YASİN DEMİR /DOĞRUHABER / ANALİZ
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun, yakın tarihte “İN” isimli bir kitap yayınladı. Sabri Uzun`un telefon numarasının, sahte isimle; Hizbullah mensubuymuş gibi mahkemede dinletme kararının aldırtılması; ister istemez kitapta, az da olsa Hizbullah`a dair bilgi ve belgeye yer vermesini gerektirmiş. Konuya geçmeden önce, şu önemli hususa dikkat çekme zorunluluğu ortaya çıkıyor. Özellikle 28 Şubat süreci ve 2000`li yıllarda yargı mensuplarına verilen brifing, yönlendirme çalışmaları; yargı mensupları ve mahkeme mekanizmalarında öyle bir önyargı oluşturmuş ki; bir konuda, “Hizbullah” ismi geçti mi; hiçbir araştırma-soruşturmaya gerek görülmeksizin hemen aleyhinde karar verilebiliyor. Bunun doğurduğu acı ve o kadar da adaletsiz kıyımın, on binlerce insanı nasıl işkencelerden geçirip cezalandırdığı aşağıda delil ve kaynaklarıyla verilecektir.
İşte böyle bir yaklaşımla; gerek Sabri Uzun`un kitabında yer verdiği kendisi gibi önemli polis yetkililerinden telefonları dinletilmek ve takip edilmek istenilenlerin, gerekse de 17/25 Aralık operasyonlarında görüldüğü gibi, dinleme ve takibe alınmak istenilen üst düzey devlet yetkilileri ve bürokratların telefonları sahte isimlerle “Hizbullah” ya da benzeri İslami yapıların elemanıymış gibi mahkemeye verilmeleri, kolayca dinleme kararının çıkması için yeterli gerekçe oluyor…
Sabri Uzun; kitabında Fethullah Gülen yapılanması ile ilişkili bazı polislerin, Batman`da; Hizbullah mensubu olarak nitelendirilen, Cevzet Soysal`ın kaçırılıp sorgulandıktan sonra, boynunun kırılarak, Beşiri kırsalına gömüldüğünü; Kazım Uysal (öğretmen) isimli bir örgüt mensubunun da (!) aynı yöntemle kaçırılıp sorgulandığı (ki duyduğum kadarı ile Kazım Uysal bu kaçırmadan sonra Siirt kırsalında bir ormanlık alanda “ölü” olarak bırakılıyor. Baygınlığını öldü diye algılıyorlar. Sonradan kendisine gelen Kazım Uysal, sürünerek yol kenarına geliyor. Onu bulanlar güvenlik güçlerine haber veriyorlar. Bu zulümden sonra bu halde bulunan Kazım Uysal, buna rağmen gözaltına alınıp örgüt üyeliğinden 9 yıl 8 ay cezaya çarptırıldı.) bilgilerine yer veriyor…
Sabri Uzun bu olayları “sağlam” olarak nitelendirdiği kaynaklara dayandırıyor ve polislerin isimlerini de veriyor.
Yargı mekanizmalarının ve yetkililerin Sabri Uzun`un bu bildirimlerini ihbar kabul edip harekete geçmesi gerekir.
Danıştay saldırısı ve Alparslan Aslan`ın durumu, nasıl Ergenekon yapılanmasının belirgin silahlı eylemi olup hukuken o yapılanmanın silahlı teşekkül olarak nitelendirilmesinin gerekçesi sayıldıysa;
Eğer doğruysa; Sabri Uzun`un bildirdiği bu üç olay tek başına bile, “Paralel Yapının” silahlı bir teşekkül olması için, yeterli gerekçeyi ortaya koymaktadır. Tahşiye olayı ve diğerleri; böylesi bir cinayetle mukayese bile edilmez… İşin diğer bir boyutu yıllarca Hizbullah için “Hizbulvahşet” algı operasyonlarını yürütenler, kendi bu vahşetlerine ne diyecekler? Bir de Allah`ın mahkemesi var…
Sabri Uzun gibi, eski emniyetçi ve istihbaratçı Hanefi Avcı da Ruşen Çakır`a verdiği röportajda, (Fethullahçı yapılanmaya bağlı polislerin Hizbullah cemaatine yönelik icraatlarını kast ederek;) “… (Hizbullahçıların) çok çektikleri doğru… Ama bu dillendirilenden de daha fazla çektiler. Ama insanlar konuşmaya çekiniyorlar hâlâ...) demişti. Aslında bu çektirilenler sadece kolluk ve adli makamların içindeki bir grupla sınırlı değildir. Oluşturulan İslam karşıtlığı temelindeki ön yargı ile pkk saldırıları ile eş zamanlı bir imha süreciydi.
Hizbullah suçlaması ile bölgedeki mütedeyyin insanlara yönelik, sadece gözaltı ve tutuklamalara ilişkin aşağıda verilen rakamlar, neler yapıldığına dair bir fikir verir.
Sabri Uzun`un kitabında yer alan bir belgeye göre, 2000 yılı sonrası Hizbullah`a yönelik 1.625 operasyon yapıldığı; 14.996 (Yaklaşık on beş bin) şahsın yakalandığı 6.224 kişinin tutuklandığı belirtiliyor. İlk etapta bu sayıların çok düşük olduğu dikkati çekiyor. Fakat belirttiği gibi bu sayı 2000`den sonradır. Bunun tamamlayıcısı olarak, Ruşen Çakır`ın “Derin Hizbullah” kitabında yer verdiği sayılar genel rakama yaklaşıyor.
Ruşen Çakır`ın emniyet kaynaklarına dayandırdığı rakamlar ise; 1991-2002 yılları arasında Hizbullah`a yönelik 3.121 operasyon yapıldığı 10,923 kişinin tutuklandığı şeklindedir.
Bu iki sayının ortalaması emniyetin resmî işlem yaptığı sayıya yaklaşıyor. Zira Saygı Öztürk`ün, Anadolu Ajansı ve Emniyet kaynaklarına dayanarak verdiği Hizbullah`a yönelik operasyonlar sonucunda yaklaşık 25,000 kişinin gözaltına alındığı 6 bin küsur kişinin cezaevine konulduğu şeklindedir. Bu son sayı, yani 25 bin gözaltı ve 6 bin civarı tutuklama resmî işlem görenlerin yaklaşık sayısıdır.
Bir de işin birinci dereceden mağduru olan Hizbullah kaynaklarından (Mahkeme dosyaları-Beykoz arşivi kayıtları üzerinden yürütülen soruşturmalar ve Hizbullah davalarına bakan avukatların müşahedeleri) bu rakamlardan çok çok daha fazla bir kitlenin polis soruşturmasına konu olduğudur. Bunlara göre polis soruşturmasına direkt muhatap olan kitle 50.000 (Elli bin`in) üzerindedir. Bu kadar yani 50 binden fazla kişiye fişlemenin de ötesinde “sabıka” oluşturulmuş ve dosya tutulmuştur.
Bu konuyu netleştirmek için kısa bir bilgilendirme zorunluluğu hasıl oluyor.
1990`ların başında; gerek Pkk`nin sol-sosyalist/ateist ideolojisinin Doğu-Güneydoğu`da (Kürtler arasında) kendini hissettirecek derecede uygulama ve hakimiyet alanı bulması; gerekse de 28 Şubat kararları ile sonuçlanan ve Doğu-Güneydoğu`da 1990`ların başında uygulamaya konulan “İslam karşıtlığı” temelindeki devlet politikalarının uygulamaya konulması; bölgede İslami etkinliği bitme noktasına getirmişti.
Tam da böylesi bir iklimde bölgedeki dindar kesimler “Hizbullah” özelinde “İslami bir neslin ihya ve inşasına yönelik olarak insanları camilere davet ettiler. Böylece camiye gelen İslam`ın direği olan namazını düzenli kılıyor. Kur`an-ı Kerim bilmeyenlere Kur`an-ı Kerim`i okuma öğretiliyor. Peygamber Efendimiz `in hayatı ve sünneti öğretiliyor. Bu temelde İslami hassasiyet halk arasında arttırıldı ve tüm engellemelere rağmen bu günden, o güne bakıldığında bir hayli mesafe kat edildiği de müşahede ediliyor. Daha sonra, Hizbullah`ın ele geçirilen arşivinden anlaşıldığı kadarıyla, Hizbullah desteğinde yürütülen bu cami faaliyetlerine katılanların kayıtları tutulmuş. Hizbullah`ın Kuran-ı Kerim ve İslam ilimlerinin öğrendiğini savunduğu, güvenlik birimlerinin ise Hizbullah Terör örgütü mensubu olduğunu iddia ettiği bu kayıtlarda yer alan kişi sayısı 69.000, yaklaşık 70 bin civarıdır.
Bunlardan 16 – 18 yaş üstü yani Hukuken mümeyyiz sayılan 25 – 30 bin kişi civarı gözaltı edilerek hukuku cezalandırmalara tabi tutuldu. Özellikle 2000 yıllarında 13 – 14 yaş altı olanlara ise, kamuoyu tepkisi ve yasal sınırlama nedeni ile resmi işlem uygulamadan, adeta şifahi ve başka yöntemlerle işlem yapıldı. İyi etapta her cami listesindeki öğrenciler topluca karakollara getirildi. Küçük çocukların içine düştüğü travmatik durum uluslararası kamuoyunda bile tepkisel dikkatler çekince, bu uygulamadan vazgeçildi. Bir misal meseleyi izah eder. Urfa`da bir camide Kuran dersi alan 8 – 13 yaş arası 30 – 40 öğrenci bir karakolun önünde sıraya dizilmiş. İlkokul çocuklarında yapıldığı gibi herkes ellerini önündekinin omuzuna koymuş vaziyette, karakolun merdivenlerinden içeri alınıyorlar. Bu görüntü tüm medyada önce dezenformatik bir tarzda yer aldıysa da toplumun ve dönemin bazı vicdanlı siyasetçilerinin tepkisine neden oldu. Bundan sonra bu cami öğrencilerinin toplu gözaltısı, medyadan gizlice sürdürüldü. Resmi işleme tabi tutulmaksızın karakollara çağrılan bu çocuklar, psikologlar ya da polisler tarafından güya nasihat yollu camilerden soğutulmaya, uzak tutulmaya çalışıldı. Hatta zaman zaman medyaya yansıdığı kadarıyla çeşitli kırtasiye malzemeleri ile karakollarda bu çocuklar ödüllendirme yoluna gidildi. Daha sonra polis tarafından birebir takibe alınan bu çocukların aileleri ile irtibatlı olarak, durumları takipte tutuldu. Camilere alternatif olarak bölge şehirlerinde gençlik merkezleri kültür evleri v.s açıldı. Burada anlatamadan geçemeyeceğim ibretlik bir olay vardır. 28 Şubat`ın en belirgin meyvesi olan bu olayın hem mağdurlarında hem şahitleri halen hayattadırlar.
Ağrı`da bir caminin “Resmi imamı, güya Hizbullah`a bağlı olarak çocuklara Kur`an-ı Kerim dersi verdiği için çocuklarla beraber gözaltına alınmış, imam uygunsuz bir vaziyette konularak 20 civarında çocuk imama o vaziyette tükürmeye zorlanmışlar, çoğu çocuk korku ve dayakla tükürmüşlerdir. O gün 10-12 yaşlarında olan o çocuklar, şimdi 25-30 yaşlarında gençler olarak bu olayın şahidi olarak o imamla beraber Ağrı`da yaşıyorlar. Mesela bunlar resmi işlem görmediler. İşte böyle resmi işlem görmeden ama çok daha fazla hayatı ile oynanan ve Hizbullah mensubiyeti suçlaması ile mağdur edilen kesim 70 bin civarındadır. Sabıka ve dosyası oluşturulmuştur. Ayrıca Hizbullah mensubiyeti suçlaması ile PKK tarafından katledilenlerin sayısı, Hizbullah arşiv görevlisi Cemal Tutar`ın mahkeme aşamasında verdiği ifadede bin civarında belirtilmiş, aynı şekilde 120 civarı kişi de güvenlik güçleri tarafından katledilmiştir. Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu olayında görüldüğü gibi... Ayrıca gözaltı ve cezaevlerinde hayatlarını kaybeden Hizbullah mensubu sayısı 10`dur. 12 Eylül döneminde bile sağdan ve soldan idam edilenlerin sayısı 50 küsur olduğu gözönünde bulundurulursa bu sayı, tek örgüt için azımsanmayacak bir sayıdır.
Bir de gerek PKK tarafından, gerekse de Sabri Uzun`un kitabında yer verdiği Cevzet Soysal, gibi devlet içindeki bazı odakların kaçırıp faili meçhul yaptığı işkence ile öldürdüğü onlarca kişi var. Halen kayıplar var. PKK`da kafalarına çivi çakılıp, gözlerine naylon poşet eriterek öldürülen dindar insanları şu an Diyarbakır`da cezaevinde olan Şemdin ve Sırrı Sakık`ın kardeşi Arif Sakık`ın itirafları ile sabittir.
Sabri Uzun, Hanefi Avcı belki de ileride daha başka devlet yetkililerinin itiraf edeceği gibi, Hizbullah suçlaması dindar insanların başına çok şey getirildi.
Sonuç itibari ile yukarıdaki kaynak ve verilere dayanarak 1991-2011 yılları arasında (20 yıllık süreçte) Hizbullah suçlaması ile 70.000`den fazla kişinin takip, soruşturmadan geçirildiği 25.000`den fazla kişinin belli bir süre gözaltına alınarak sorgulandığı en az 6.500 kişinin cezaevine konulduğu, bunlardan 200`ü aşkın kişinin müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet cezalara çarptırıldığı (birçoğu 20 yılı aşkındır halen cezaevlerindedirler) diğerlerinin yardım yataklık-üyelik ve üst üyelik cezalarına çarptırıldığı (binlerce insan üyelik cezalarını eski yasayla 9 yıl 8 ay, 2005 sonrası yeni TCK`ya göre ise 4 yıl 8 ay bilfiil ceza yattılar) yüzlerce firar ve sürgün halen devam ediyor. En önemlisi de gerek PKK ve gerekse devlet güçlerince Hizbullah mensubiyeti gerekçesi ile öldürülenlerin sayısı 1.100 civarındadır. Bu rakamların, doğunun kalabalık aile yapısına göre tekabül ettiği mağdur nüfus kesimi ve bu mağduriyetlerin detayları ise ayrı bir konudur.
Belki ilgili taraflar ileride daha net ve aydınlatıcı bilgiler verirler bu konuda. Sabri Uzun`un ki malumun ilanıdır.
Herkesin bir hesabı, Allah`ın da bir hesabı vardır. Kuşkusuz Allah`ın ve O`na bağlı olanların hesabı esastır. Görelim Mevlam neyler... Neylerse güzel eyler.
Bir 28 Şubat`ın yıl dönümünde bir İslami kesimin başına nelerin getirildiğini bu verilerle hatırlamak ayrıca anlamlı bir tevafuktur.
Allah`a emanetsiniz.