“Bu kitap Erbakan Hoca`yı anlamak ve izlemek isteyenlerin, O`nun hakkında kapsamlı bir bilgiye sahip olabilmeleri temennisi ile yazıldı" diyen Ekrem Kızıltaş`ın kitabı Hayat Yayınlarından Herkesin Hocası Erbakan adıyla çıktı. Kızıltaş, Erbakan Hoca`nın hayat evrelerini, karşılaştığı olayları, kritik zamanlarda verdiği kararları, hayata bakışını, kronolojik bir anlatıyla okuyucuya sunuyor. Kızıltaş’la Türk siyaset tarihinin son 40 yıllık sürecinde ismi hep gündemde olmuş, siyasetçiliğin yanı sıra , mühendis ve İslami bir figür olarak hafızalara kazınmış Erbakan `nın hayatını ve siyaset dünyasındaki yerini konuştuk.
Necmettin Erbakan’ın hayatını anlatan biyografi çalışmanız yayımlandı. Çalışmanızın adı Herkesin Hocası adını taşıyor. Niçin?
Kitaba ‘Herkesin Hocası ERBAKAN’ isminin verilmesi, Hayat Yayınları ile ortaklaşa aldığımız bir karar. Türkiye’de ve İslam Aleminde hemen herkes Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı, ‘Hoca’ olarak bilir ve öyle zikreder, bildiğiniz gibi. İsmin böyle olması bu temelden hareketle gerçekleşti. Başbakan olduğu dönemlerde bile ‘Başbakanım’ değil, ‘Hocam’ denirdi kendisine. Herkesin Hocası’ydı yani…
Erbakan nasıl bir aile ortamında dünyaya geldi? Doğduğu yılların sosyal ve siyasal özellikleri nelerdir?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan 29 Ekim 1926’da Ağır Ceza Reisi bir babanın oğlu olarak Trabzon’da dünyaya gelmiştir. Babası Mehmet Sabri Bey’in Adana havalisinde bulunan Kozanoğlu Beyliği’ne mensup olduğunu biliyoruz. Yani köken olarak asil diyebileceğimiz tahsilli bir babanın evladı. Cumhuriyetin ilk yıllarından bahsettiğimize göre dönemin siyasal ve sosyal şartları malum. Bu şartları Erbakan’ın nasıl okuduğunu ise sonradan yapmaya çalıştıklarından anlayabiliyoruz. Malum, Erbakan Hoca önce bu ülkenin kendi motorunu yapabilmesi, sanayileşmesi için gayret gösterdi. Bu çabayla beraber güttüğü diğer hedef ise ‘önce ahlak ve maneviyat’ sloganında ifadesini bulmaktaydı.
Nakşibendilik ve Siyasal Parti
Gümüşhanevi Şeyhi Abdülaziz Bekkine ile Erbakan arasında nasıl bir ilişki var? Mesela O’na oldukça erken bir tarihte “`Müslümanların partisi ne zaman kurulacak?” şeklinde bir soru sormuş mudur Erbakan?
Erbakan Hoca ile Abdülaziz Bekkine Hz. arasındaki ilişki, tasavvufi manada bir bağlılık. Erbakan Hoca’nın İTÜ’de talebe olduğu yıllarda başlayan bu bağlantı, aynı yıllarda Zeyrek Camii çevresinde bulunan diğer kişilerle beraber sürdürülen ve anlaşıldığı kadarıyla sadece mürid-mürşid bağlılığı olarak kalmayıp, ülkenin hali ve istikbali üzerine ortaklaşa kafa yorulan bir mahiyet de arz ediyor. Erbakan Hoca’nın Abdülaziz Bekkine Hazretleri’ne, ‘Müslümanların partisi ne zaman kurulacak?’ şeklindeki soruyu sorduğu zaman dilimi 1950’ler Türkiye’si. Sonraki akışa baktığımız zaman, bunun bir niyetten çok, belki ileriye yönelik bir ümit ve merakla alakalı olduğunu söyleyebiliriz.
Peki, Bekkine’nin 1952’de vefatından sonra onun bağlıları arasında çıkan bir ihtilaf var. Nurettin Topçu mesela Mehmet Zahit Kotku’nun onun yerine geçişini onaylamıyor. Erbakan’ın Avrupa’ya gidişine Bekkine’nin onay verdiğini de belirtiyorsunuz. Ama Bekkine ile ilgili anlatımlarda onun teknoloji karşıtı olduğuna ilişkin anlatımlar da var. Bu çerçevede yaşanan tartışmalar ve değerlendirmelere dair neler söylersiniz?
Abdülaziz Bekkine Hazretleri’nin vefatı sonrasında olup bitenlerle alakalı detaylı bir bilgim yok. Zikredilen hususla alakalı olarak; bağlılık, bağlı olunan kişinin yerine kimin geçeceği ile alakalı karar verme hakkını verir mi sorusunun cevabını araştırmak gerek. Abdülaziz Bekkine Hazretleri’nin teknoloji karşıtlığı ile alakalı rivayetleri de, Hazretin teknolojiye mi, yoksa ithal teknolojiye mi karşı olduğu sorusuyla karşılamak ve herhalde konuyu bu mecrada açmaya gayret etmek gerek. Talebelerinden birisi Türkiye’nin ağır sanayiye kavuşması için hayatını vakfetmiş bir kişiden bahsediyoruz.
Almanya Yılları
Erbakan’ın Almanya yıllarında öne çıkan veya üzerinde durulması gereken başlıca olaylar hangileridir?
Erbakan Hoca’nın Almanya yılları ile alakalı en önemli konu bence orada üst üste gösterdiği akademik başarılar ve bunun yanında kendisine sunulan bütün cazip tekliflere rağmen ülkesine dönmeyi tercih etmiş olmasıdır. Abdülaziz Bekkine Hazretleri ve sonradan Mehmet Zahid Efendi’nin, batıya gitmek isteyen başka bazı isimlere, ‘aslınızı kaybedebilirsiniz’ mülahazası ile izin vermedikleri biliniyor. Almanya yıllarında inancının değerleri ile ilgili hiçbir husustan taviz vermediğini bildiğimiz Erbakan Hoca’nın ise kendisine gösterilen güvene layık olduğunu görüyoruz. Burada vurgulanması gereken bir başka husus da; Erbakan’ın, bütün ilmi gelişmelerin temelinde vaktiyle Müslüman alimlerin çalışmalarının olduğuna olan inancıdır. Bu sebeple olacak Erbakan, ilim ve teknolojideki üstünlüğün, eğer gereği gibi çalışılabilirse tekrar Müslümanlara geçebileceğine inanıyordu.
Son yıllarda tartışılan yerli otomobil meselesine ilişkin de önemli değiniler var çalışmanızda. Gümüş Motor projesi niçin başarısız oldu?
Üniversite öğretim üyeliği sırasında motor imal etme girişimlerini başlatan Erbakan, kendi motorumuzu yapma hususundaki kararlılığını Gümüş Motor girişimi ile sürdürdü ve 1956’da atılan temelden sonra Gümüş Motor Fabrikası 1960’da üretime başladı. Gümüş Motor halen faaliyetlerini Pancar Motor adı altında sürdürüyor biliyorsunuz. Dolayısıyla bir başarısızlıktan değil, o dönemde bu girişime şiddetle karşı olan bazı iç ve dış çevrelerin Gümüş Motor’u başarısız kılma faaliyetlerinden ve bunun sonucunda da fabrikanın başka ellere geçmesinden bahsetmek gerek. Gümüş Motor girişimi, Türkiye’nin tarımdan başka bir şeyle uğraşmaması ve teknoloji ihtiyacını ya ithalat, ya da montaj sanayi ile karşılaması gerektiğini düşünenler tarafından baltalanmaya çalışıldı. Baltalama çalışması, Türkiye’nin kendi motorunu üretmemesi gerektiği kanaatinde olanların Odalar Birliği ve Sanayi Bakanlığı üzerinde etkili olmaları sebebiyle başarılı olduğu için de, Erbakan Hoca Odalar Birliği üzerinde çalışmalara başlıyor.
Milli Birlik Komitesi ve Devrim Otomobili
27 Mayıs darbesini yapan MBK Erbakan’dan ne istiyor? Bu talep nasıl sonuçlanıyor?
Türkiye’nin kendi motorunu, arabasını yapabileceğine inanan ve bunu fiili olarak ispat da eden Erbakan Hoca ile Milli Birlik Komitesi arasında çok çeşitli temaslar var. MBK içinde de değişik görüşlerin olduğunu ve bunlardan bazılarının ülkenin sanayileşmesinin önüne konulan engelleri kaldırmak amacıyla Erbakan Hoca ile temas kurdukları anlaşılıyor. Erbakan Hoca’nın Mart 1961’de Bakanlar Kurulu’na ve ardından Milli Savunma Bakanlığı’nda zamanın generallerine sanayileşme konusunda brifing vermesi de bu temasların bir neticesi. Mayıs 1961’de zamanın Cumhurbaşkanı Gürsel’in de katıldığı bir Otomotiv Sanayii Kongresi yapılıyor ve hemen ardından Devrim Otomobilleri’nin yapılması emri veriliyor. Sürecin nasıl işlediğine baktığımızda, Erbakan Hoca ve kendisine yakın bir çevrenin sanayileşmemiz için girişimlerde bulundukları ve başka bazılarının da buna mani olmak için çalıştıklarını görürüz.
Yaşanan bu durumda Erbakan’ın dini kimliği etkili mi?
Erbakan Hoca ve beraber hareket ettiği ekibin tamamı Milliyetçi-Muhafazakar görüşten kişiler. Onlar Türkiye’nin gelişmesi ve ilerlemesi için gayret gösterirlerken, başka birileri de ülkenin yerinde sayması için çabalıyor. O zamanlar daha sonra ortaya çıkan gerici-ilerici tartışmaları henüz başlamamış olsa gerek.
Sabahattin Zaim’in hatıratından da epey aktarım var. Zaim Hoca Erbakan’ın hayatına ilişkin ne tür bilgiler aktarır?
Prof. Dr. Sebahattin Zaim ve Erbakan Hoca’nın yollarının sık sık kesiştiğini söyleyebiliriz. Gümüş Motor girişiminde beraberler mesela. Zaim Hoca üniversitede devam etse de, birçok durumda Erbakan Hoca ile beraber hareket etmek durumunda kalıyor. Milli Nizam ve Milli Selamet dönemlerinde aktif olarak işin içinde olmasa da, partilerin ekonomik programlarının hazırlanması işinde görev alıyor. Hatıralardan, Sebahattin Hoca’nın biraz daha teenni ile hareket edilmesinden yana ama Erbakan Hoca’nın daha atak, daha girişimci olduğunu anlıyoruz. Zaim Hoca, zaman zaman Erbakan Hoca’nın hızından şikayet ediyor olsa da, eninde sonunda her zaman yanında olduğu ve O’nu desteklediği anlaşılıyor.
Odalar Birliği Süreci ve Sonrası
Erbakan’ın Odalar Birliği başkanı olmak istediğini belirtiyorsunuz. Niçin? Odalar Birliği yıllarında hangi icraatları ile öne çıkıyor Erbakan?
Gümüş Motor girişiminin baltalanması çabalarında Odalar Birliği’nin büyük rolü var. Erbakan önce bu kuruluşun Sanayi Dairesi Başkanı oluyor ve ardından da genel sekreterliğe geliyor. O dönemde yatırımlar için dövize ihtiyaç var ve bu dövizlerin memleket sathındaki yatırımlara nasıl dağıtılacağı hususunda da Odalar Birliği söz sahibi. Erbakan Hoca genel sekreterlik makamında da Anadolu’nun sanayileşmesi için gereken adımları atamayınca, Odalar Birliği’nin genel başkanı olmaya karar veriyor. Süreç içerisinde kuruluşun Anadolu teşkilatıyla kaynaştığı için de bu istediğine kavuşuyor. Ancak burada da siyaset duvarı karşısına çıkıyor.
Peki Erbakan’ı siyaset dünyasına katılmaya zorlayan sebepler nelerdir?
Odalar Birliği Genel Başkanlığına seçilen Erbakan, yaygın sanayileşme için atmaya çalıştığı adımların siyasi irade tarafından reddedilmesi ve ardından da polis marifetiyle Odalar Birliği Genel Başkanlığı’ndan uzaklaştırılma olayı yaşandığında, artık yapılması gerekenin siyasette başarı kazanmak olduğu kanaatine varıyor. Türkiye’nin sanayileşmesinin önündeki engelleri kaldırmak için başlayan ve üniversite, fabrika kurma, Odalar Birliği’nde yöneticilik gibi aşamalardan geçen yolu, böylelikle tabii olarak siyasette neticeleniyor.
Erbakan’ın Adalet Partisinden milletvekili adayı olma isteği ve başvurusu niçin reddedilir?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve beraber hareket ettiği ekibin niyetlerini en iyi bilen kişilerden birisi de Süleyman Demirel. Erbakan Hoca Türkiye’nin yaygın bir biçimde sanayileşmesi için çalışıyor ve bu konuda en ciddi karşıtlarından birisi olan Demirel’le de bu hususta sık sık tartışıyor. Erbakan Hoca’nın siyasete girme kararı seçimlere yakın bir zamanda alındığı için, bağımsız adaylık yerine, belki kabul edilebilir düşüncesiyle AP’ye müracaat ediliyor. Muhtemelen Erbakan Hoca ve beraberindekilerin AP yönetimini ele geçirme ve partiyi dönüştürme niyetinde olduklarını da bilen Demirel, adaylık başvurusunu veto ediyor.
Erbakan’ın bağımsız adaylığını destekleyen Necip Fazıl’ın Erbakan’a ve hareketine bakışında zamanla kırılmalar ve değişmeler yaşanıyor. Bunun sebebi nedir?
Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Milli Görüş hareketine bakışındaki değişiklikler ve kırılmalar, başlı başına kitap çapında bir konu bence. Basitçe ifade etmek gerekirse; teori ve pratik arasındaki kaçınılmaz çatışma sebebiyle böyle oldu diyebiliriz. Üstad, hemen her gelişmenin kendi arzu ettiği biçimde gerçekleşmesini istiyor ve bekliyor idiyse, kısmi kırılma ve çatışmaların kaçınılmaz olduğu ortaya çıkar.
Erbakan’ın milliyetçi/mukaddesatçı ehveni şer mantığından uzaklaşarak MNP’yi kurması karşısında ilk eleştiri yazısını Zeyrek’te beraber olduğu Nurettin Topçu kaleme alıyor. Topçu Erbakan ve hareketine neden bu kadar mesafeli? Necip Fazıl’ın ve Mehmet Zahit Kotku’nun bu harekete destek vermiş olması bunun sebeplerinden biri olabilir mi?
Nurettin Topçu’nun ve onun gibi düşünen birçok kişinin, MNP’nin kuruluşunu yanlış ya da erken bulmaları, meselelere bakış tarzıyla alakalı bir şey. Topçu’nun muhalefetini Üstad Necip Fazıl ya da Mehmet Zahid Efendi’yle ilgili kanaatlerine yormak ne kadar sağlıklı olur, bilmiyorum. Bazı kaynaklarda, bizzat M. Zahid Efendi’nin de bir partinin kurulmasını erken bulduğu şeklinde bilgiler de var mesela.
MNP’nin Kapatılması
MNP hangi gerekçe ile kapatılıyor? Kapatma sonrasında yeni siyasi parti nasıl kuruluyor?
MNP, görünüşte `Laik devlet niteliğinin ve Atatürk devrimciliğinin korunması prensiplerine aykırı olduğu’ gerekçesiyle kapatılır. İlgi çekici olan, Anayasa Mahkemesi’nin MNP’yi kapabilmek için, tıpkı sonradan Refah Partisi davasında da olacağı gibi, Siyasi partiler Kanunu’nun bazı maddelerini kendi kendine müracaat ederek iptal etmesidir. MNP 20 Mayıs 1971’de kapatılır, ancak siyasi yasak getirilmediği için 3 MNP milletvekili bağımsız kalır. Bundan sonra MSP’nin kuruluşu için çalışmalar başlatılır. Ancak daha dikkatli davranılmaktadır ve o dönemde yapılan Anayasa değişikliği ile ilgili çalışmaların neticesi de beklenmektedir. MSP’nin kuruluşu 11 Ekim 1972’de açıklanır. Erbakan Hoca, çalışmalarda aktif olarak yer alsa da, ön planda gözükmemeye gayret etmektedir ve MSP’ye girişi de 1973’ün Mayıs ayında gerçekleşir.
Erbakan’ın İsviçre’ye gidişi ve sonrasında Türkiye’ye tekrar gelişi çok tartışılıyor. Hatta onu ordudan bazı generallerin Türkiye’ye getirdiği ve yeni bir parti kurması için önünü açtıkları söyleniyor. Bu konuda neler söylersiniz?
MNP’nin kapatılması sonrasında Erbakan Hoca’nın hafif diyebileceğimiz bir kalp rahatsızlığı söz konusu olur ve o dönemde bu konuda en iyi tedavilerin uygulandığı İsviçre’ye gider. Burada kısa bir müddet tedavi olduktan sonra da Türkiye’ye döner. Kendisini bazı generallerin geri çağırdığı ve bir parti kurması için yolunu açtıkları şeklindeki söylentiler bir şehir efsanesi. Çünkü unutmayalım, Erbakan Hoca o zamanda halen bağımsız milletvekilidir ve dahası, zaten MSP’nin kuruluşu için de start verilmiş durumdadır.
Koalisyon Hükümeti
Yetmişli yıllarda CHP’nin MSP’ye daha yakın olduğunu söylüyorsunuz. Niçin?
Bu söz, dönemi anlatan MSP yetkililerinin sözüdür. MSP’nin bütün derdi ‘Önce Ahlak ve Maneviyat’ ve ‘Yaygın Ağır Sanayi’ sloganlarıyla ifade edilebilir. 1973’de MSP anahtar parti konumundaydı ve belki de bütün milletvekillerinde, CHP yerine AP ve diğer muhafazakar partilerle daha sağlıklı bir koalisyon kurulabileceği düşüncesi vardı. Ancak koalisyon görüşmeleri sırasında, AP’lilerin değil, CHP’lilerin MSP’nin görüşlerine daha yakın olduğu hayretle müşahede edilir. Sonraki dönemlerde AP ile gerçekleştirilen MC hükümetlerinde de bu kanaati pekiştiren olaylar yaşanır. Ancak belki daha baskın olarak, Erbakan Hoca’nın sıklıkla söylediği ‘ikisinin arasında bir fark olmadığı’ sözü daha da doğru olabilir.
CHP-MSP koalisyonu nasıl kuruluyor? Bu hükümet döneminde Kıbrıs Harekatı dışında neler gerçekleşti?
11 Ekim 1973 seçimleri sonrasında CHP’nin 185, AP’nin 149, MSP’nin 48, DP’nin 45 milletvekili vardır. Üç buçuk ay kadar süren koalisyon görüşmelerinden sonra, anahtar parti konumunda olan MSP’nin maddi ve manevi sahalardaki olmazsa olmazlarına CHP’nin daha sıcak baktığı anlaşıldığı için, koalisyon bu iki parti arasında kurulur.
CHP-MSP Hükümeti’nin en önemli icraatı Kıbrıs Barış Harekatı’dır. Ancak aynı dönemde MSP’nin girişimleriyle Yaygın Ağır Sanayi hamlesi başlatılmış, ABD’nin bütün karşı çıkmalarına rağmen haşhaş ekimi belli ölçüde serbest bırakılmış, dini eğitim-öğretimle ilgili sınırlamalar kaldırılmış, Diyanet kadrolarıyla ilgili düzenlemeler yapılmış ve meşhur 163. Madde’den mahkum olanlar için af çıkarılmıştı. Ve daha birçok hizmete imza atılmıştı. Şunu vurgulamak gerek ki, o dönemde iç ve dış basında ‘CHP-MSP Koalisyonunda dolgu malzemesi olarak gözüken partinin MSP olması beklenirken, CHP’nin dolgu malzemesi olduğu’na dair birçok haber ve yorum yer almıştır.
Peki bu hükümetin yıkılışı sonrasında gençlik arasındaki sokak hareketlerinin arttığı ifade ediliyor. Bu yaklaşım doğru mu?
O dönemle ilgili dikkat çeken hususlardan birisi MSP’nin hükümet ortağı olduğu ve özellikle de Adalet ve İç İşleri bakanlıklarının MSP’de olduğu dönemlerde, anarşik olaylarda ciddi azalmaların olmasıdır. Bunun sebebi olarak, MSP’li kadroların tarafgir davranmayıp, suç işleyen herkese eşit muamelede bulundukları izahını getirebiliriz. Unutmayalım Erbakan Hoca’nın en büyük başarılarından birisi de kitlesini anarşik olaylardan, silahtan ve kavgadan uzak tutabilmesiydi.
1977’de MSP’nin milletvekili sayısı azalıyor. Bu yılların öncesinde sanırım mesela Nurcular içerisinde MSP özelinde yaşanan tartışmalar var. 1990`ların başında Esat Coşan’la, 28 Şubat sürecinde ise Fethullah Gülen’le yaşanan sıkıntılı süreçler vardı. Bu tarz tartışmalı meselelere değinmemişsiniz…
Herkesin Hocası Erbakan kitabında yer almayan birçok husus var tabii. Ben, tabir caizse, ‘anahatlarıyla Erbakan’ olarak ifade edilebilecek ve özellikle de tanımayanların kendisi hakkında derli toplu bir bilgi edinebilecekleri bir çalışma yapmak niyetiyle yola çıktım. Tartışmalı ve özellikle de Erbakan Hoca’nın pek üzerinde durmadığı konulara girmemeyi tercih ettim. Hatırlardadır, Erbakan Hoca bahsettiğiniz bu hususlara hemen hiç değinmez ve sorulduğu zaman da, her zamanki nezaketiyle, iltifatkar birtakım sözlerle meseleyi kapatırdı… MSP’nin 1977 seçimindeki milletvekili azalışı, bambaşka bir mesele. O seçimdeki seçmen sayısı artışının izahı halen yapılamamıştır mesela.
12 Eylül ve Sonrası
Peki 12 Eylül darbesine giden süreçte Erbakan ve partisi neler yapıyor? Darbe Erbakan’ın siyasi hayatını nasıl etkiliyor?
12 Eylül’e giden süreçte Erbakan ve partisi, bir yandan manevi kalkınmanın gerekliliği, diğer yandan da sanayileşme ihtiyacını vurgulayıp, gelir dağılımındaki bozukluğun altını çizerek ilgili herkesi uyarıyor. Aynı dönemde Türkiye’nin İslam Alemindeki önemini artıracak bazı girişimler için de bazı adımlar atıyor. Aslında tamamen başka sebeplerle yapılan 12 Eylül Darbesi, bir anlamda MSP’nin üzerine ihale edilse de, mahkeme sürecinde Erbakan ve MSP’nin haklılığı ortaya çıkıyor. Ama tabii ki siyasi yasakların kalktığı 1987’ye kadar Erbakan Hoca siyasi yasaklı olarak kalıyor. Hemen vurgulamak gerek, içerde olduğu dönemleri kısmen hariç tutarsak, Erbakan Hoca aktif olarak yine memleket meseleleriyle ilgilenmeyi sürdürüyor.
Refah Partisi`nin kuruluşu ile birlikte siyasi hayatta neler yaşanıyor?
19 Temmuz 1983’te kurulan ve 6 Kasım 1983 seçimlerine katılması engellenen Refah Partisi ilk olarak 25 Mart 1984 Mahalli Seçimleri’ne katılır. Bu seçimde, Şanlıurfa ve Van belediye başkanlıklarını kazanan Refah Partisi, Erbakan Hoca’nın 1987’de genel başkan olmasından sonra 1991 Genel Seçimlerinde parlamentoya girer. Bundan sonra öncelikle yerel seçimlerde ve ardından da genel seçimlerde muhteşem bir başarı sağlanır. Bu dönem Milli Görüş hareketinin o dönemdeki partisi olan Refah Partisi’nin artık halka kendisini tanıtmayı ve ülke meselelerini çözebileceğine inandırmış olduğu bir zaman dilimidir. Refah Partisi ile beraber gündeme gelen ‘Adil Düzen’, ülke genelinde heyecan veren bir slogan haline dönüşmüştür artık.
MNP’den Saadet Partisi’ne uzanan süreçte bir söylem bütünlüğü mü yoksa kırılmaları baskın olduğu bir siyasi hareketle mi karşı karşıyayız? MSP, MNP çizgisinin 12 Eylül`le bittiğini RP ile daha farklı bir siyasi söylemin gündemleştiği ifade ediliyor. Bunların gerçeklik değeri var mı?
Bağımsızlar hareketi ile başlayıp Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi ve sonrasında Saadet partisi ile devam eden çizgi; eğilen, bükülen ya da kırılan değil, zamanın şartlarına göre gelişen ve kendini yenileyen bir çizgi. 70’lerdeki Türkiye ile 80’lerdeki ve 90’lardaki Türkiye’nin öncelikleri aynı değildi ve tabii olarak partilerin öncelikleri ve söylemleri de gelişti. Dikkat edilmesi gereken, temel esas ve hedeflerin değişmemiş oluşudur. Biraz ileri giderek, ana yapıdan ayrılarak oluşan yapılar için de bu değerlendirmeyi yapabiliriz.
Doksanlı Yıllar ve Kutsal İttifak
Refah Partisinin tartışılan faaliyetlerinden birisi 1991 yılındaki “kutsal ittifak”. Bu dönemde SHP de HEP’le ittifak yapıyor.
Bugünden bakıldığında döneminde de tartışılan RP’nin yapmış olduğu bu ittifak Kürt sorunu noktasında önemli bir kırılma teşkil ediyor sanırım. Ne dersiniz?
Bu bir değerlendirme meselesidir. O dönemde ittifak yapılmamış olsaydı ne olurdu sorusunun cevabını hiç birimiz verme imkânına sahip değiliz. Neticeler açısından baktığınız zaman, bir kesimi biraz incittiği doğru olsa da, kendisini var olan yangını söndürmeye adamış bir yapının neden başkalarına ait sulardan da faydalandığını sorgulamak çok anlamlı değil. Geçmişte yaptıkları ve gelecekte yapacaklarının korkuttuğu bir kesimin mutlaka oyun dışına itmeye çalıştığı Milli Görüş hareketinin, varlığını devam ettirme ve mutlaka fonksiyonel olma çabasını da işin içine katabiliriz. Teorik tutarlılık güzel bir şey ama size karşı geliştirilen oyunlara sürekli olarak maruz kalmak da hoş olmasa gerek. İttifak bu açıdan taktik bir girişimdi bence ve başarılı oldu. Esas olan parlamentoya girişin sağlıklı netice getirip getirmediğidir ve neticeler de güzel olmuştur.
RP’nin iktidar alternatifi olmaya başladığı süreçte bir söylem kırılması yaşadığı görülüyor. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının kazanılmasının ardından yaşanan kimi gelişmeler AKP’nin ‘erken habercisi’ olarak da yorumlanıyor. Hatta bir tür pasif devrimin başlangıcı olarak okunuyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Mesele şu: Bir siyasi hareket olarak içe dönük kalmaya devam mı edeceksiniz yoksa halkın ortalamasını yakalayıp, mevcut problemlerin hepsinin çözüm yeri olduğunuzu mu ifade edeceksiniz… Refah Partisi ile ilgili gelişmeler, hareketin gelişmesi ve çözüm hususundaki alternatiflerini çeşitlendirmesi ile alakalıdır. Değişiklik çoğu zaman can acıtır ama bir şeyler yapabilmek için de gereklidir. Temel mesele belediye olsun, genel idare olsun devlete yaklaşıp yaklaşmama ile alakalı galiba. Yaklaşmak riskler barındırıyor ama yaklaşmamak daha da kötü.
Postmodern Darbe, Suskunluk ve Miras
Erbakan’ın başbakanlığı döneminde yaşanan gelişmelerde ve ardından gelen postmodern darbe sürecinde öne çıkan olaylar nelerdir?
Başbakan Erbakan, önceliğini yangını söndürmeye vermiş ve detayları bir kenara bırakarak gidişatı mümkün olduğu kadar düzeltmeye odaklanmıştı. Düzeltmenin yolları da öncelikle iç ve dış rantiye ve bunların müttefikleri ile kavga etmekten geçiyordu. Bir anlamda başına gelebilecekleri bile bile, gerekli olanı yapmak için harekete geçti ve malum gelişmeler yaşandı. Uzun söze gerek kalmaması için bazı hususları vurgulamakta fayda var. Refahyol iktidarını göndermek için harekete geçenler arasında işçi sendikaları vardı mesela. Oysa o hükümetin işçilere sağladığı ücret artışlarının benzeri tarihte görülmemişti. Üretim ve yatırımların önünü açtığı halde ranta alışmış iş dünyası da ‘istemezük’ ekibine dahil olmuştu. 28 Şubat süreci ile alakalı olarak söylenen sözlerin hiçbirinin anlamı yok. Dönemin kudretli isimlerinden Güven Erkaya’nın, emekli olduktan sonra TV’de yaptığı bir programda ’28 Şubat’ı neden yapmıştınız?’ sorusuna verdiği cevap, her şeyi açıklar mahiyette. ‘Zamanın Başbakanı, uzak doğu seyahatine (İran, Pakistan, Singapur, Malezya, Endonezya) giderken uçakta içki servisi yaptırmadığı, o seyahatte kalınan otellerin mini barlarındaki içkileri bile kaldırttığı, Sincan Belediyesi içki satan yerlere ruhsat vermediği ve yine aynı belediye yılbaşlarında hindi satışlarına müdahale ederek Hıristiyan vatandaşların dini özgürlüklerini engellediği için, memleketin uçurumun kenarına geldiği kanaatine vararak 28 Şubat’ı gerçekleştirdik’ mealinde konuşmuştu E. Ora. Güven Erkaya…
Peki Erbakan’ın son söyleşilerinde bile dönemin darbecileri hakkında ‘suskun’ kalışının bir izahı var mı?
Erbakan Hoca fonksiyonel bir insandı. Dönemin şartlarını en iyi şekilde biliyordu ve eğer bir şey yapamayacaksa, sızlanmanın acizlik manasına geleceğinden de şüphesi yoktu. Sonradan konuşmanın bir anlamı olup olmadığı ayrı. Ancak satıhta cereyan eden gelişmelerin her şey olmadığını ve kendi ayakları üzerinde duran bir ülke hedefi gerçekleşmediği sürece, zaten oyunda rolleri kalmamış figüranlarla uğraşmanın anlamlı olmayacağını düşünüyordu belki de…
Erbakan’ın sağlığında kendisinin hayatına ilişkin başlanan ama henüz yayımlanmayan bir çalışmadan söz ediyorsunuz. Bu çalışmanın mahiyeti nedir?
Ankara’da bulunup Erbakan Hoca’ya yakın olan Mustafa Kurdaş, Mustafa Yılmaz ve galiba başka bazı arkadaşların, Erbakan Hoca ile görüşerek, kendisi ve Milli Görüş’ün tarihi üzerine bir çalışma yapmaya başladıklarını ama araya hastalık girdiğini biliyorum. Başlanan ama fazla mesafe alınamayan bir çalışma. Umulur ki bu arkadaşlar bunu sürdürür ve detaylı bir çalışma ortaya konulmuş olur.
Altmışlı yıllardan itibaren farklı konularda konferanslar da veriyor Erbakan. Bunlardan bazıları kitaplaşıyor. Ama şu var ki Erbakan düşüncelerini ve hedeflerini çoğu zaman yazılı olarak mesela bir kitap düzleminde ifade etmiyor. Bugün ondan kalan yazılı miras çok az. Bu konuda örneğin Mehmet Ali Aybar gibi veya onun çok azı oranında bir yazılı miras da bırakmış olsa farklı dönemlerin birleştiren siyasi çizgiyi daha net kavrama imkanı olurdu sanırım. Bu çerçeveden hareketle şu soruyla bitirelim diyorum: Erbakan’ın Türkiye siyasetindeki yeri nedir? Ondan geriye ne kaldı?
Erbakan keşke hatıralarını yazsaydı ya da keşke bu süreci ortaya koyan derli toplu metinler olsaydı… Ama olmadı. Bu belki de ‘hayat mı, eser mi?’ sorusuna verilen cevapla alakalı. Erbakan Hoca yaşamayı ve gerçekleştirmeyi tercih etti. Bu daha güzel. Çünkü yazılanı hepimiz değişik anlarız ama yapılanlar öyle değil.
Erbakan Hoca bence Türkiye’yi dönüştüren ve bu ülkenin insanını çevreden merkeze taşıyan insandır. Şu anda bunu değerlendirmek güç olsa da, öyle inanıyorum ki geleceğin tarihçileri ve sosyologları, bu hakkı kendisine teslim etmek mecburiyetinde kalacaklar. Mücadelesine başladığı 50’li yıllarda bir toplu iğne ya da at nalı çivisi bile yapamayan, iktidarın daima elit tabakanın elinde olduğu bir Türkiye’den; bugün gittikçe gelişen, Kayserili bir Tornacının oğlunun Cumhurbaşkanı olduğu, Rizeli bir Kaptanın oğlunun Başbakan olduğu bir Türkiye’ye geldik ve bu süreçte Erbakan Hoca’nın rolü bence sanıldığından da çok fazla…
Erbakan Hoca’dan geriye kalan çok şey var yani. Ama belki de en önemlisi, inanmak ve azmi hiç elden bırakmadan çalışmak, çok çalışmak. Yapılanı yeterli görmeyerek hep daha fazlasını hedeflemek… O inananın üstün olduğunu ve Allah’ın (cc) rızası gözetilerek atılan her adımın mutlaka eninde sonunda başarıya ulaşacağını biliyordu…
Söyleşi için teşekkür ederim..
Ben teşekkür ederim…
Ekrem Kızıltaş, Herkesin Hocası Erbakan
Dünya Bülteni