Siracettin Aslan / İnzar Dergisi
 
Malumun ilâmı olunduğu üzere İslâm toplumları, medeniyet tarihimiz boyunca, günümüzde olduğu kadarıyla dönem olgulara dayalı bilimler sahasından bu denli geri kalmış değildir. Kevni bilimlerin tevarüsü, tevhidi dünyagörüşüyle ilişkilendirilmeden ecnebi fikir paketleriyle meczedilmiş ve neredeyse bütünüyle ithal yöntemlerle yapılmaktadır. Çünkü ithal edilen fikir ve bilim paketleri, İslâm dünyasında dönüştürülecek bütüncül bir işletim mekanizması söz konusu değildir. Bu ve buna benzer durumlar, İslâm ümmetinin düşünsel bağrından epistemik ve zihni çatışmaların ortaya çıkmasının temel müsebbibi olarak görülebilir. Bu bağlamda İslâm toplumlarında, söz konusu çatışmaların bertaraf edilmesi ve bilhassa bilimsel alandaki geri kalmışlığını ortadan kaldırma iddiasını taşıyan (!) üç düşünsel akımdan söz edilebilir. Bunlar;

(1) geleneğe bütünsel bir bağlılık göstererek çağın bilimsel ve düşünsel gelişmelerine karşın kapalı bir havzada düşünenler;

(2) İslâm medeniyetinin ilmî mirasını ve çağın bilimsel gelişmeleri arasında yeni yaklaşımlarda bulunanlar ve

(3) İslâm medeniyetinin muazzam ilmî mirasını bir bakıma göz ardı ederek geleceği bütünüyle çağdaş bilimsel gelişmelerde arayanlar, şeklinde mülahaza edilebilir.

Birinci yaklaşım, bizce, İslâm dünyasında nitelikli bilim insanlarının yetiştirilmesi başta olmak üzere iktisat, siyaset nazariyeleri ve sosyo-kültürel gelişim konusunda külli bir tavır sergilemekten nakıstır. Bu yaklaşımın temelinde, kapalı dünyagörüşü ve bir toplum idraki yer aldığı söylenebilir. Bu bakımdan denilebilir ki bütün yönleriyle küreselleşmenin konuşulduğu asrımızda, dışa kapalı olan dünya görüşlerinin ve toplum tasavvurlarının kendi kendilerini yontarak ontolojik varoluşlarını tehlikeye sürüklemektedir. Dolayısıyla asrın bilimsel ve düşünsel paradigması üzerine fikir yürütmeyen bir aklın, dünyanın gerçeklikleri hakkında bilgiye dayalı aydınlık yarınlara ilişkin bir şey ifade edemeyeceği ve taşımayacağı kanaatindeyim.

Geçmiş ile gelecek arasında terkibi bağlantıyı gaye edinen yaklaşımlar (2) ise, İslâm ümmetinin içinde bulunduğu zihinsel handikapları ve bilimsel gerileyişleri ortadan kaldırmak için yeni kapılar aralama gayretinde olduğu söylenebilir. İslâm medeniyet mirasına sahip çıkan bu bakış açısı, İngiliz-Yahudi uygarlığının hasılatları olan siyaset, iktisat ve bilimsel nazariyeler gibi bağlamları bakımından çağdaş paradigmaya bir meydan okumadır. Ancak bu meydan okuma, varoluşsal gayesini salt bunlarla sınırlandırmaz, sınırlandırması halinde külli olmaktan çıkacak ve zaman ve mekâna göre pozisyon geliştiren dar bir çerçeveye kendini sıkıştırmış olacaktır. Vasat bir seyri olan söz konusu yaklaşım, İslâm düşüncesinin temel bilgi kaynaklarını referans alarak ve bilhassa vahyi ilham ve seçkin bir kaynak şeklinde belleyerek çağın ruhuna uygun ve İslâm dünyasının beklentileri doğrultusunda nazariyeler geliştirme çabasındadır. Ancak bu çaba, günümüzde sistematik halde olmayıp mahallî düzeyde inşa faaliyetlerinde bulunduğu söylenebilir.

Üçüncü yaklaşıma gelindiğinde, bu yaklaşımın, İslâm dünyasının söz konusu edilen alanlarda geri kalışını umumî olarak İslâm düşüncesinin ana bileşenlerini oluşturan vahiy başta olmak üzere bilgi kaynaklarının eleştirisini yaparak tevhidi dünyagörüşünü problematik bir şekilde ele aldığı görülmektedir. Bu tutum, bazen aşikâr olarak sergilendiği gibi bazen de İslâm toplumlarının düşünsel ve kültürel havzasının cevval konumundan ötürü çoğunlukla gizli olarak tavır almaktadır. Burada temel gaye, İslâm dünyasının yeniden kalkındırılması ve yeniden dünyaya hâkim kılma çabasından ziyade çağdaş paradigmanın inşa ettiği doğrultuda tevhidi dünyagörüşünün düşünsel kodlarından kopartılmış yeni bir birey tiplemesi ve buna bağlı olarak yeni bir toplum inşa etmektir. Bu anlayış, günümüzde İslâm toplumlarında neşv-u nema bulmuş ve önemli bir fikri tehdit olarak karşımızda durmaktadır. İslâm toplumlarının bilimsel geri kalmışlığına pozitivist reçete sunma çabasında olanların, bir bakıma ortaçağ Hıristiyan dünyasında ortaya çıkan Protestanlar arasında önemli ölçüde benzerlikleri vardır. Ancak ifade etmek gerekir ki İslâm, bilgi kaynakları ve muhtevası itibariyle Hıristiyanlıkla mukayese edilmesi nakıs anlayıştır. Bunun bariz sebeplerinden biri, Hıristiyanlığın kavramsal çerçevesi Hz. İsa döneminde ortaya çıkmadığı gibi O`nun getirdiği tevhidi düşünceyi bütünlüklü olarak ihtiva etmediğidir. Aziz Pavlus tarafından ana hatlarıyla kavramsal çerçevesi belirlenmiş olan Hıristiyanlık, her ne kadar tahrif edilmiş ve ilavelerde bulunulmuş İncil`leri esas alsa da, semavî kaynaklı bir din olmayıp bir kültür dinî olarak anlaşılabilir, değerlendirilebilir.

Öte yandan İslâm, bilgi kaynakları ve muhtevası bakımından Hıristiyanlıktan farklılaşsa da, bilimsel gelişmelere cevap vermediğini varsayarak İslâm`ın Protestanlaştırılmasına ilişkin çabaların günümüzde telafisi çok güç bilgisel ve algısal tahribatlara neden olabileceğine dikkat çekmek gerekir. Öyle ki Protestan ahlâkıyla düşünenler, İslâm toplumlarının uzun süreden beridir meydana gelen geri kalmışlığın Müslümanların ve toplumların zihniyet tasavvurlarına değil de, İslâmiyet`in bizatihi öz kaynaklarına dayandırma gayretindeler. Aslında bu gayret, yukarıda ifade edildiği üzere ortaçağ Batı uygarlığında ortaya çıkan Protestan ve modern söylem ile özdeşlik arz eder. Nitekim Protestan ve modern söylem, ortaçağ için Batı uygarlığının gelişiminin önündeki engelin kilise öğretisinden hareketle dinî düşünceyi ileri sürmüşlerdi ve bu düşünce, günümüzde cevval bir şekilde varlığını muhafaza etmektedir. Bu bakış açısı...
 
MAKALENİN TÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!