İslami çalışmanın seyri, içinde bulunulan şartlara göre değişiklik arz edebilir. İslami bir devletin veya yönetimin olduğu bir yerdeki çalışma şekli farklı iken, yönetimin İslami olmadığı bir yerdeki İslami hareketlerin ve İslam davetçilerinin çalışma şekli ve şartları daha farklıdır. Bizleri asıl ilgilendiren (içinde bulunduğumuz hal malum olduğu için) ikinci kısımda bahsedilen durumdur. Bundan dolayı Allah`ın indirdiği hükümlerle hükmeden İslami yönetim ve otorite yokluğunda İslami çalışmanın hedefi yeniden ortaya koyulmalıdır. Bozulmuş hayatın ve ahlakın yerine “İslami yaşam biçimi” hedefi öncelenmelidir.

Sadece vaaz ve nasihate dayalı, muhalefet ve direnişten uzak pasif bir hedef, ister istemez yürürlükteki yaşam biçimi ile beraber varlığını sürdürmeye çalışacak ve bir süre sonra ondan bir parça haline gelme tehlikesiyle karşılaşacaktır. Bundan ötürü bu gayri İslami hayat tarzına karşı bilinçli ve dirayetli bir karşı koyuş sergilenmelidir.

Cahili yaşam biçimine karşı duruş demek, yaşadığımız ortamdan tamamen sıyrılıp toplumdan ve gerçeklerden izole bir yaşantı sürmek manasında değildir. Bilakis Nebevi metodun örnekliğinde olduğu gibi istifade edilecek alanları sonuna kadar değerlendirmek gerekir. Mesela günümüzde insan kitlelerine ulaşmak için sendikalar, dernekler, sivil toplum kuruluşları, parti çalışmaları, eğitim ve kültür faaliyetleri gibi araçlardan istifade edilmelidir. Bunlar haddi zatında amaç olmayıp araç olarak kullanılır. Bu halde dahi bunlardan faydalanmanın ilkeleri ve sınırları net olarak belirlenmelidir. Bazı grup ve klikler görürüz ki sözde araçlardan istifade etme adına açıkça İslam`a ve Peygamber`e (sav) düşman olanlarla birlikte hareket edip bunda bir beis görmezler. İşte sapmanın başladığı noktalardan biri budur. Tabiidir ki Resulullah`ın (sav) bulunduğu Mekke ortamında müşriklerin adet ve geleneklerinden istifade etmiştir. Peygamberimizin Mutim Bin Adiy`nin himayesini kabul edip Mekke`ye girmesi veya akrabalık bağının Araplarca önemli olmasından faydalanıp akrabalarının korumasını kabul etmesi gibi… Yalnız burada dikkat edilecek husus, İslam`a ve Müslümanlara düşmanlık edip zarar verenlerle bir ilişkinin olamayacağı hususudur. Hz. Ebubekir (ra), himayesine girdiği müşriğin (İbni Duğunne), kendisinden namazını gizli kılıp, sesini kimseye duyurmamasını istemesi üzerine İbni Duğunne`nin himayesini reddetmiştir.

İslami davanın bulunmuş olduğu toplumun; cahili geleneklerini, gayri İslami hukuk ve nizamını, sapkın ahlak ve yaşayışını kendi fikir ve hayat tarzına uygun bir forma dönüştürebilmesi ancak programlı bir çalışmayla ve teşkilatî boyutu ileri derecede olan bir cemaat yapılanmasıyla mümkün olabilir. Hz. Peygamber`in (sav) yaşadığı davet ortamında sergilediği teşkilati hususiyetler bu işin ancak bu yolla olabileceğinin delilidir.

Yoksa İslam`ın cahili ortamı değiştirmesi, yalnızca camilerde yapılan vaazlar, derneklerde düzenlenen seminerler ve konferanslarla mümkün gözükmemektedir. Bunlar da önemlidir elbet. Lakin tek başına yeterli değildir. Siyerde örneklerini çok gördüğümüz gibi her alanda bir hazırlığın olması zorunludur.

En önemlisi de İslami inkişafa iman etmiş, İslami değişmenin meydana gelebilmesi için maddi ve manevi tüm varlığını bu işe adayacak fedailerin yetişmesine ihtiyaç vardır. İşte Resulullah`ın (sav) çalışmasının temeli ve başarısı bunun üzerine kuruluydu: Fedailer... Köle olan Hz. Bilal (ra) ağır şartlarda çalışıp geç saatlere kadar efendisinin hizmetinde bulunurdu. Yorgunluk ve uykusuzluğa aldırmadan efendisinin uyumasını fırsat bilip hemen Resulullah`ın (sav) olduğu yere gider ve Kur`an`dan ayetler öğrenmeye ve gerçek Efendisi olan Peygamber`den (sav) nasıl davranacağını ve İslam davası uğruna yapması gerekenleri öğrenip bir sonraki güne hazırlanıyordu. Sadece bu örnek bile o eşsiz neslin/fedailerin davaya yüklediği anlamı öğrenmemize yeter. İşte teşkilat ve sorumluluk budur.

Fertlerin yetişmesi, programın uygulanması, sistemli ve organize hareketin vaki olabilmesi için; teşkilatı, çalışmanın mihverine almak gerekir. Bu bahsedilen şeylerin ve daha nicelerinin cemaatsiz, teşkilatsız ve programsız gerçekleşmesi mümkün değildir. Teşkilatsız, başsız, itaatsiz bir davet, davayı ve hareketi; vaaz, nasihat ve kültürel bir çalışma seviyesine indirir. Hal böyle olduğunda artık İslam, halkın hayatında tali derecede yer alacak, zaman zaman bazı hülyalara dalıp iyimser düşler görmesine neden olacak, bazı duygularını harekete geçirecek fakat çok geçmeden hayaller ve umutlar sönecek, ardında hiçbir etki bırakmadan yok olup gidecektir.

Bu anlatılanlar haricinde İslam düşmanlarının yerel ve uluslararası düzeyde İslam`a yönelttikleri saldırıların boyutları da düşünüldüğünde İslami çalışmaların düzenli, programlı yürütülmesi zorunluluğu kendiliğinden idrak edilecektir. İslam düşmanlarının İslam`ı vurmak, zayıf düşürmek ve Müslümanlara karşı komplolar düzenlemek amacıyla kurdukları yüzlerce teşkilatları, binlerce hareket ve organizasyonları, milyonlarca yönlendirmeleri vardır. Özellikle yerel bazdaki İslam karşıtı taşeron örgütlerin yaptığı çalışmalar ve bunlara her türlü maddi olanakların sağlanması, İslami yapıyı zayıflatma yönünde ciddi tahribatlara sebep olmaktadır. İslam düşmanları kemiyet ve keyfiyetçe hadsiz imkânlara sahiptirler. Tüm beşeri kanunları, dünya medyasını, algı değiştirme faaliyetlerini İslam`a karşı kullanabilmekteler. Ayrıca bunların da ötesinde İslam düşmanları evrensel şer merkezlerinde planlar yapmakta, devlet çapındaki ordularla komplolarını ve eylemlerini gerçekleştirmektedirler.

Sayılan bunca saldırılara karşı İslam`ın; cemaatsiz, teşkilatsız, programsız, aciz ve kısır çalışmalarla karşılık vermesini beklemek nasıl mümkün olur?  

A.Selam Durgun / Söz ve Kalem Dergisi