Birileri senin yanaklarındaki kırmızılığı fark etmişlerse
Alev alev yanan şu göz bebeklerine ilişmişse gözleri
Ve sonra toplantı üstüne toplantı yapılıyorsa bir yerlerde,
Köpüren ağızlardan ekran ekran bildiriler okunuyorsa...
 
Ey benim güzel yüzlüm!
Bil ki, İbrahim için odun toplanmaya başlanmıştır!
Ve senin için hiç de güzel şeyler düşünmüyorlar!
Fakat, senin gözlerin zaten alev alev, yanakların zaten kıpkızıl,
İbrahim zaten bir okyanus, yangınlar zaten onun yüreğinde değil mi?
Öyleyse bırak toplansın toplananlar, yığılsın yığılanlar, tutuşsun tutuşanlar!
Bak işte sen buradasın, yaşanmaya değer kılmaktasın dünyayı
İşte şu da İbrahim,
Ateş dağının yeşil yamaçlarından çıkıp gelmekte olan
"Ben Rabbime gidiyorum,
O bana yolumu gösterecek!" diyen...
Öyleyse biz de gidelim toparlan, birlikte yürüyelim İbrahim’le
Çünkü vakit, kızgın çöllerle denenmenin vaktidir, eşlerle denenmenin,
Çocuklarla denenmenin, yaman mı yaman bir denenmenin vaktidir!
Bir tarih yazılıyor, yakından seyredelim
İbrahimce duruşa biz de eşlik edelim!
 
"Göğsümden ciğerlerimi çıkardım, şuraya, şu ıssız vadiye koydum, susuz, ekinsiz vadiye,
Senin için ey Rabbim! Sana secde sunulsun, Sana kulluk edilsin!"
 
Bir ömür yolunu gözlediği kutlu yavrusunu, yavrusunun annesini
Oracıkta bırakmış, bakmadan yürümüşse, bir daha hiç dönmemişse,
"Rabbim böyle istedi."demişse İbrahim...
Artık ne demek düşer Hacer`e?
Tükeniverir birden sözler, herkes teslim olur İbrahim’in Rabbine
Başlar öne eğilir, o fasıl orada kapanır, yeni bir sayfa açılır tarihe.
Bir ümmet yeşersin şu çölün ortasından, insanlığa şahid olsun
Siyahlara bürünmüş Ka`be`nin yanından, şu siyah cariyeden
Bürüsün bütün ufukları, bürüsün bütün bir yeryüzünü diye...
 
Biliyor musun ey kutlu Hacer, ey siyah cariye?
Senin koşuşturduğun o iki tepeye
"İşte şunlar, şu iki tepe
Yeryüzündeki işaretlerimdir!"
buyurdu Allah!
Kumlara karışan siyah topukların hakkı için
Bir Safa, bir Merve çırpınıp duran yüreğin hakkı için
Koşsun, yürüsün oralardan beşeriyet!
Önce İbrahim koşsun, yürüsün senin izinden,
İsmail yürüsün ve ardından gelenler yürüsün
Ve sonra o Rasûl koşsun yürüsün!
Ardından milyonlar, milyonlar koşsun yürüsün!
Seni yaşasın, sana bürünsün,
O gün herkes bir Hacer olsun
Bir siyah cariye olsun
Ve hep böyle sürsün gitsin
Yerler ve gökler durdukça!
 
Fakat bizim sözümüz dönsün dolaşsın yeniden İbrahim üzerine gelsin!
Hem nasıl gelmesin güzel sözlüm!
Gökler hep onun sözünü ediyor,
Kitaplar hep onu yazıyorken,
"Andolsun şu beldeye,
"Andolsun bir babaya
"Andolsun bir oğula!"
diyorken Âlemlerin Rabbi
Yeryüzünden bir beşeri seçiyor
Dostum, Halilim diye ilan ediyorken,
İşte orada bir durmalıyız, düşünmeliyiz,
Ve irkilmeliyiz, gerçekten irkilmeliyiz
Sonra, bir asra yakın hasretle beklenen,
Kutlu çocuğu, göz aydınlığı İsmail’i bilmeliyiz,
Gelsin diye dua dua yolu gözlenen,
Hicretlerle dolu bir ömrün meyvesini anlamalı,
İbrahim’in gönlündeki yerini bir düşünmeliyiz
 
Biliyor musun, İbrahim gibi hiç kimse denenmemiştir,
Hiç kimseden kendi eliyle İsmailini kurban etmesi istenmemiştir!
Hiç kimse de İbrahim gibi teslim olmamış,
İsmail gibi boyun eğmemiş Yüce Rabbe!
Aslında şu kurban vadisinden biz kendimizi seyretmeliyiz!
Sormalıyız kendi kendimize ki
İbrahim’i anlamanın neresindeyiz?
Bilmeliyiz İbrahim nerede duruyor,
İsmail nerede ve biz neredeyiz?
İsmail çapında neyimizi kurban ediyor, neyimizden geçiyoruz?
Kestiğimiz şu hayvan neyin nesi,
Hangi İsmail’in fidyesi?
Ne kadar uzak düşmüşüz İbrahim’in Rabbine,
Nerelere savrulmuşuz?
Nerelerden yaklaşmalıyız,
Nerelerden, nasıl toparlanıp gelmeliyiz?
 
*Bu yazı Mehmet Göktaş’ın Kemasalleyte” isimli kitabından alınmıştır.
 
Mehmed Göktaş / İnzar Dergisi / Kasım 2011