ABDULKADİR TURAN - DOĞRUHABER / ANALİZ
Selahaddin-i Eyyübî, bütün insanlığın tanıklığıyla şüphesiz ki büyük bir askeri komutandır. Küçük bir ekonomi ve küçücük bir ordu ile büyük savaşlar kazandı, sadece Müslümanların değil, insanlığın tarihinin değişmesine vesile oldu. Bu yönüyle tarihin en çok sözünü ettiği birkaç insandan biridir. Hakkında sayısız eser yazılmış. Herhalde insanlık tarihi boyunca çok az insan hakkında bu kadar eser kaleme alınmıştır. Ama Selahaddin`in askeri başarısı ilmî yönünün gölgede kalmasına yol açmış. Onun askeri başarısına odaklanan Batılılar, onu sürekli gündemde tutarken ilmi yönü adeta unutturulmuş.
Oysa Selahaddin Hazretlerinin ilim zaferi, kesinlikle askeri zaferlerinin altında değildir ve en az askeri zaferleri kadar kalıcı izler bırakmıştır.
Selahaddin, İmam Kuşeyrî, Hucvirî, Kelabazî gibi âlimlerin tedvin edip sistemleştirdikleri, İmam Gazalî`nin dünyaya tanıttığı büyük bir ihya hareketinin askeri ve siyasi ürünüdür. Onların öğretileri ile yetişmiş, ilim ehli, zahid bir mücahiddir.
İslam`ın fetih anlayışını iyi kavramış ve o anlayışı en iyi şekilde temsil etmeye çalışmıştır. Fetih, işgale benzer görünür. Oysa fetih ile işgal birbirine zıttır. İşgal yıkım içindir. Fetih, manevi ve maddi onarıma dönüktür. İslam`ın fethettiği her toprak, bir medeniyet yurdu olmuş. İşgale uğrayan topraklar ise yurt olma özelliğini yitirmiştir.
Kudüs, Şam, Mısır, Diyarbakır, Kafkasya, Semerkant, Buhara, Endülüs, Kırım, Sudan, Bosna, Arnavutluk… Her nereye bakarsanız bakın, orası yıkım halindeyken İslam`ın yolunun oraya düşmesiyle tarihin içine girmiş ve insanlık için mühim bir konuma yükselmiştir. İşgal edilen topraklarda ilmin kökü kurumuş, fethedilen her coğrafya ilim merkezi haline gelmiş. İşgal edilen her toprak, ekonomik olarak tükenmiş, fethedilen topraklar birer ekonomi merkezi haline gelmiştir.
Selahaddin`in fetihleri bu insanî yükselişin bir devamıdır. O, işkencehaneleri ilim merkezi hâline getirdi, ilme değer verdi, medreselerin insan kaynağı çekim gücünü artırdı.
Bunu iki yolla yaptı:
1. Talebelerin okuma imkânlarını artırdı ve eğitim koşullarını her sınıftan insanın ilgi göstereceği bir yapıya büründürdü.
2. Eğitimini başarıyla bitirene sosyal konum ve saygınlık kazanma ortamı oluşturdu. Böylece zeki, kabiliyetli, yoksul veya zengin çocuk ve gençlerin o günlerini ve istikballerini eğitim kurumlarında bulmalarını sağladı.
Bilmek, onun için başlı başına bir değerdi ve o, değerli olanın bilinmesini isterdi. Yolda bir çocukla karşılaştığında ona “Sen, Kur`an-ı Kerim okumayı biliyor musun?” diye sorardı; “Hayır!” cevabı alırsa, öğretilmesi için işlem yaptırır, “Evet” cevabı alırsa “Bize biraz okur musun?” der; kimi zaman, Kur`an-ı Kerim`i güzel okuyan çocukları atına bindirir, divana götürür, divan başlamadan ona okutur, onu ve ailesini ödüllendirirdi. Âlime hürmet etmekle kalmaz; onu dinlerdi. Dönemin büyük âlimleri Kadı Fadıl, İsa El Hakkâri bizzat onun danışmanı ve yöneticileri idiler.
İlme yönelen, onun yanında yükselirdi. Yoksul ailelerin çocukları, onun medreselerinde İzz bin Abdüsselam misali adım adım yükselerek Şam`daki Emevî camisine vaiz, Kahire`ye kadı olurdu.
Onun halaları, kız kardeşleri ve ailesinin diğer kadınları vakfiyeler kurmuş, her şehirde dev külliyeler inşa etmiş, öğrencilerin her tür ihtiyacının karşılandığı o külliyelerde bütün ilimlerde âlimler yetiştiriliyordu.
“Salâhaddîn`in örnek şahsiyetinden kaynaklanan engin dînî ve kültürel genişliği ile ilim ve ilim adamlarına olan düşkünlüğü de yeni medreselerin açılmasında mühim bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda ilmi bir hüviyeti de bulunan Sultan, gençliğinde kitaplara düşkünlüğüyle temayüz etmiş, devrindeki ‘âlimlerin meclislerine katılmış ve onların ilmî sohbetlerine bilfiil iştirak etmiştir. Bu konuda Salâhaddîn`in hal tercümelerinde sayısız örnekler vardır. Özellikle hadis dinlemeye karşı özel bir ilgisi olan Sultan, Ebî Tahir b. ‘Avf ve İmam Silefî gibi devrinin ünlü muhaddislerinden hadîs dinlemiştir. Nitekim Suyûtî, Sultanın çocuklarıyla birlikte İskenderiye`de ikâmet eden Silefî`den hadis dinlemek için Kâhire`den İskenderiye`ye seyahat ettiğini bildirmektedir.” (Selahaddin-i Eyyûbî Devrinde İlmî Faaliyetler-Bedrettin Basuuyuğ)
SELAHADDİN-İ EYYÜBİ DÖNEMİNDE OLUŞAN ÂLİM PORTRESİ
Selahaddin döneminde,
-Zahid
-İlmin genelinden haberdar
-İlmin en az bir alanında ihtisas sahibi
-Mücahid
-Sünnete bağlı-bidatlara karşı ancak ihyadan yana
-Zalimlere boyun eğmeyen ama fitneye yol açmaktan da sakınan
-Krizlere, doğru müdahaleler yapan bir âlim portresi oluştu. Şeyh Halid-i Bağdadi, Şeyh Abdulkadir-i Cezayirî, Şeyh Şamil, İzzeddin el Kassam, Üstad Bediüzzaman… O portrenin farklı yansımalarıdır.
Bu alim portresinin en örnek iki yansıması, İz bin Abdüsselam ve İmam Nevevî`dir.
1181`de Şam`da, Selahaddin`in hüküm sürdüğü dönemde dünyaya gelen İz bin Abdüsellam, oldukça yoksul bir ailenin çocuğuydu; medreselerde okudu, ilim basamaklarını bir bir çıktı. Şam`ın tanınmış İslam âlimleri arasında yer aldı. Sultanlara yol gösterdi. Sultan`ül Ulema (alimlerin sultanı) oldu, asla sultanların alimi olmadı. Başına ne geleceğini düşünmeden hakkı haykırdı. Bidatlere karşı durdu. Ama özellikle ömrünün son yıllarında tasavvufa yöneldi. Mücadelesine zühdüyle destek verdi. Şam`dan Mısır`a geçmek zorunda kaldı. Orada kadı oldu ama asla her söze evet diyen, her uygulamanın altına mühür basan kadılardan olmadı.
Onunla ilgili anlatılan şu meşhur rivayet vardır: “İmam İbn Abdüsselam bir Ramazan Bayramı`nda kaleye gider, askerlerin iki saf dizilişine, memleketi idare eden meclisin ve sultanın şaşaalı ve ihtişamlı halini müşahede eder. Mısır diyarının âdetinde olduğu gibi sultan en güzel ziynetleri ile insanların huzuruna çıkmış, emirler de sultanın önünde eğilerek adeta yere yapışmışlardı. İmam İbn Abdusselam sultana bakarak şöyle seslenir: “Ey Sultan! Allah; ben sana Mısır`ın mülkiyetini verdim, sen ise içkiyi helal ettin derse, ne diye cevap verirsin!” Sultan: “Öyle bir şey var mı?”
Sultan`ul Ulema: “Evet, filan evde içki ve başka münker şeyler satılıyor, sen ise bu memleketin nimetleri içerisinde yüzüyorsun.” İmam, Sultana en yüksek sesiyle sesleniyor, askerler de durup izliyordu. Sultan şöyle der: “Ey efendim bunu ben yapmış değilim, babam zamanında olan bir şeydi. İmam İbn Abdüsselam: “Sen, ‘Doğrusu biz atalarımızı bir din üzerine bulduk. Elbette onların izinden gideceğiz.` (Zuhruf 43/22) diyenlerden misin? der. Sultan hemen bu konuşmanın akabinde hanenin yıkılmasını emreder. Olayı bize aktaran İmam el- Baci şöyle devam ediyor:
“İmam İbn Abdüsselam sultanın yanına dönünce (bu olayı yayılmıştı) şöyle sordum: “Ey efendim nasılsınız” İmam; “Ey oğlum” dedi; Sultanı kibir içinde gördüm. Kendisini gurur kaplayıp, nefsinin ona eziyet etmemesi için onu aşağılamak istedim. “Ey efendim! Hiç korkmadınız mı?” “Allah`a yemin olsun ki, Allah`ın heybeti kalbimde belirdi; Sultan önümde kedi gibi oldu.”
İmam Nevevî, Selahaddin`in vefatından çok sonra Hicri 631`de Şam`ın Neva kasabasında doğdu. Selahaddin`in medreselerinde okudu. Üstün zekâsı ve uzun süre çalışma azmiyle ilmin basamaklarını tırmandı. 665 yılında, henüz 34 yaşında iken Eşrefiye Dârü`l-Hadîs Medresesi`sinin başına getirildi. İslami ilimleri tedvine yöneldi. Müslümanları bid`atlerden uzak tutacak, Sünnet-i Seniyeye yaklaştıracak derlemeler yaptı, vefat ettiğinde sadece 45 yaşındaydı ama ardından yüzyıllar boyunca ümmeti krizlerden kurtaracak, ümmete rehberlik edecek eserler bıraktı.
İmam Nevevî ile İz bin Abdüsselam`ı bir araya getirin, onları götürüp Kadı Fadıl ve İsa El Hakkarî ile buluşturun, ortaya çıkacak portre Selahaddin döneminde oluşan alim portresini elde edersiniz.
İmam Nevevî ile ilgili şu meşhur rivayet vardır:
Moğollar, H. 658`de Filistin`e kadar gelip Şam`a saldırıya hazırlandıkları bir sırada, Zahir Baybars, onlarla savaşmak üzere orduyu teçhiz etmek için, halkın malını almanın caiz olacağına dâir âlimlerden fetva istedi. Bütün âlimler verdiler. İmam Nevevî ise
“Hayır, sana fetva vermiyorum.” dedi.
Baybars “Neden fetva vermiyorsun? Biz Moğollara karşı cihad için silâh alacağız. Moğolların zulmüyle ümmet ve din zayi olmaktadır” diye diretti. Bunun üzerine İmam Nevevî :
“Sen buraya geldiğinde bir köleydin ve hiçbir şeye sahip değildin. Ben şu anda senin yanında birçok bağların, bahçelerin, köle ve cariyelerin, altın ve gümüşlerin olduğunu görüyorum. Bunları cihad için sattığın zaman ancak, bana karşı haklı olabilirsin ve ben de sana cihadda kullanmak üzere halkın malını almana, o zaman fetva veririm.” diyerek direnişini sürdürdü.
Bu cevaptan hoşlanmayan Baybars, İmam`ı Şam`dan sürgün etti. Nevevî, memleketi olan Neva köyüne döndü. Dönemin âlimleri Zahir Baybars`a gelerek: “Şam uleması ona muhtaçtır.” dediler. Baybars onlara “Onu geri getirin” diye emir verdi; ancak o,
“Allah`a yemin ederim ki Zahir Baybars orada bulunduğu sürece ben Şam`a girmeyeceğim.” diyerek bu isteğe karşı çıktı. Yemini boşa gitmedi, bir ay sonra Zahir Baybars öldü, İmam Nevevî Şam`a onun ölümünden sonra döndü.
SELAHADDİN-İ EYYÜBÎ DÖNEMİNİN İLİM ISLAHATLARI
Selahaddin Dönemi`nde
-Hadis ilmine yöneliş arttı. İhya hareketi, bu yönelişten beslendi.
-Yoksul ailelerin çocukları yeniden ilim dairesine taşındı, ilim öğrenmek kolaylaştı, ilme yönelen değer gördü, ilim çekim alanı haline geldi.
-Alimler, yönetim içinde ve dışında güçlü bir sınıfa dönüştüler, topluma yön verme konumlarını güçlendirdiler.
-Kadınlar, ilim vakfiyeleri açıp medrese kurdular.
-Kadınlar, ilim talebesi olup sonraki dönemde bizzat müderris oldular.
KAYNAKLAR: 1. İbn-i Esir, El Kamil Fit Tarih 2. İbn-i Kesir, El Bidaye ve Nihaye 3. İbn-i Cübeyr, Er Rahle (Seyahatname)
İŞKENCEHANE MEDRESE OLDU
Selahaddin öncesinde Kahire`de Darü`l Maune diye bir yer vardı. Kahire emniyeti, yakaladığı kişileri oraya götürür, sorgular, onlara işkence ederdi.
Darü`l Maune, Mısır`daki rejimin halka tahakküm etme biçiminin simgesiydi. Rejim, kendisine karşı çıkanı işkenceyle korkutur, suçu ve suçluyu toplumun gözünü korkutmak için bir araç olarak kullanır, halkı işkence ve ölüm korkusuyla kendisine boyun eğdirirdi.
Selahaddin, o devrin kapısına kilit vurdu, onun yerine halkı eğiterek asayişi sağlamayı esas alan bir sistem getirdi. Artık işkence yok, halkı eğitmek vardı. Suç, halkı ürkütmek için araç olarak kullanılmayacak. Halk eğitildikçe günahtan, suçtan uzak duracaktı.
Selahaddin, Fatimiler iş başında olduğu hâlde Darü`l Maune`yi yıktı, yerine Şafiiler için dev bir medrese kurdu. Onun “Nasır” ünvanına binaen medreseye “Nasıriyye” adı verildi. Bu, Mısır`ın ilk medresesiydi. Çünkü Fatimilerin el Ezher gibi dev bir eğitim kurumu vardı. Ama “medrese”leri yoktu.
Medrese öyle büyüktü ki Endülüslü Seyyah İbn-i Cübeyr, onu henüz tamamlanmışken gördüğünde tek başına bir şehre benzetmişti.
Bu medrese, dönemin âlimlerince Fatımilere vurulan en büyük darbe kabul edildi. Fatimiler, Şiiydi; oysa medrese Şafii mezhebi üzerine eğitim yapıyordu. Bu hem eğitimde hem de idarede Fatimiliğin bitişi anlamına geliyordu. İşkencehanelerin kapatılması ise Fatimi zulmüne meydan okumaktı. Nasıriyye adı da verilince bu medrese tek başına “Fatimi devri bitti, Selahaddin devri başladı” demeye yetiyordu.
İşte onun döneminde ve ondan sonra kurulan medreselerden bazıları; Mısır`da Nâsıriyye Medresesi, Salâhiyye Medresesi, Fâdıliyye Medresesi; Şam bölgesinde Salâhiyye Medresesi, Esediyye Medresesi, Ferruhşâhiyye Medresesi, Efdaliyye Medresesi…
Onun ve ailesinin medreselerinde Kur`an ve Sünnetle beslenen bir alim tipi oluştu. İhya ehli bir alim tipi… Konuşan, amel eden, direnen ve düzelten bir