7-8 Mart tarihlerinde Diyarbakır'da gerçekleştirilen, Kürt Meselesine İslami Çözüm Çalıştayı, birçok açıdan ezberleri bozarken açıklanan sonuç bildirgesiyle de çözümün en doğru adresini göstermiş oldu.
Yıllarca hem Devlet hem de şimdiki muhatapları, kendi zeminlerini korumak adına İslami Camiayı süreç dışına itmeye çalıştılar. Öyle ki, her seferinde özellikle bölge Müslümanlarını, kitlesel olarak Kürt Halkını temsil konusunda dışlayarak ithal ve Kürt Halkı'nın geleceğini ipotek altına alacak olan fikirlere zemin hazırladılar.
Örneğin son zamanda Türkiye medyasında kullanılan ve sadece PKK ve türevlerini içine alan kimi terimler türetildi. Zaman zaman KSH diye kısaltılarak karşımıza çıkarılan Kürt Siyasi Hareketi denilen kavram, tamamen PKK kanadını ifade ederken, onun dışında kalan Kürtleri adeta siyasetin dışına itiyor.
Kürtlerin temsilini PKK'ya hamletmek için bir tür algı operasyonu olan bu terim bile içine İslami Camiaları almayarak anılan grupları dışlama çabasının bir ürünüdür.
Ama hafta sonu yapılan ve gerek kurumsal, gerekse de kişisel bazda çoğunluğunu Kürt Müslümanların oluşturduğu çalıştay, kimlerin Kürt Halkı için daha fazla çaba sarf ettiğini ortaya koymuş oldu.
Her şeyden önce hiçbir şahıs, kurum ya da parti ismi ön plana çıkarılmadan sadece Kürt Halkı'nın uğradığı haksızlıklar tespit edilerek açık ve anlaşılır bir dil ile çözüm önerileri sunuldu.
Tek tek tüm katılımcıların konuşmaları kayda değer olmakla beraber, görüş birliğiyle kaleme alındığı anlaşılan sonuç bildirgesi ise muhakkak ki; Hükümet tarafından dikkate alınmalı ve hayata geçirilmelidir.
Sonuç bildirgesinin en önemli yönü, açık ve somut önerilere dayalı olmasıdır. Demagoji yapılmadan ve 80'li yıllardan kalma solcu jargon kullanılmadan Kürt Halkı'nın sorunları tespit edilmiş ve çözüm önerileri sunulmuştur.
Sorun kadar, sorunun adını koymak da önemlidir. İslami Çözüm Çalıştayı'nda ortaya konulan öneriler, sorunun tespitinin gayet iyi yapıldığını ifade ediyor.
--Kürtçe'nin de Resmi Dil olarak kabul edilmesi
--Kürt Meselesi ile PKK meselesi gibi sorunların tefrik edilmesi
--Kürtlerin Kemalist sistem tarafından gasp edilmiş İslami ve insani haklarının, asla hiçbir pazarlık konusu yapılmadan ve geciktirilmeden iade edilmesi
--Bölgedeki PKK şiddetinin tespiti
--Koruculuk sisteminin sorunsuz bir şekilde ortadan kaldırılması
Ve daha birçok önemli konunun barışa hizmet eden bir dil ile tespit edilmesi çalıştayın verimli geçtiğini gösteriyor.
Bir de 28 Şubat'ta Dolmabahçe Sarayı'nda şatafat içinde açıklanan ve 10 madde diye meşhur olan bir bildiri var ki; evlere şenlik.
İslami Çalıştay'ın sonuç bildirgesiyle bu 10 madde karşılaştırıldığında aradaki fark kadar, Kürt halkının gerçek temsilcisinin kim olduğu da anlaşılacaktır.
Herşeyden önce bu 10 maddede kullanılan dil ve Güney Amerika komünistlerinden yadigar sosyalist jargon bile Kürt Halkı'ndan fersah fersah uzak bir yapıya sahip. 5. Sınıf bir Sosyalist yazarın torpil ya da rüşvet sonucu bastırılmış bir kitabından alınmış bir paragrafı andırıyor.
Ayrıca, hiçbir somutluk ifade etmemesi bile Çözümün değil çözümsüzlüğün hedeflendiğini ortaya koyuyor. Örneğin Dolmabahçe Sarayı'nda açıklanan maddelerin 1.sinde 'Demokratik Siyaset ve Tanımı' türünden anlamsız bir tabir kullanılmış. Herkesin kendine göre yorumlayabileceği bir metin üzerinde anlaşmak aslında her iki tarafında iyi niyetli olmadığının göstergesidir. Çünkü her iki taraf da bu ve benzeri maddeleri istedikleri gibi yorumlayacaklardır.
Oysa İslami Çözüm Çalıştayı'nda bu konu, 'Siyasi partiler yasası, askeri vesayet dönemi yaklaşımlarından arındırılarak, istikrarı koruyucu önlemlerle beraber, toplumsal temsiliyeti en yaygın olarak gerçekleştirecek şekilde değiştirilmeli, seçim barajı kaldırılmalıdır.' Denilerek açık açık ifade edilmektedir. Burada kullanılan somut ifadeler, olması gerekenler iken anılan 1. Maddede ise adeta bir anlaşılmama çabası göze çarpmaktadır.
Her iki bildirgeyi tek tek inceleyecek olursak göreceğiz ki; Dolmabahçe'de açıklanan ve hükümetin de sevinerek kabul ettiği 10 madde çözüme değil kaosa kapı aralamakta ve taraflara kullanacakları bahaneler vermektedir.
PKK kesimi, başta da belirttiğimiz gibi Kürdistan Müslümanlarını yıllarca Kürdistanî olmamakla suçlayarak, temsiliyet konusunda dışlamaya çalıştı. Bunun için de elinden gelen her türlü saldırıyı ve iftirayı kullanmaktan da vazgeçmedi.
Gelinen aşamada ise bunun böyle devam edemeyeceğini anlayınca da kendi İslami Camiasını oluşturma yolunu tercih etti. Özellikle 7 Haziran seçimleri yaklaşırken bu seçim ittifakları arayışı içerisinde kendine İslami ve Kürdistani diyen kimi kesimlerle de görüşünce bu kesimler birden bire kendilerini nimetten saymaya başlayarak, PKK'ya yaranmak adına Müslümanların bu tür çabalarını önce küçümsemeye çalıştılar daha sonra ise PKK ağzıyla konuşmak suretiyle Müslümanları Kürdistani olmamakla suçladılar.
Nitekim son günlerde bu kesimlere ait kimi yerlerde yayınlanan yazılar ya bu konuda direk olarak Hizbullah Cemaati'ni hedef alıyor ya da aralara serpiştirilen cümleler ile bu algı oluşturulmaya çalışılıyor.
Komik olanı ise şu ki; daha kendilerinin esamesi bile yok iken Kürdistan'da Şeyh Said'in hedeflerini gerçekleştirmek için çaba sarf eden Hizbullahileri, etkilediklerini iddia edenler nedense yıllardan beridir var olan ve her fırsatta Hizbullah'a yakın olduğu ifade edilen dernekleri ve siyasi kuruluşları bile görmüyorlar. Doğrusu içinde bulundukları kompleks haller bu arkadaşları Hipermetrop yapmış anlaşılan.
Bir iki milletvekilliği uğruna Azad olmaktan vazgeçip vagon olmayı tercih edenlerin, başta Hizbullah Cemaati olmak üzere Müslüman camiaları Kürdistani olmamakla suçlamaları, tarihi boyunca en çok Kürt katleden Taşeronlara taşeronluk yapmaktan başka bir şey değildir.
Kendini Şeyh Said'e isnad edenlerin, çağdaş Binbaşı Kasımlar tarafından idare edilen hareketin diliyle konuşarak iftiralarda bulunması, yaklaşan seçim ve kişisel ikbal kaygılarıyla normal karşılansa da, asla insani ve doğru bir tavır değildir. Bir tür Fitnecilik olarak da ifade edebileceğimiz bu tür iftiralar en çok Kürt Halkı'nın aleyhinedir.
Ne Mebusluk ne de Bakanlık doğruluktan ve adaletten daha değerli değildir.
Amacımız Kürdistan'ın bağımsızlığıdır, diyenlerin, açık açık bağımsızlık istemiyoruz, diyenlere vagon olması kendi ikballerini Kürt Halkı'nın geleceğinden önde tuttuklarının göstergesidir.
Evet, Hizbullah Cemaati İslami bir camiadır. Ama bu onun Kürdistaniliğinin önünde bir engel değildir.
Hizbullah Cemaati'nin Manifestosunda geçen ve Kürt Halkı'nın geleceğini Kürt Halkı'ndan başka hiç kimsenin eline vermeyen şu sözler, Hizbullah, Kürdistani bir hareket değildir, diyenlere kapak olsun.
'Hizbullah Cemaati; bu sorunu İslami dünya görüşü çerçevesinde ele alarak değerlendirmeyi, tahlil ve teşhis edip İslam`ın ölçüleri dahilinde çözüme kavuşturmak için mücadele etmeyi İslami sorumluluk olarak kabul ettiği gibi Cemaatsel görevi olarak da görmektedir.
Kürd halkının İslami ve insani haklarının güvence altına alınacağı anayasal çözüm, özerklik, federasyon ve bağımsızlık gibi tüm seçeneklerin tartışılabileceğini düşünmektedir. Halk bu seçeneklerden istediğini kendisi için seçmekte serbesttir. Hizbullah, bu konuda İslami açıdan bir sakınca görmemektedir. Ancak istenilen çözüm, Müslüman Kürd halkının inancına ve kültürüne uygun düşen ve tüm haklarına kavuşabileceği İslami bir yönetim altında yaşayacağı bir çözümdür.'
Hasıl-ı Kelam, Şeyh Said'i yakalatan Binbaşı Kasım'ların kuyruğuyla meclise girmek için renk değiştirmek azadlık değil esarettir.
Diyarbakır'da yapılan çalıştay göstermiştir ki; Marksistler, Marjinal Türk solunun uyduları ya da ABD elçilerinin kapı kulları asla ve asla Kürt Halkı'nın temsilcisi olamazlar. Silahlar olmaza onlar da yokturlar.
Bu yüzden onlara vagon olmaya da gerek yoktur.
Selam ve Dua ile…
(Metin Gökmen / Hürseda Haber)