Dışarıdan bakanlar içinse durum böyle değildir. Onlar için tek bir lider vardır. Asıl olarak onu muhatap almakta, ona saygı göstermektedirler. Bu arada mücadele esnasında hiçbir bedel ödemedikleri halde başarıdan sonra birçok insan çıkar ve menfaat için başa geçen şahsın etrafında toplanırlar. Bu insanlar sürekli onu övmekte, liderliğini vurgulamakta ve yaptığı her işi alkışlamaktadırlar. Daha önce sadece eşitler arasında birinci olan şahıs, artık tam bir lider konumundadır. Ağzından çıkan her sözü alkışlayan yüzlerce insan etrafında kümelenmiştir. Ekipteki diğer şahıslar ise oldukça önemsiz bir konuma gelmişlerdir. Ama onlar hâlâ kendilerini davanın sahibi olarak görmeye devam ettiklerinden ve lideri de kendi seviyelerinde gördüklerinden, gördükleri yanlış ve hataları lidere söylemekte, zaman zaman sert bir üslûb kullanmakta ve hatta onunla tartışmaktadırlar.
Zaman içerisinde liderin tavrı değişmektedir. Bir tarafta onu sürekli öven, yaptıklarını alkışlayan ve etrafında pervane gibi dönen insanlar, diğer tarafta onu zaman zaman eleştiren, bazen onunla tartışan kendi arkadaşları... Bu durumda lider, insanlar benim kıymetimi hakkıyla bilirken, en yakın arkadaşlarım bundan gafildirler diye düşünmeye başlar.
Lider, etrafındaki yeni insanları, dostları ve sırdaşları olarak görür. Oysa bu insanlar her dönemin adamlarıdırlar. Lider her kim ise, onun etrafında toplanmakta, çıkar ve menfaatleri için onu övmekte, onu alkışlamaktadırlar. Bunların herhangi bir dava ve mücadele ile ilgileri yoktur. Buna rağmen söylem bazında kraldan daha kralcıdırlar.
Liderin liderliğini takdir etmedikleri için ekip arkadaşlarına ilk saldırılar da bunlardan gelmektedir. Ekiptekilere saldırının gerekçesi liderin liderliğini takdir etmemek olsa da saldırıların sebebi başkadır. Onlar, yalancı sevgi ifadeleri ve övgüleri ile lideri istedikleri kararlar için hazır hale getirdikleri her anda, olaya dışarıdan bakan ve bu bağlılığın sahte olduğunu gören ekipten diğer arkadaşlar duruma müdahale etmekte ve istedikleri kararın alınmasını engellemektedirler. Bunu gören çıkarcılar, ekipteki diğer şahısları itibarsızlaştırarak onların lider üzerindeki nüfuzunu kırmak için harekete geçerler. Bu saldırıları neticeye ulaştırmanın en etkili yolu da bunu lider için yapıyor görünmeleridir.
Sonuçta etraftaki çıkarcıların da tahrikiyle lider, beraber mücadele ettiği ekip arkadaşlarını gittikçe kendinden ve yönetimden uzaklaştırır. Bu uzaklaştırmaya karşı ekiptekilerin tabii tepkisi, lidere abartılarak aktarılır ve lider bu tepkileri de kararının doğruluğuna delil olarak görür.
Ekiptekilerin bu şekilde yönetimden uzaklaştırılması en olumlu senaryodur. Daha kötüsü ise liderin onları tehlike görerek komplolarla ortadan kaldırmasıdır.
Tarihte bu ikincisine daha sık rastlanmaktadır.
Lider, eski yol arkadaşlarını uzaklaştırdıktan sonra yeni dostları (!) ile tek başına kalır. Oysa bu insanlar sadece menfaat ve çıkar esnasında etrafında olacaklardır. Liderin ciddi bir tehlikeye girmesi halinde bunların hiçbiri etrafında kalmayacaktır. Hatta iktidardan düşmesi halinde onu düşüren yeni liderin gözüne girmek için çoğu ona “tekme savurmaktan” da çekinmeyecektir. Böyle bir zamanda lider; gösterdikleri fedakârlık ve ödedikleri bedellerle dostluklarını ispatlamış ekip arkadaşlarına çokça muhtaçtır, ancak onları çoktan kendi eliyle tasfiye etmiştir.
İslami Cemaatler Çağı
Resulullah`ın (sav) vefatından sonra Onun yerine geçen Hz. Ebu Bekir`in (ra), “Resulullah`ın Halifesi” olarak isimlendirilmesiyle ortaya çıkan Halifelik ünvanı, ilk 30 yıldan sonra sultanlığa dönüşmüşse de isim olarak mevcudiyetini sürdürmüştür. Emeviler, Abbasiler`den sonra Halife ünvanı, Osmanlı Sultanları tarafından kullanıldı. Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti`nde ise halifelik, kısa bir süreliğine sembolik bir makam olarak korunsa da 1924 yılında resmen kaldırıldı.
Bu uzun dönem boyunca Halifeliğin kendisinden beklenen görevleri yerine getirdiği söylenemez. Ancak hiçbir dönemde de bütünüyle işlevsiz olmamıştır.
Tarihin kimi dönemlerinde sultanların meşruiyet kaynağı Halife`nin onayı iken, kimi dönemlerde de ortaya çıkan sorunlarda Halife, hakem konumundaydı.
Bunların hiçbiri olmasa bile Halife`nin varlığı, dünya Müslümanlarına belli bir güven veriyordu. Müslümanların bulundukları kötü halden kurtulması için yapılması gereken bir faaliyet varsa, bu faaliyet - konumu gereği - halifeden bekleniyordu.
1924 yılında Halifelik resmen kaldırılınca Müslümanlar kendilerini başsız ve dayanaksız hissettiler. Bu boşluğu doldurmak için de duyarlı ve gayretli Müslümanlar, kendi coğrafyalarındaki Müslümanların sorunlarını çözmek için bir âlimin öncülüğünde cemaatleşme yoluna gittiler.
Bu çabalar kapsamında ilk etapta halifeliğin kaldırıldığı topraklarda Şeyh Said Efendi, silahlı bir kıyamla ortaya çıktı. Aynı tarihlerde Üstad Said Nursi de Nurculuk hareketini başlattı. Aynı dönemlerde Üstad Hasan el-Benna, Mısır`da İhvanı Müslimin`i; Nevvab Safavi, İran`da kendi cemaatini kurdu. Bir süre sonra Ebu`l Ala el-Mevdudi, Pakistan`da Cemaati İslami`yi; Takiyyuddin en-Nebhâni, Ürdün`de Hizb-ut Tahrir`i kurdu.
20. yy`ın ilk yarısında kurulan bu ilk cemaatler; Müslümanlara İslami eğitimin verilmesi, İslam`ın gündemde tutulması, Batılı ideolojilerin saldırılarına karşı teorik planda İslam`ın savunulması gibi önemli hizmetlerde bulundular.
Bu cemaatleri kuran şahsiyetlerin ümmet anlayışına sahip olmaları ve cemaatlerini amaç değil de ümmete hizmet için araç olarak düşünmeleri ve nisbeten her ülkede sınırlı sayıda cemaatin bulunması sebebiyle bu cemaatler, o dönemlerde ayrılık ve tefrikaya sebep olmuyor, aksine kuruldukları ülkelerdeki Müslümanlara önemli hizmetlerde bulunuyorlardı.
Zamanla İslami cemaatlerin sayısı arttı ve bu artışa ters orantılı olarak kaliteleri düştü. Ümmetin kurtuluşu için araç olarak kurulan cemaatler, zamanla amaç haline geldiler. Artık ümmetin maslahatı değil, kendi iktidarları öncelikli amaçtı. Geçmişi eskilere dayanan tarikatlarla yüzyılımızın ürünü olan cemaatlerin farkı da iktidar taleplerinde ortaya çıkmaktadır. Eski tarikatlar, iktidarı hedeflemezken, yüzyılımızda kurulan cemaatlerin en önemli amacı ise iktidardı.
Burada cemaatlerin amacının iktidar olması bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü iktidara ulaşmak asıl amaç olarak belirlendiğinde, bu amaca ulaşmak için meşru olmayan yollara da başvurulduğu çokça görülmektedir.
Afganistan`da Rabbani ve diğer cihad önderlerinin Taliban`a karşı, Irak`ta da bazı İslami kesimlerin sünni direnişçilere karşı ABD ile ittifak kurmaları konunun çarpıcı örnekleridir. Türkiye`deki Fethullah Gülen cemaati de konunun başka bir örneğidir. Bu örneklerin sayısını arttırmak mümkündür.
Ancak tüm cemaatler bu durumda değildirler. Bugün hâlâ ilk dönem cemaatleri gibi belli bir kaliteyi tutturup ümmetin faydasını önceleyen cemaatler de bulunmaktadır. Ancak cemaatlerin sayısı o kadar artmıştır ki bu tip cemaatler nadirattan sayılır hale gelmişlerdir. Bir mahalledeki üç beş gencin bile bir araya gelip bir cemaat kurabildiği günümüzde, mevcut haliyle bu kadar çok cemaatin, faydadan ziyade zararlı hale geldiği görülmektedir. Güçlü cemaat aidiyetleriyle ümmeti parçalayan bir etkene dönüşen cemaatler, son kertede grupsal çıkarlarını, Müslümanların menfaatlerinin önüne koyarak, bir soruna dönüşmüşlerdir.
Hiç kuşkusuz cemaatler, bir dönem önemli fonksiyonlar ifa ettiler. Ancak geldiğimiz noktada daha üst yapılanmalara, belki bütün cemaatleri şemsiyesi altında bir araya getiren çatı kuruluşlara ihtiyaç vardır. Böyle bir yapıya bağlı her fert, kendi cemaatine bağlı olsa da bu bağ, onu diğer Müslümanlardan ayıracak/uzaklaştıracak kadar güçlü olmamalıdır. Güçlü İslam aidiyetinin yanında cemaat aidiyeti çok silik kalmalıdır.
Artık Lokal organizasyonların Müslümanların derdine derman olmadığı ortaya çıkmıştır. En azından bir devlet bayrağı altında yaşayan bütün Müslümanları bir araya getirecek yeni yapılanmalara ihtiyaç vardır. BİTTİ
AYDIN DAĞLI