O da ya koğuşlarda kalan muhkumlar paraları olduğu müddetçe kantin nimetlerinden faydalanabilir, çayı, elektrik, kahvaltı, temizlik eşyaları gibi ortak masrafları karşılayabilir, bu suretle önemli bir rahatlık ve avantaj elde edebilirlerdi.
Muhacirin kaldığı hücrede ise priz yoktu. Yani elektrik yoktu. Çayı yapacak semaveri kullanmak, buzdolabı kullanmak mümkün değildi. Hücre, cezaevinde vukuat işleyen mahkumların kaldığı bir yer. Başkaları ile anlaşamayan ve geçinemeyen bazı mahkumların 5–10 günlüğüne kafa dinlemek için takıldığı tek kişilik bir yerdi de. Fakat muhacirin hücrede kalmasının nedeni daha farklıydı.
Ona bir gün sordum:
Yahu Muhacir neden bir koğuşa geçmiyorsunuz, sizin için daha rahat olmaz mı?
Muhacir: Abi valla iki nedeni var çıkmamamın.
Neymiş o?
Muhacir: Ben bu bölgenin yabancısıyım. Buradaki koğuşlarda yapamam bu bir. Diğer bir neden ise size alıştım. Güzel bir muhabbet ve dostluk oluştu aramızda sizinle anlaşabiliyoruz.
Muhacirin komşusu: Abi biz idareyle konuşacağız. Yukarıdaki hücrelerde bizim gibi birkaç mahkum daha var. Kendimize bir koğuş alacağız.
Tabi sizin için daha rahat olur. Havalandırmanız yok, priz yok, bir şey yok. Yeriniz çok dar, kalınabilecek bir yer değil.
O hafta içinde gidip idare ile konuştular. İdare bu tür işlerde işi biraz yokuşa sürerdi. Biraz zorlama ile de olsa onlara bir koğuş vermişlerdi. Artık onların da yeni bir koğuşu olacaktı. Cezaevinde bu öyle kolay bir iş değildi. Bayram gibi sevinilecek bir hadiseydi. Bizimle vedalaştıktan sonra hazırlıklarını yapıp yeni koğuşlarına gittiler. Müşahedemizin üzerindeki küçük hücreler boşalmıştı. Bir sonraki hafta spor faaliyetleri nedeniyle ortak alanda karşılaştık:
Hayırlı olsun yeni yeriniz nasıl?
Muhacir: Abi çok şükür, şu anda rahatız.
İyi, iyi sevindim.
Muhacir: Yalnız benim komşunun başka cezaevine sevki çıktı.
Öyle mi? Ne zaman gidecek? Hayırlısı.
Muhacir: Fazla sürmez, bir – iki hafta içinde gider. O giderse idare yanımıza başkalarını verir, yine problem yaşarız diye korkuyorum. Hem tek samimi olabildiğim, tek dostum da o.
Üzülme, bir sıkıntı olmaz inşallah, hem ne sıkıntı olacak ki?
Muhacir: Abi Türk – Kürt tartışması çıkıyor. Ben de yapamıyorum.
Ah bu sistem, insanlarını nereye harcamadı ki; sağ-sol, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, ılımlı-radikal. Fıtri yaratılıştan veya kendi tercihlerinden kaynaklanan farklılıklar, bu musibet altında da insanların yakasını bırakmıyordu. Öyle ya sistemin bekası ve ali menfaatleri için insanlar sürekli ayrıştırılmalı ve ötekileştirilmeliydi. Sistem sorgulanmasın da, insanlar, yığınlar birbirini yesin, birbirine düşsün, ne olursa olsun hiç önemli değildir.
Derken Muhacirin komşusu sevki çıktığı için gitmiş, bir gün sonra da onun yokluğuna dayanamayan Muhacir tekrar üst hücrelere çıkmıştı. Ertesi gün ise çıktığı koğuştaki mahkumlar onun koğuştan çıktığına üzülmüşler, tekrar koğuşa geri gelmesi için çağırmışlardı. Muhacir de koğuşa tekrar gitmişti. Üstümüzdeki hücre yine boşlamıştı.
Aradan birkaç gün geçmişti. Hayallere dalmış, havalandırmada sessiz sedasız volta atarken “Gürsel abi” sesiyle irkildim. Başımı kaldırıp üstteki hücreye yöneldim.
Muhacir sen misin?
Muhacir: he abi benim.
Hayırdır, neden döndün buraya yine?
Muhacir: Abi buraların yabancısıyım buradaki koğuşlarda yapamıyorum.
Sağlık olsun be Muhacir.
Gündüzleri sıkılmasın diye Muhaciri pencereye çağırıp sürekli sohbet ediyor üç–dört günde bir ara ile okuması için ona kitap veriyordum. Uzun bir müddet böyle devam etti. Bütün ilgilenme ve çabalarıma rağmen hücre yine sıkıcı ve sıkıntılı bir yerdi. Kimsesizliğin verdiği ızdırap ve mahrumiyetten sıkılan Muhacir bir gün dayanamayıp bana seslendi.
Muhacir: Abi ben idareden sizin kaldığınız müşahede gibi bir yer isteyeceğim.
Muhacir, bak, burada en azından gündüz – gece fark etmeden konuşup dertleşiyoruz. Bizim burada olmamız senin için bir tesellidir. Gideceğin müşahede de tek kalacaksın sıkılırsın.
Muhacir: Abi, burada bunaldım. Hem burası pis kokuyor.
Ben senin gitmeni istemiyorum.
Bütün ısrarlarıma rağmen, Muhacir müdür ile görüşmeye gitmiş, idareden tek başına kalabileceği bir yer talep etmişti. Fakat bu sefer geçen seferki kadar şanslı olamamıştı. Önceki seferde tek başına değil, birkaç arkadaşı ile birlikte talepte bulunması, idarede bunu makul görmüştü. Cezaevi tıka basa mahkumlarla dolu olduğu için bu kez idare Muhacir`in müşahede talebini reddetmişti. Sürekli dar, sıkıcı ve pis kokulu bir hücrede kalmanın verdiği sıkıntı ve gerginlikle Muhacir bu duruma kelimenin tam anlamıyla isyan etmişti. Öfkeyle kazan gibi kaynıyordu. Zaten bir türlü sevki de çıkmıyordu buralardan kaçıp kurtulmak için.
Muhacir: Abi ya bana müşahede verirler ya da ben sorun çıkaracağım. Yeter artık.
Tamam Muhacir, lütfen biraz sakın ol, sabırlı ol. Hem sevk talebini, hem de müşahede de kalma talebini hukuki yollardan yap.
Her ne kadar hukuki ve meşru yolları tavsiye etsem de, Muhacir ve daha birçok mahkumun pratik olarak cezaevinde tecrübe ettiği ve inandığı farklı bir gerçek vardı. Cezaevinde hakkını alabilmek için gerektiğinde kırıp dökmek. Kendisine başka çıkar yol bırakılmadığına inanmaya başlayan Muhacir bağırıp çağırarak gardiyanları mazgalının başına toplamıştı. Yüksek sesle bağırarak:
Muhacir: Gidin müdüre söyleyin beni müşahedeye versin yoksa kendime zarar vereceğim. Anladınız mı?
Gardiyanlar gidip olumsuz cevap getirince Muhacir elindeki jiletle boynuna ve vücudunun farklı yerlerine çizgiler atmıştı. Durumun vahametini ve Muhacirin kararlılığını gören idare ona bir müşahede vermeyi kabul etmişti. Daha sonra bulunduğu üzerimizdeki hücresinden sevinçle “Gürsel abi müşahede verdiler” diye seslenmişti. Doğrusu onun adına hem seviniyor, hem de çok üzülüyordum. Çünkü müşahede almanın bedeli ağır olmuştu.
Muhacirin tek başına yapamayacağını tahmin etmek güç değildi. Vedalaştıktan sonra yeni yerine taşındı. Bir hafta sonra ortak alanımız olan spor kompleksinde karşılaştık.
Ooo, muhacir kardeş yeni yerin nasıl beğendin mi?
Muhacir: şükür abi iyi iyi emaneten idare bir televizyon bir de semaver verdi
Deme ya
Gerçekten
İyi o zaman valla sevindik senin adına
Vefalı, cesur ve delikanlı bir çocuktu Muhacir. O haftanın vukuatsız geçmesi sevindirmişti bizi. Ne var ki aradan geçen iki hafta sonra Muhacirin müşahedesine ödemesi için elektrik faturası gelmişti. O da “Param yok idare edin demiş” fakat idare de “Eğer elektrik parasını vermezsen elektriğini keseriz” diye cevap vermişti. Hem uzun bir süreden beri ailesinden kimse ile görüşmemesi, hem günlerce konuşacak dertleşebilecek kimseyi bulamamanın verdiği yalnızlık stres ve sıkıntısına, parasızlık ve idarenin çıkardığı fatura da eklenince, muhacir sıkılmış ve bunalıma girmişti. Gardiyanlarla tartışmış ve öfkesinden dolayı da kafasını kapıya vurmuş, alnında büyükçe bir darbe izi oluşmuştu. Spor gününde tekrar karşılaştığımızda bunu fark etmiştik. Nedenini sorduğumuzda “Ayağım kaydı, düştüm” diye cevap vermişti. Tabi biz buna inanmamıştık. İnanmış gibi yapıp spor kompleksinde 1 saat boyunca sohbet ettikten sonra müşahedelerimize geri döndük. Muhacirin sıkıntılı olduğu ve bizimle sohbet ettikten sonra gözle görülür bir şekilde rahatladığını fark etmiştik.
Aradan bir–iki gün geçmişti. Akşam 9 civarı arkadaşlarla oturmuş televizyon seyrediyorduk. Birden mazgal açıldı. Gelen bir başefendiydi.
Başefendi: Muhacirin durumu iyi değil sıkılıyormuş, Gürselle konuşmak istiyor.
Tabi geleyim.
Başefendi: Onu buraya getireceğiz, burada mazgaldan konuş, nasihat et biraz.
5–1 0 dakika sonra muhaciri mazgala getirdiler. Kendini yakmaya kalkışmış ve bir bacağının çoğu yanmıştı. Morali bozulmuş, psikolojsj darmadağın bir haldeydi.
Muhacir merhaba kardeşim nasılsın?
Muhacir: ……….
Muhacir bu ne hal kardeş?
Muhacir…………………..
Hani kendine zarar vermeyecektin, bize söz vermiştin. Hem bizi, hem kendini neden üzüyorsun. Biliyorsun kendine zarar vermen haram. Bu can sana Allah`ın emaneti.
Devam Edecek...
Gürsel Aldemir
E Tipi Kapalı Cezaevi C-5 Bitlis