Kadın insanlığın yarısını oluşturur. Kemiyet anlamda hal böyle iken keyfiyet(nitelik) açısından kandın cinsi çeşitli baskıcı zihniyetlerin etkisiyle ikinci planda kalmış/tutulmuştur.
Oysa yüce Allah nihai sorumluluk bağlamında kadın ile erkek arasında herhangi bir fark gözetmemiştir. Kur`an-ı Kerim`in iman edenlere ve insanlara hitabında kullandığı eril zamirler Asr-ı Saadet`in yaşam pratiğinde kadının bu hitaplara muhatap olduğu şeklinde anlaşılmıştır.
İslam`ın kadına bakış açısı ve onu hayat ırmağında konumlandırışı kısmen çıkar-menfaatlerden olma endişesinden ve çoğunlukla kasıtlı ideolojik gerekçelerle saptırılarak anlatılıp durulmuş, anlatılmaktadır.
‘`İslam`da Kadın`` denilince bir kısım bağnaz ile cahiliye üzerine inşa edilmiş koyu determinist gelenekselci yaklaşımlar; kadını cinsel bir obje ve çocuk üretim aracı olarak görüp metalaştırdıklarını fark etmez ve yüce Allah`ın kadın adlı büyük projesini küçültüp mikro alana sıkıştırdıklarını görmezler. Bu anlayışın İslam dinin amir hükmü olduğunu her platformda anarak kadın olgusu üzerinden İslam`a saldıran feministler-seküleristler ile solcuların, tam zıddını yaparak kadının dişiliğini ön plana çıkarak görsellikten başlayıp onu karşı cinse bir zevk aracı ve meta gibi sunmaları ise ayrı bir çelişkidir.
Müslümanların temel referansı ve modeli olan Asr-ı Saadet`in, her alanda, Mekke`sinde hem de Medine`sinde kadın sahabelerin her alanda erkek sahabilerle aynı sıkıntıları işkenceleri yaşadıkları görülür. Mekke döneminde onca takip ve baskı kadınları eğitim ve direnişlerinde vazgeçirmemiş, birçoğu Habeşistan`a hicret etmiştir.
Erkeklerle birlikte Medine İslam Devletini ve Müslüman topluluğu oluşturan kadın sahabeler vahiy ve Resullullah tarafından hiçbir zaman ikinci sınıf insan olarak telakki edilmemişlerdir. Tam aksine, yapılan her yeni düzenlemede kadınlara ‘`Pozitif Ayrımcılığın`` izleri rahatlıkla görülür.
1436 yıl öncesinin Arap toplumu üzerinden tüm insanlığa seslenen vahyin ‘`Vizyonel mantığına`` bakıldığında; kadının üretimin öznesi kılınmaya çalışıldığı, onu tüketim nesnesi olmaktan kurtarmaya, toplumun dinamik iki öğesinden biri kılmaya çalıştığı görülür.
Vahiy, kadının estetiksel bir form olduğunu ve baştan-ayağa cazibe ile donanmış özel bir varlık oluşunu gözeterek ona tesettürü emretmiş/uygun görmüştür. Burada tesettürün şekli, nasıllığı veya niçinliğinden çok sonrasını ele almak istiyoruz.
Öncelikle tesettürdeki temel gayenin yine kadınla ilgili olduğunu belirtmekte fayda vardır. Cinsiyet örtüldüğünde insiyyet ve şahsiyet ortaya çıkacak, dişilik sorumluk hiyerarşisinde ikinci plana geçtiğinde kişilik ön plana çıkmış olacak ve böylece her şey yerli yerine oturmuş olacaktır.
Kadının erkeği etkilemesi ve bu etkiyle kadını etkilenmesi olayın kaçınılması istenen yönüdür. Bu kısım işlenegelen bir konu olduğu için asıl konumuza dönüyoruz;
Tesettür emrini uygulanmasından sonra kadının sosyal hayattaki rolü daha belirgin bir hâl alırken, örtü karşıtların saldırının ana merkezi de bu konu olmuştur. Müslüman kadın aslında örtünmeyi tercih ettiğinde bir şuur olgusunun ilk basamağına adımını atmış olur. Çünkü tesettür olgusu normal giyinme hadisesinden farklı olup bedenin vahyi bilgiler ışığında örtülmesidir, donatılmasıdır. Takva elbisesi amellere ve ruha giydirilmiş en güzel elbise olduğu gibi tesettür de bu amellerin ve ruh halinin mücessem şeklidir.
Yani Müslüman kadın kurallarına ve adabına uygun bir şekilde tesettürü içselleştirdiğinde aslında İslam düşüncesini, İslam`ın dünya görüşünü ve Asr-Saadet eksenli İslam Davasını benimsemiş sayılmaktadır.
Tam da bu noktada ciddi bir yanlış anlamlar silsilesi ile karşılaştığı görülmektedir. İslam, kadını hiçbir zaman fitne olarak görmediği halde,
-İslam, kadını tesettüre büründürerek kişiliğiyle sahnesine sürmeye çalıştığı halde,
-İslam, yükümlükler ve davası yolunda faaliyetler konusunda kadını erkekten ayırmadığı ve hatta ‘`Müminlerden öyle erler var ki, Allah`a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir(şehit olmuştur). Bir kısmı da beklemektedir…`` (Ahzap:23) ayetinde geçen erler(erkeler) lafzının sadece erkek cinsini kapsamadığı ve hatta eskilerin bu lafza uygun olarak yiğit kadınlar için ‘` Ricalü`n Nisa`` terimini kullandığı bilindiği halde
-Gerek Asr-ı Saadet`te gerekse de sonraki devirlerde Müslüman kadının davet, eğitim, öğretim, kıtal (harp), irfan/tasavvuf, ticaret, yöneticilik... gibi birçok farklı alanda İslam davasına hizmet edilecek şekilde faaliyet gösterdiği okunduğu halde bu gözetilmedi.
-Bir kısım âlim, devlet idarecisi ve avam halkın, belli, tarihlerde ve hassas dönemlerde kadını sosyal hayattan ve çeşitli haklardan/aktivitelerden alıkoydukları görülür. Elbette ki her tarihin ve dönemin kendine göre bir hükmü vardır. Bazı toplumlarda yaşanan ve yukarıda zikri geçen bazı hususların göz ardı edilmiş olması kadına reva görülen bu durumun İslam`ın bir emri olduğu anlamına gelmez. İslam, kadını ‘`görünmez`` kılmak için uğraşmaz. Tam aksine onu, insanın iki parçasından biri olarak uygun bulduğu tarz ve şekille tüm varlığıyla sosyal hayata dahil etmeye çalışmaktadır. Kadının çocuk yetiştirmesi, gelecek nesil olgusunu hazırlaması onun ilk görevi olarak anlatılabilir. Ama ‘` Kadın sadece bunun için yaratılmıştır`` şeklindeki bir anlayış İslam`ın özüyle uyuşmamaktadır. Bu nakıs anlayışın kadına tevdi ettiği görev taksimatından erkeğe cinsi uzaklaştırılarak bu defa ona haksızlık edilmektedir.
-Tesettüre(çarşaf-pardösü...) bürünmesi emredilen kadının bu emr-i ilahiye muhatap olması aslında kadının açıkça bu güvenlik şemsiyesi/çemberi altından sosyal hayata daha aktif olarak katılmasını ve İslami sorumluluklarını daha rahat ve daha fazla yerine getirilmesi içindir.
-Sürekli tarihten alıntı yapmakla yetinildi. Engin İslam medeniyet tarihi bir övgü-sövgü malzemesi haline getirilerek bununla yetinildi. Oysa tarih, olayları ve şahsiyetleri ile ya model almak ya da kaçınmak için irdelenmelidir. Yoksa tarihe kanca atıp tarihte tatil yapmak için tarihten örnek verilmez.
İslam tarihi kadın kahramanlar, eğitimciler mücahideler, muarrifeler, müçtehitler, evliyalar ile doludur. Tabi bu durum sadece İslam ve Müslümanlar için söz konusu değildir. Uzun bir geçmişi olan her inanç ve düşüncenin yeni nesillere göstereceği tarihi modelleri-kahramanları vardır.
Özellikle son iki yüzyıldır ümmetin yaşadığı suskunluktan Müslüman kadın fazlasıyla nasiplendi. Ta ki ihvanın davetinde sembolleşen Zeynep Gazali gibi şuurlu bayanların dava misyonuyla sahaya inmelerine kadar. Afgan cihadında, İran devriminde, Cezayir`deki Fis deneyiminde, Hamas ve İslami Cihat... örneklerinde Müslüman kadın adeta küllerinden doğarak Zeynebî misyonunu tekrar omuzladı.
İslam dünyasına nazaran kadın konusunu daha erken dönemlerde işlevselleştiren sol dünyası kadını tamamıyla estetik formu üzerinden ele alıp mücadelesinin ana figürü olarak sahaya sürmüştür. Temel felsefe olarak ‘`Politik devrim cinsel devrimden geçer`` sloganını dillendiren sol, Küba`da Hayde Santa Maria`yı Filistin`de Leyla Halid`i… Birer idol haline getirerek hemcinslerine model olarak sundu.`` Bir toplum ideal yaratmadan oluşturulamaz.``(Durkheim) tespitinden yola çıkan PKK gibi Marksist-Leninist bir örgüt, tamamı İslam karşıtlığı üzerine inşa ettiği ideallerine model olarak Sara(Sakine cansız)-Beritan-Berivan... gibi isimleri göstermiştir. Bunlar hakkında şiirler -marşlar yazılıp söylendi Birer destana dönüştürüldüler. Fıtratı bozulmamış temiz Kürt kızına/kadınına bunlar örnek olarak sunuldu. Bununla da kalmayıp ‘`özgür kadın...`` gibi projelerle siyaset ve idarede ‘`Eş başkanlık``, örgütsel yapılanmada ise Pkk/Pajk Yd-h/Ydg-k (Yurtsever devrimci genç kadınlar)- Ypg/Ypj.... Gibi kadınlardan oluşan nitelikli birimleri devreye koydu.
Kürdistan`da Pkk, Türkiye`nin batısında ise diğer sol ve seküler yapılar her fırsatta kadının cinselliği üzerinden prim yapmaya çalıştılar. Böylece kadının dişiliği ön plana çıkarılarak fabrika ayarlarıyla oynandı.
Hülasa; Müslüman(kadın) geçmişin rüyalarıyla avunup oyalanmayı terk edip doğru zeminde geleceğin inşasına yoğunlaşmalıdır.
İslam`ın toplumsal dönüşüm çalışmalarında en az erkek kadar muhatap ve sorumlu olan davetçi bayanın asgari, İslam karşıtı hemcinsleri kadar faal olmaları gerekir. Öyle ki, erkek davetçiler (en azından) fıtratı bozulmamış, arayış içerisinde olan bayanları davet konusunda muhatap olma yükünden azad olsunlar.
28 Şubat sürecinden sonra arzulandığı gibi tutunmayı/direnmeyi başaramayan İslami yapıların en büyük zaafları yine iyi organize edilememiş teşkilatlanması zayıf olan kadın kolları konusunda yaşanmıştı. (Tabi erkeklerin de iyi bir sınav veremedikleri de ayrıca not edilmelidir)
Ancak Mustazaf-Der ve HÜDA PAR Kadın Kollarının, PKK`nin “Dünya Kadınlar Günü” etkinliklerinde İslam`ın amir hükmü olan örtüye (ve namus olgusuna) karşı sergilediği her zamanki düşmanca tavrına karşı sokaklarda-meydanlarda boy gösterip ardı sıra açıklamalarda bulunmaları gerek kemiyetleri gerekse keyfiyetleri açısından göz doldurmuş, Müslüman yürekleri ferahlatmış, geleceğe dair umutları tazeleyip güçlendirmiştir. Yüce Allah bu hassasiyetlerinden dolayı hepsinden razı olsun.
Lakin asıl mücadele şimdi başlıyor. Sokaklar ve meydanlar Müslüman kadının örnek görüntüsüne ve Zeynebî sesine alışmalıdır, alıştırılmalıdır.
Unutulmamalıdır ki; kadın kolları güçlü-aktif ve dinamik olmayan hiçbir hareket başarıya ulaşamaz. Bir kuşun tek kanatla uçamayacağı gibi... Fiemanillah
Faruk KUZU
Kandıra 2 Nolu F Tipi Cezaevi