Geçtiğimiz hafta sonu (7-8 Mart) Diyarbakır`da çok önemli bir “çalıştay” yapıldı. Terör örgütü PKK yandaşlarının en küçük faaliyetleri bile basında büyük ilgi görüp manşetlere taşınırken, müslümanların yaptığı çalıştay maalesef gereken ilgiyi görmedi. Oysa konu çok önemliydi. Konu, “Kürt meselesi”nin“İslami çözüm”ünün nasıl olacağına dairdi.
Halen yürütülen “çözüm süreci”nde “hangi yanlışlar”ın yapıldığı, “yanlışların hangi temelden kaynaklandığı” ve “nasıl düzeltileceği”, meydana gelen “tıkanıklıkların nedenleri” ve “nasıl giderileceği”, yürütülen “sürecin nasıl daha sağlıklı bir zemine oturtulacağı”, yine “adil bir çözüm”e ve “kalıcı bir barış”a ulaşmanın nasıl mümkün olabileceği, çalıştayın ana konusuydu.
Çalıştayda “sorunun niteliği”nin tanımlanmış olması bence çok önemli. Nitekim, “Kürt meselesi”nin sadece bir “güvenlik sorunu” olmadığı vurgulandı ve sorunun “tarihi, siyasi, sosyolojik, ekonomik, bölgesel ve uluslararası boyutları”nın bulunduğu ifade edildi. Böylece, “tedavi” için gerekli olan“teşhis”e dair önemli bir başlık atıldı.
“İslam toplumu”nun önemli bir unsuru olarak Kürtlerin, “İslam coğrafyası”nın tam ortasında yer aldığı hatırlatılan Çalıştayda, “Kürt meselesinin çözümsüz kalmasının bütün coğrafyayı ve ümmeti menfi olarak etkileyecek bir mesele olduğu”na dikkat çekilmesi, bence çözümün ne kadar elzem olduğunu göstermesi bakımından önemli. Bu kapsamda çözüm olarak vurgulanan şu öneri, aslında meselenin tam da merkezini teşkil ediyor: “Devletin tekçi, ulusçu, Laikçi politikalarının mahkûm edilmesi gerekir.” Tabiî bu, “Laik-Kemalist devletin radikal dönüşümü” için ne gerekiyorsa yapılmasını gerekli kılıyor.
En önemli tesbitlerden biri, PKK`nın “Kürtçü yaklaşım”ının ve tümüyle Türkleri suçlayan söyleminin aksine,“sorunların vebalinin Türk unsuruna yüklenmemesi gerektiği”ne yapılan vurgu oldu. Bu kapsamda, sorunu “Cumhuriyetin kuruluş felsefesi”nin özeti olan “Laikçilik” ve “ulusçuluk”un büyüttüğü, “ulus devlet” pratiğine dayanan rejimin/sistemin ürettiği, yapılan “asimilasyon politikaları”ndan, “farklı kimlikleri inkâr, imha ve tenkiller”den kendileri de “resmi ideolojinin mağduru” olan “müslüman Türk unsuru”nun sorumlu tutulamayacağının vurgulanması çok önemli.
“Dünyanın şer odakları”nın ve “yerli işbirlikçiler”inin bütün çabalarına rağmen, sorunun “Türk ve Kürt halkları arasında çatışma”ya dönüşmemesinin, her iki halkın da “müslüman” olmasından kaynaklandığının tesbiti çok önemli. Bu tesbit, “çözümün adresi” olması bakımından da büyük önem taşıyor. Bu kapsamda, “Kürt ve Türk halklarının İslam`dan uzaklaştırılması” halinde terör örgütüyle devletin silahlı güçleri arasındaki çatışmanın “iki halk arasında topyekün çatışma”ya dönüşeceği uyarısı,“yaşanması mümkün bir felaket”i önleme adına dikkate alınması gereken bir uyarı.
Çalıştayda vurgu yapılan bir diğer önemli husus da, “silah ve şiddetin bir hak arama yöntemi olarak görülmekten vazgeçilmesi” gerektiğidir. Aslında bu, çözümün en önemli ayaklarından olan “silah bırakma”nın bir başka ifadesi. Bu kapsamda meselenin “siyasi ve jeopolitik dengeler” üzerinden“uluslararası boyut”a ulaşmasının mutlaka önlenerek “iç dinamikler” üzerinden çözülmesi gerektiğinin vurgulanması, Çalıştayın önemli tesbitlerinden biri. “Uluslararası güçlerin ve özellikle emperyalizmin temsilcilerinin masaya davet edilmesi”nin, meseleyi daha da “içinden çıkılmaz” hale getireceğinin vurgulanması, PKK`nın şart koştuğu “üçüncü göz” önerisinin tehlikelerine işaret eden önemli bir tesbit. Çalıştayda, “üçüncü göz”ün, “yerel unsurlar”dan oluşturulması öneriliyor.
Çalıştayda sorunun çözümünde Devlet`in yaptığı temel bir hataya da dikkat çekiliyor. “Çözüm görüşmelerinde sadece terör örgütü PKK`nın muhatap alınmasının yanlışlığı”na işaret edilerek, “farklı Kürt unsurları”nın da “çözüm masası”na oturtulması gerektiğinin önemi vurgulanıyor. Yine, meselenin“adalet temeli”nde çözüm yolunun “İslami bakış açısı” ve “tarihi tecrübe”de aranması gerektiğine işaret edilerek, bununla beraber “tüm kimlikler ve kültürler”in, “kendi renkleriyle” aynı tuvalde buluşmasının, aynı karede, aynı ufka birlikte bakmasının önemine dikkat çekiliyor.
Bu yazının bir parçası olarak, “Kürt Sorununa İslami Çözüm Çalıştayı”nın “Sonuç Bildirgesi”ni mutlaka okumanızı öneriyorum.
Meselenin “etnik unsurlar” temelinde görüşülerek çözüme kavuşturulamayacağının hem de “müslüman Kürtler” tarafından ilanı olan bu bildirge, bence “çözüm”e dair en önemli “irade beyanı” anlamına geliyor. Artık ana esasa, “İslami kimlik”e dönülmesinin ne kadar da elzem olduğunun anlaşılması için de Çalıştaya farklı bir önemin verilmesi icabediyor. Bu kapsamda şu vurgu çok önemli: “Müslüman Kürt halkının hak talepleri ve hassasiyetleri dikkate alınmadan yüzyılların oluşturduğu sorunları çözmek mümkün değildir. Bu hassasiyetlerin başında İslam gelir ve İslami değerlere aykırı hiçbir çözüm modeli Kürt halkı nezdinde karşılık bulmaz.”
Çok önemli ve gerçekten gecikmiş bir etkinlik olan bu çalıştayın, barış sağlanana kadar, daha geniş katılımla, daha detaylı ve esaslı analiz ve çözüm önerilerinin ele alınacağı şekilde, farklı illerde 4 ayda birdüzenli olarak yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Faruk Köse / Yeni Akit