Ahmet Yılmaz / Yazı Dizisi / Doğruhaber
Bütün insanlık gibi Müslümanların da deneyimlerine ulaşmanın iki yolu vardır: Derinlemesine bir gidiş, yani tarihi öğrenmek ve genişlemesine bir açılış, yani İslam dünyasının güncel durumunu araştırmak.
Aliya İzzetbegoviç’i tanımanın bu iki alanı da ilgilendiren yönleri vardır. O bir yönüyle, vefat etmiş bir Müslüman olarak tarihe geçmiş, diğer yönden günümüzü ilgilendirmesiyle hâlâ yaşayan bir tecrübedir.
Dostunun da düşmanının da, Batı’nın da İslam dünyasının da Sünni’nin de Şii’nin de takdir ettiği bu tecrübeyi öğrenmekte yarar vardır.
Bosna, Osmanlı’nın Hıristiyan dünyadan fethedip sömürgecilik sonrası güçlenen Batı dünyasına bırakmak zorunda kaldığı topraklarda bir İslami hareket çıkarmış tek coğrafyadır.
Bosna, tamamı Avrupa içinde kaldığı hâlde Avrupa’ya karşı bir kurtuluş savaşı vererek kısmen de olsa özgürlüğüne kavuşmuş ve bunu bir İslami hareket üzerinden elde etmiş tek yerdir.(1)
İzzetbegoviç, Batı coğrafyasında ve bir Batı halkı içinde bir İslami hareket geliştirmiş ilk liderdir.
20.yüzyıldaki İslami ihya hareketinin, ana hatlarıyla, iki kuşağı vardır: İmam Hasan El-Benna, Üstad Bediüzzaman, Seyyid Kutup, Mevdudi, İmam Humeyni, Mehmed Zahid Kotku’dan oluşan ilk kuşak hareketin daha çok teorisini oluşturdu ve hareketi toplum içinde (kısmen tecerrüd etmiş) bir cemaate ulaştırdı. Bu kuşak, çizgiyi ifade etmekte keskindir; dışarıya karşı genelde kapalıdır. Hareketin kendi rengini belirgin kılması üzerine odaklanmıştır.
Aliya İzzetbegoviç, Raşid El Gannuşi, Şeyh Ahmed Yasin, Selamet Haşimi (Cezayir FİS), Necmettin Erbakan, Cevher Dudayev ile Kurmay heyeti ve ismini burada belirtemediğimiz isimlerden oluşan ikinci kuşak, hareketi toplumlarının temsil kabiliyetine çıkarmayı, ümmet içinde ona kendi toplumlarını temsil anlamında bir milli kimlik kazandırmaya, teoriye pratikte yer bulmaya çalıştılar. Geniş kitleler oluşturmalarıyla hem taktir topladılar hem de pratikte karşılaştıkları zorlukları aşmak için geliştirdikleri yöntemler yüzünden açıktan veya gizlice eleştirildiler.(2)
İzzetbegoviç, bu kuşak içinde fikirsel yanını İslam dünyasında ve Batı’da en çok duyurmuş, bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı konumuna çıkacak kadar topluma ait olmuş bir isimdir.(3)
Bu yönleriyle hem Bosna hem Aliya İzzetbegoviç 20.yüzyılın önemli bir tecrübesidir.
BOSNA NEREDEDİR?
Bosna, eski Yugoslavya toprakları içinde yer alan bir Balkan ülkesidir. Nüfusu, %30’u Müslüman olmak üzere 4 milyondan biraz fazladır.
“Bosna-Hersek, Avrupa’da kendisine ait bir tarihe sahiptir. 1180 ile 1436 Miladi yılları arasında bağımsız bir devletti. 1580 – 1878 yılları arasında, bir Osmanlı eyaletiydi. 1878’den 1918’e dek Avusturya – Macaristan İmparatorluğu içinde özel bir yönetime sahipti. 1945’ten 1992’ye kadar ise Yugoslavya’nın Federal Cumhuriyetlerinden biriydi. Dolayısıyla 800 yılın 650’si boyunca, haritalarda Bosna adıyla siyasal bir varlık olarak yer aldı.”
Eskiden Katolik olan Bosna kilisesi 1230’dan sonra Vatikan’dan uzaklaştı. 16. yüzyıldan itibaren Rus Ortadoks kilisesinin etki alanına girdi.
Osmanlı’nın 1436’da Bosna’yı Fethetmesiyle Bosna-Hersek İslam’la tanışma şerefine erdi, aşama aşama Müslümanlaştı. Bosna’da birbiriyle akraba olan, esasta Slav ırkı içinde yer alan üç toplum vardı: Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar. Ancak Bosna dini kimliğe kavuşurken ortodoks kalan herkes kilise etkisiyle Sırp; Katolik kalan herkes Hırvat olarak kendisini tanıttı. Ya diğerleri! Bu noktada, Bosna, ümmet tarihinde apayrı bir yere sahiptir.
BOSNA ÜMMET TARİHİNDE MÜSTESNA BİR YERDİR
Bosna-Hersekli Müslümanların çoğu Boşnaktı. Ama Sırp ve Hırvatlardan da çok sayıda Müslüman vardı. Yunanistan ve Bulgaristan’da Müslüman olan herkes kendisini “Türk” olarak adlandırıyordu. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı coğrafyada da müslüman olan Süryani ve Ermeniler, Müslüman olmakla Kürtleşmeyi de kabul etmişlerdi. Şüphesiz ki, ne Yunanistan ve Bulgaristan’da ne de Kürt coğrafyasında bir dayatma söz konusu değildi, bu hakim kimliğe gönüllü bir geçişti.
Boşnaklık hakim bir kimlik değildi; Boşnak Müslümanlar, kimliklerini dayatsalardı İslam’ın kapıları diğer unsurlara kapanabilirdi. Onlar bir fedakârlık yaptılar ve milli kimliklerini alta atarak kendilerine sadece “Müslüman” dediler. Böylece Hindistan’dan da daha belirgin bir şekilde belki yeni dünyada ilk kez İslam dünyasında “Müslüman” adı, Kur’an’ın tarifine yüzde yüz uyacak kadar, tam da Medine’de olduğu gibi millet adı oldu. İslam, milli bir kimlik olarak resmiyet kazandı.
Fransız ihtilâli’nden sonra ve Rusya’nın çok özel çabalarıyla 19.yüzyılda kavmiyetçilik, Bosna’da da yayıldı. Buna rağmen 20.yüzyılın başında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Slav unsurlara kendi etnik (Kavmi) teşkilatlarını kurma hakkını verdiğinde 1906-1908 sürecinde üç teşkilat kuruldu: Sırp Ulusal Örgütü (1907), Hırvat Ulusal Örgütü (1908)... Ya üçüncüsü, o ikisinden de önce kuruldu ve kendisine Boşnak değil, Müslüman Ulusal Örgütü (1906) adını verdi. Böylece İslam, resmen bir millet adı oldu.
O dönemde elbette, Kavmiyetçilik Müslüman entellektüeller arasında da yayılmıştı. “Kimi Müslüman entelektüeller kendilerini Sırp veya Hırvat olarak deklare ettiler.” Ama onların tutumu bireysel kaldı ve asla toplumsal bir zemin kazanmadı.
Miladî 1948... Hitler Almanya’sı, Musolini İtalyası daha dört yıl önce tasfiye edilmiş. Avrupa, milyon insanın ölümüne yol açan faşist kavmiyetçiliğin alev dalgalarının yaktığı vicdanları daha soğutmamış. Stalin, II. Dünya Savaşı’nın galiplerinden. Doğu Avrupa, Marksist dinsizliğin işgalinde. İslam dünyasında milliyetçilik kök salıyor. Arapçılık, Farsçılık bir yana, Iraklılık, Suriyelilik, Mısırlılık, Sudanlılık gibi habis, sözde vatanî (dar bölgeci) yeni bir milliyetçilik dalgası yayılıyor. İşte o karanlık günlerde Bosna-Hersek’te bir nüfus sayımı yapılıyor ve Müslümanlara etnik durumlarıyla ilgili üç seçenek sunuluyor: Kendinize Müslüman Sırp, Müslüman Hırvat ya da (Kendinizi nationally undeclared (Ulus beyan etmeksizin) Müslüman diyebilirsiniz.
Sonuç: 72 bin kişi “Sırp Müslümanım” 25 bin kişi “Hırvat Müslümanım” diyor. Sadece Müslümanım diyenler ise 778 bin kişi olarak kayda geçiyor. 1953 sayımı da benzer bir sonuç verince 1971 sayımında diğer seçenekler kaldırılıyor sadece “Müslümanım” seçeneği bırakılıyor böylece “Müslüman” kavramı ilk defa resmen bir ulus adı oluyor. Acaba Bosna’da Müslüman olmayı bu kadar güçlendiren neydi?
BOSNA’NIN İKİ GÜÇ KAYNAĞI: MEDRESELER ve ESNAFLIK
Ülkeler ya İran gibi kılıçla fethedilir ya Kürt coğrafyası gibi anlaşmayla ya da Orta Asya Türk coğrafyası gibi davetçilerin dilleriyle... Ama “Fetih” tek başına İslam’ın bir yere yerleşmesini sağlamaz. Sadece İslam’ın önündeki engelleri kaldırır.
Din, bir coğrafyada eğitim kurumlarıyla kendisine yer edinir; esnaflar üzerinden bir esnaf kesimine ulaşarak “şehirli” kimliğine ulaşır, o ekonomik güçle sivil olarak örgütlenir ve devlet yönetimlerindeki değişmenin yol açtığı istikrarsızlıktan kendisini yaşatabilecek kadar korur.
Bosna’da İslam’ın bir Kurtuluş hareketi çıkarmış olmasının altında bu sosyolojik formüle uygun bir serüveni var. Bosna’yı Osmanlı’nın fethettiği topraklardan ayıran en önemli özelliklerden biri burada güçlü bir medrese ağının kurulmasıdır. Güçlü vakfiyelerle desteklenmiş bir medrese ağı… Öyle ki 1878’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna’yı devraldığında ülke topraklarının ekilebilir kısmının yaklaşık üçte bir oranında vakıf malı olduğunu tespit ediyor. Medrese ve camiler için mükemmel bir destek…
Öte yandan Endülüs’ten kaçan Yahudilerin bir kısmı Bosna’ya yerleştiriliyor. Buna karşılık Müslüman Bosna esnafı Osmanlı tarafından destekleniyor, güçlendiriliyor.
MÜSLÜMAN BİR AİLENİN SEMERESİYDİ ALİYA
1925’te, Bosna-Hersek’in Bosanski Samac ilinde doğdu. Eşraf bir ailenin çocuğuydu. Ailesinden belediye başkanlığı yapanlar vardı. İki yaşındayken Saray Bosna’ya taşındılar. İlkokulu orada okudu. İlkokul öğretmenlerinin hemen hemen hepsi Sırptı. Bu, Müslümanları sırplaştırma projesinin bir ürünüydü.
1925’te, Bosna-Hersek’in Bosanski Samac ilinde doğdu. Eşraf bir ailenin çocuğuydu. Ailesinden belediye başkanlığı yapanlar vardı. İki yaşındayken Saray Bosna’ya taşındılar. İlkokulu orada okudu. İlkokul öğretmenlerinin hemen hemen hepsi Sırptı. Bu, Müslümanları sırplaştırma projesinin bir ürünüydü.
Ama ailesi şuurluydu. Babası, on yılını yatakta geçirecek kadar hasta oluduğundan annesi onun eğitimini üzerine aldı.(4)
Kendisi de şöyle diyordu: “Rahmetli annem çok dindar bir kadındı ve dine olan bağlılığımı (en azından kısmen) ona borçluyum. Sabah namazlarına tam vaktinde kalkardı. Beni de kaldırırdı ki ben de Haciyska Camii’ne gidebileyim. 12-14 yaşlarındaki bir çocuk olarak tabiidir ki biraz tereddüt ederdim kalkma konusunda. Ama eve daima mutlu dönerdim. Yaşlı İmam Mujezinoviç ikinci rekatta daima, Kur’an’ın harika surelerinden olan Rahman suresini okurdu. Taze bahar sabahındaki o cami, sabah namazında okunan o Rahman suresi ve civardaki herkesin kendisine saygı duyduğu o alim, uzun yıllar öncesinin sisleri arasında görebildiğim en güzel görüntüleri oluşturmaktadır.”
Dikkat edilirse Sırplaştırma projesine karşı, bir Müslüman anne direnişi ve onun da içinde yer aldığı bir sivil İslami yapılanmayla yüz yüzeyiz. İşte bu sivil İslami yapılanma, o devlet desteğindeki Sırplaştırma projesini yeniyor.
Aliya, gençlik döneminde, Bosna’nın ünlü lisesi Erkek Lisesine kayd oluyor. Orada komünistler örgütlü. O henüz 15 yaşında ve komünist öğrenciler Müslüman genç avında. Eşitlikten, adaletten söz ediyorlar ve bu, baskı altındaki müslümanlara çekici geliyor. Aliya, onlardan etkileniyor ama onların Allah hakkındaki düşünceleri ona doğru gelmiyor, ona göre Allah’a iman, halkı ezen değil, halkı Kral ve İmparatorlara karşı koruyan bir güçtür: “Tanrısız, bir kainat, bana anlamdan yoksun görünmüştür her zaman. Bu nedenle inancım bir iki yıllık bir salınımdan sonra geri döndü ama farklı bir biçimde. O (İslam), artık sadece atalarımdan devraldığım bir din değildi, yeni baştan edinilmiş bir inançtı. Ve onu bir daha hiç yitirmedim"
Aliya, okulda durumu orta bir öğrencidir; bunu o günlerde hocalarının Sırp olmasına bağlar. Kendisini Batı felsefesine verir. Bergson’u, Kant’, Spengler’i okur. II. Dünya Savaşı yıllarında okulu bitti. Askere gitmesi gerekmektedir. Bosna’da Nazi yanlısı bir rejim var. Aliya askere gitmez, kaçak olmayı tercih eder.
Bosna Medreseleri
“Ocak 1946’da ilan edilen Yugoslav Federal Anayasası, 10 yıl önce yürürlüğe konmuş Sovyet anayasasının kopyasıdır. Şeriat mahkemelerini yasaklıyor. Kur’an dersinin verildiği “mektep”leri kapatıyor, Müslümanların “Gayret” gibi eğitsel derneklerinin faaliyetlerine son veriyor. Sadece iki medresenin açık kalmasına izin veriyor.”
Ama nasıl ki medrese, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla Anadolu’da İslam son bulmamışsa Bosna’da da bu kararla İslam bitmiyor. Sivil yapısı, istikrarsız devlet düzenine karşı onu koruma altına almış; Müslüman halk, çocuklarını kendi imkânlarıyla yetiştiriyor ve bu sivil yapı, Bosna’da 1940’lı yılların sonunda “Genç Müslümanlar” adlı, öğrenci ağırlıklı bir İslami hareket doğuruyor.
1-Bosna müslümanlarının İslam kimliğini bir şuara dönüştürüyor.
2-Bosna müslümanlarını bilgi zırhıyla donatıyor.
3-Bosna müslümanına “biliyor olmanın” saygınlığını kazandırıyor.
4-Etrafında bir şehir hayatı oluşturarak kırsaldan şehre göç eden Sırp ve Hırvatların İslam’la şereflenmesinin ortamını hazırlıyor.
2-Bosna müslümanlarını bilgi zırhıyla donatıyor.
3-Bosna müslümanına “biliyor olmanın” saygınlığını kazandırıyor.
4-Etrafında bir şehir hayatı oluşturarak kırsaldan şehre göç eden Sırp ve Hırvatların İslam’la şereflenmesinin ortamını hazırlıyor.
Esnaflar
Müslümanların; dış güçlerin varlığına önem verecekleri, ekonomik ağırlığına ihtiyaç duyacakları, dolayısıyla sözünü dikkate alacakları, bir temsil gücüne sahip olmasını sağlıyor. Bosna’ya gelen para düşkünü Batılı, Bosna eşrafının söyleyeceklerini dinlemeyi, kapitalist Avrupa’da onun ait olduğu ekonomik sınıfın gözardı edilemez bir hakkı olarak görüyor. Bosna eşrafının “Boşnak kimliği” yerine “Müslüman kimliği”ni öne çıkarma isteğini ister istemez saygıyla karşılıyor.”
Müslümanların; dış güçlerin varlığına önem verecekleri, ekonomik ağırlığına ihtiyaç duyacakları, dolayısıyla sözünü dikkate alacakları, bir temsil gücüne sahip olmasını sağlıyor. Bosna’ya gelen para düşkünü Batılı, Bosna eşrafının söyleyeceklerini dinlemeyi, kapitalist Avrupa’da onun ait olduğu ekonomik sınıfın gözardı edilemez bir hakkı olarak görüyor. Bosna eşrafının “Boşnak kimliği” yerine “Müslüman kimliği”ni öne çıkarma isteğini ister istemez saygıyla karşılıyor.”
“Ocak 1946’da ilan edilen Yugoslav Federal Anayasası, 10 yıl önce yürürlüğe konmuş Sovyet anayasasının kopyasıdır. Şeriat mahkemelerini yasaklıyor. Kur’an dersinin verildiği “mektep”leri kapatıyor, Müslümanların “Gayret” gibi eğitsel derneklerinin faaliyetlerine son veriyor. Sadece iki medresenin açık kalmasına izin veriyor.”
Ama nasıl ki medrese, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla Anadolu’da İslam son bulmamışsa Bosna’da da bu kararla İslam bitmiyor. Sivil yapısı, istikrarsız devlet düzenine karşı onu koruma altına almış; Müslüman halk, çocuklarını kendi imkânlarıyla yetiştiriyor ve bu sivil yapı, Bosna’da 1940’lı yılların sonunda “Genç Müslümanlar” adlı, öğrenci ağırlıklı bir İslami hareket doğuruyor.
Devam edecek...
Dipnot 1: Arnavutluk ve Kosova’daki hareketler lâiktir. Arnavutluk, bağımsızlığını Batı’nın desteğiyle Osmanlı’dan elde etmiş. Kosova’daki kurtuluş hareketi ise sol görüşlüdür.
Dipnot 2: Keskin çizgilere sahip olmayan bu sınıflama içinde İmam Humeyni’nin farklı bir yeri vardır. O, teorisine pratik fırsatı bulmuş bir isimdir. 1970’lerden önce ilk kuşağa aitken özellikle 1978’den sonra ikinci kuşağa aittir. O dönemde Ben-i Sadr gibi kişileri elde tutma girişmleri onu ikinci kuşağa yöneltilen kimi eleştirelere maruz bıraktı.
Dipnot 3: İzzetbegoviç, pratik açısından, belki en çok Dudayev’le karşılaştırılabilir. Ancak Bosna’da Müslümanlar, mevcut İslam coğrafyasından kopuk bir azınlık iken Çeçenistan’ın neredeyse tamamı Müslümandır ve Rus işgalinde de olsa Çeçenistan, mevcut İslam coğrafyasının içinde sayılır.
Dipnot 4: Diyebilirim ki 20. yüzyılın bütün İslami ihya hareketleri önderleri anneleri tarafından yetiştirilmiş. O büyük ihya hareketi adeta annelerin ürünüdür. Üstad Bediüzzaman, Seyyid Kutup, İmam Humeyni, Cevher Dudayev hatırladığım yetimlerdir.