Doğruhaber / Tarihte Bugün / 8 ŞUBAT
GÜNÜN AYETİ
“Andolsun Allah size birçok yerlerde, Huneyn gününde de yardım etmişti. Hani (o gün) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti. Fakat size hiçbir yarar da sağlamamıştı. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü başınıza dar gelmişti, nihayet bozguna uğrayarak arkanızı dönmüş (kaçmaya başlamış)tınız.” (Tevbe suresi 25. ayetin meali)
GÜNÜN HADİSİ
“Sen itâat olunan bir cimriliği, arkasında gidilen bir hevâ-i nefsi ve her rey sahibinin reyini benimsemesini gördüğün zaman, nefsini kurtarmaya çalış!” (Ebu Davud, Tirmizi)
GÜNÜN SÖZÜ
“Helâk olmak iki haslettedir: 1: Allah'ın rahmetinden ümitsiz olmak, 2:Ucb'a kapılmak.” (İbn-i Mes`ud)
TARİHTE BUGÜN
1265: Moğol hükümdar Hülagû Han öldü.
1217'de doğan Hülagû Han, Cengiz Han'ın torunu, ve diğer Cengizli Büyük Han'larından Mengü Han ve Kubilay Han'ın da kardeşidir. Hülagü, 1255 yılında ağabeyi Mengü Han tarafından Orta Doğu'da henüz ele geçirilmemiş toprakların fethini tamamlamak üzere görevlendirildi. Görevleri, güneydoğu İran halklarından olan Lurları hakimiyet altına almak, Haşhaşi tarikatını ortadan kaldırmak, Abbasi Halifeliği'ni yıkmak, Eyyubi ve Suriye topraklarının istilası ve son olarak da Mısır'daki Memlük Devleti'ni yıkmaktı. Mengü Han, Hülagü'ye teslim olanlara iyi davranmasını, karşı koyanları ise tamamen ortadan kaldırmasını emretti. Annesi, hanımı Dokuz Hatun ve en yakın arkadaşı aynı zamanda komutanı ketboğa dinlerine bağlı Nesturi Hıristiyanlardı. Hülagü Han'ın İslam beldelerinde akıl almaz katliamlarının arkasında annesi, hanımı ve yakın arkadaşının Hıristiyan olmaları ve onu sürekli müslümanlara karşı kin ve nefretle doldurdukları tarihçilerce ifade edilir.
Her on Moğl erkeğinden ikisini alarak o zamana kadarki en büyük Moğol ordusuyla yola çıkan Hülagü Han Haşhaşileri ortadan kaldırdıktan sonra Bağdat'a yöneldi. Bağdat'ta taş üstüne taş bırakmayan Hülagü 200 binden fazla müslümanı şehid etti. Cami, medrese, han, kütüphane... ne varsa yıktı, bayındır bir yer bırakmadı. Hülagü'den asırlar sonra bile Bağdat harap bir halde kaldı. Kütüphanelerde milyonlarca cilt kitap yakılarak İslamın güzide kaynakları ortadan kaldırıldı. İnşallah Bağdat'ın Hülagü tarafından harabeye çevrilişini yıl dönümü olan 13 Şubatta daha etraflı inceleyeceğiz.
1919: 23 Kasım 1918'de İstanbul'a vapurla gelen Doğu Orduları Başkomutanı General Franchet D'Espèrey, görkemli bir törenle İstanbul'a girdi. Franchet D'Espèrey, İşgal Kuvvetleri Kumandanı olarak tayin olduğu İstanbul'da, 8 Şubat 1919 günü atıyla Galata Caddesi'nden geçerek sözde gövde gösterisi yaptı. Batılılar milletimizin değerlerine bu kadar düşmanken çok değil 3-5 yıl sonra yeni rejimin sahipleri bu Batılıları taklit edilmesi gereken dostlar olarak kabul ettirmeye başlayacaktı.
1921: Antep'e, TBMM tarafından "Gazi" unvanı verildi.
1935: Türkiye Büyük Millet Meclisi 5. dönem seçimleri yapıldı. Kadınlar ilk kez seçme/seçilme hakkını bu seçimlerde kullandı. Cumhuriyet Halk Fırkası iktidarı devam ediyor, çünkü başka partiler yasak ve yok! 17 kadın milletvekili ilk defa Meclise girdi. Ara seçimlerde bu sayı 18'e ulaştı. Bu dönemde kadın milletvekillerinin meclisteki 395 milletvekiline oranı yüzde 4,5 oldu.
1951: Atatürk'ün manevi kızı ve Türkiye'nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen, pilot olarak Kore Savaşı'na katılmak için başvuruda bulundu. Sabiha Gökçen'in bu girişimi Batı basının da geniş bir biçimde yer aldı. Ancak Gökçen'in bu isteği Amerikan ordusunda kadın pilot bulunmaması nedeniyle gerçekleşemedi. Sabiha Gökçen'in adı her geçtiğinde bazılarınca kutsiyet atfedilir. Lakin Gökçen Dersim Katliamında Tunceli Bölgesine uçakla havadan kimyasal bombalar atmış biridir. Onu attığı kimyasal bombalar, katliamdan kaçıp dağlık ve sarp yerlerde saklanan sivil insanları katletmişti. O dönem gazeteler; "Şakiler fareler gibi mağaralarda zehirlenmek suretiyle yok edildiler" şeklinde haberleştirilmişti bu durum. ne olursa olsun, insanları bu şekilde katledip sonra da fare deliklerine zehir bırakılarak öldürülen farelere benzetmek hangi ulusun kitabında yazar?
1973: Eski Milli Birlik Komitesi üyesi emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu ve 31 arkadaşının yargılanmasına, başlandı. Cemal Madanoğlu ve arkadaşları, Millet Meclisi'ni feshederek Anayasa'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye teşebbüsle suçlanıyorlardı.
1983: Cumhurbaşkanı Kenan Evren kürtajın günah olmadığını söyledi.
Bir insanın mesleğinin dışındaki konularda konuşması kadar düştüğü komik bir durum daha var mıdır? Örneğin bir doktor kalkıp hiç bu konuda bilgisi de olmamasına rağmen mimarlık hakkında konuşsa, söyleyeceği şeylerin onu düşüreceği komik ve utanç hali insana yafta olarak yeter. Bu manada bilmeyen de bir zamanların kudretli generali Kenan Evren'i son asrın müçtehid ve müceddidi sanacak. Sorsan abdestin bile ilmihal bilgisini bilmeyen birinin fetva vermesi kendi ayıbı ve utancı kalsın da insan sormadan edemiyor; "Hani laik bir ülkede yaşıyoruz. Din devletin işine karışmıyor. Peki devlet niye dinin işine karışıyor?" Devlet değil, Evren karışmış derseniz size tarihi hatırlatırız: 8 Şubat 1983... Yani cumhurbaşkanı Evren'in en parlak ve devlet olduğu dönem... Kürtaja "günah değil" diye fetva veren Molla (!) Kenan Evren, emekli olduktan sonra sahilde bol bol "nü" yani müstehcen resimler çizerek vakit geçirecektir. Demek ki, buna dair de fetvası varmış...
1992: Olağanüstü Hal Bölge (OHAL) valiliğine Ünal Erkan atandı.
Doğu ve Güneydoğu bölgesi terör olayları bahanesiyle yıllarca Olağan Üstü Hal çerçevesinde yönetildi. Kısa adı OHAL olan bu yönetim ile aynı devletin sınırları içinde yaşamalarına rağmen ülkenin batısı farklı, doğusu farklı idari anlayışla yönetildiler. Yıllarca süren bu uygulama bahane edilerek bölge insanının hakları askıya alındı ve zalimane muameleler meşrulaştırıldı. Bu uygulama terörü bitirmekten ziyade ateşe dökülen benzin gibi büyüttü. O dönemin sivil ve askeri yöneticileri ve bir çoğu bugünlerin Ergenekon sanıkları olan devlet kimlikli idareciler aslında terörü bitirmek değil, daha büyüyüp kendi saltanatlarını güçlendirsin diye bölge halkını terörize ediyorlardı. Zira bölgede terör, sistemin bölge halkını ezmesinde, haklarını iade etmemesinde istediği bahaneyi fazlasıyla veriyordu. Bu nedenle terör dedikleri örgüt yer yer yalpalayıp yavaşlayınca derin devlet koltuğuna girip "Pes etme! Yoluna devam" diyerek destek veriyordu. Bununla beraber bölge halkı, "Okul" dedikçe devlet "terör var" dedi. Bölge halkı, "haklarımız" dedikçe, devlet "terör varken mi?" dedi. Bölge halkı, "bizden aldığın vergileri batıya kaydırma! Yine bölgeye kullan!" dediğinde devlet, "Terör oldukça mümkün değil" dedi. Bölge halkı, "iş, aş, yol, su" dediğinde devlet "teröre yarar" dedi. Böylelikle devlet terör bahanesiyle minareye kılıfını dikti.
2000: Danıştay 10. Dairesi, FP'den İstanbul Milletvekili seçilen Merve Safa Kavakçı'nın, 'Türk vatandaşlığının kaybettirilmesine' ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı'nın iptali istemini oybirliğiyle reddetti.
2005: Mısır`ın ev sahipliğinde, İsrail ve Filistinli yetkilileri bir araya getiren “Şarm El Şeyh Zirvesi” başladı. İsrail Başbakanı Ariel Şaron ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Ortadoğu barış görüşmelerini yeniden canlandıracak zirvede, ”birbirlerine karşı tüm askeri faaliyetlere ve şiddet eylemlerine son verecekleri” beyanatında bulundular. Zirveye, Şaron ve Abbas'ın yanı sıra Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ve Ürdün Kralı Abdullah katıldı. İsrail başbakanı Ariel Sharon ve Filistin lideri Mahmud Abbas arasında, Mısır'da imzalanan bir antlaşma ile ateşkes sağlandı. İslam ümmetine Filistin'in şahsında ihanetin bir vesikası olan bu olay Filistinli mücahidlerin direnişine takılmış ve direniş bir kez daha tüm hile ve ihanetlerin üstesinden geldiğini ispatlamıştır.
2006: Danıştay, okula geliş gidişlerinde başörtüsü takan bir öğretmenin, anaokuluna müdür olmasını sakıncalı buldu. Gerekçede, ''Anayasaya göre, çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan düzenin, laiklik ilkesinin göz ardı edildiği bir ortam olmasının mümkün olmayacağı'' belirtildi.
Şöyle sade bir anlatımla o günlerde çokça konuşulan bu olayı irdeleyelim. Bir bayan öğretmen sadece okula gidip gelirken yani sokakta başörtüsü takar. Mesleğinde başarılı olan bu bayanın bir anaokuluna müdür olması tavsiye edilir. Laik çevrelerin yaygarası sonucu Danıştay olaya müdahale eder ve "sokakta başörtüsü takıyorsa, okulda laik düzenin istediği ortamı oluşturamaz" şeklinde facia bir karar alıyor. Peki halkının çoğunun müslüman olduğu söylenen bu ülkede eğitim camiasına eğitimci ve öğretimci olarak alınan diğer tüm öğretmenleri sorgulamak, çocuklarını devlet okullarına göndermekten başka alternatifi olmayan müslüman velilerin hakkı olmalı değil mi? Zira çok iyi biliyoruz ki, öğretmenler içerisinde başı açık var, içki içen var, özel hayatında bir eğitimci olduğuna inanamayacağınız şekilde hayat tarzı olan var, kumar oynayanı var, sağcısı var, solcusu var, dinlisi var, dinsizi var, ateisti var. Var da var. Danıştay başörtüsü taktığı için bir müdür adayının kuruma rengini vereceğini söylüyorsa peşinen şunu da kabul etmiştir. İçki içen bir öğretmen içkisini okula sabi çocuklarımıza kadar taşımaktadır. Kumar oynayan bir öğretmen kumarını dersliklere kadar sokmaktadır. Laf yanlışa varmadan meramımızı hasıl edelim. Kimsenin özel hayatı bizi bağlamaz. Kul kendi iradesiyle yaratıcısına sorumludur, bize değil. Ama başörtülü öğretmen hakkında alınan bu karar eğer yanlı ve hukuksuz değilse Danıştay başörtüsü üzerinden içki, kumar, mini etek gibi davranışlarda bulunan öğretmenlere de içtihadda bulunmuştur.
2007: Irak'ın işgalinin ardından yeniden yapılanma için Bağdat'a uçaklarla yollanan 360 ton ağırlığındaki banknotların 9 milyar dolarının kaybolması, tarihin en büyük yolsuzluk skandallarından birine dönüştü. ABD işgalinin hemen ardından Irak'ı yöneten Geçici Koalisyon İdaresi'nin başkanı olan Paul Bremer, Irak'ın yeniden yapılandırılması sürecinde kaybolan yaklaşık 9 milyar doların hesabını Amerikan Temsilciler Meclisi'nde verdi. Temsilciler Meclisindeki bir yetkili; "2003 Mayıs ile 2004 Haziran'ı arasında Bağdat'a askeri kargo uçaklarıyla 12 milyar dolar nakit taşındı. Aklı olan hangi adam savaş bölgesine 360 ton nakit yollar? Ama sizin yönetiminiz bunu yaptı" dedi. Temsilciler Meclisi'nde 5 saat boyunca sorgulanan Bremer, ilk ifadesinde, bu parayı memur ve emekli maaşlarının ödenmesi için Irak maliye bakanının istediğini söyledi. Bremer, savaş ortamında bu paranın sağlıklı bir şekilde muhasebesinin tutulamayacağını savundu. Irak'a gönderilen 360 ton ağırlığındaki 12 milyar dolar ve bu para içinden kaybolan 9 milyar dolar Amerika'nın Irak'ı yendiden yapılandırmak için gönderdiği kendi parası değildi. Iraklılara ait olan söz konusu para, Irak'ın petrol gelirleri, BM'nin yürüttüğü gıda karşılığı petrol programı ve Saddam Hüseyin rejiminden kalma dondurulmuş hesaplara dayanıyor. Toplam ağırlığı 360 ton gelen banknotların askeri uçaklara yüklenerek Bağdat'a taşınmış olması akıllara durgunluk veriyor. Kim bilir Saddam döneminde dondurularak el konulan para belki de hiç Irak'a yollanmadı. Bu para başka yerlerde yok edildi ve sonra da "Biz Irak'a yolladık. Ama savaş ortamındaki Irak'ta bu parayı koruyamadık" denilerek tarihin en büyük dolandırıcılığı setredildi.
2010: İZMİR Güney Deniz Saha Komutanlığı'nda görevli Deniz Kurmay Albay Berk Erden, evinde beylik tabancasıyla intihar etti. Son iki yılda 7. subay intiharı olan bu intihar olayıda da medyada tartışıldı. Ergenekon Operasyonları ve Duruşmaları başladı başlayalı baş gösteren intiharlarla ilgili medyada bir birine zıt iki iddia var. Ergenekoncu olarak ilan edilen medya subay intiharlarının faturasını Ergenekon Operasyonlarını yürütenlere ve hükümete keserek, "Vatansever ve Atatürkçü subayların üstüne gidildiği, bunaltıldığı için intihar ettiklerini savunuyor. Ergenekon operasyonlarına destek veren ve yandaş medya olarak lanse edilen medya ayağı ise subay ölümlerinin gerçekte intihar olmadıklarını, intihar süsü verilmiş cinayetler olduğunu savunarak "Adım adım genişletilen ergenekon soruşturmalarının derinleştirilmesini istemeyen kişiler şahidleri bir bir ortadan kaldırıyor" tezini işliyor.Subay ölümlerinin intihar mı cinayet mi oldukları henüz aydınlatılmış değil. Ancak TSK'nın "intihar" dediği her subay ölümünden sonra tam kadro şehid merasimi düzenlenmesi gözden kaçmıyor. Zira TSK temayüllerine göre intihar eden TSK mensublarının tabutları Türk bayrağına sarılarak şehid merasimi yapılmaz. Zira hangi şarta olursa olsun TSK mensubu Türk Askeri bünyesi çelik gibi sağlam olmalıdır anlayışı vardır ve intihar bir zaafiyettir. TSK üst kademesinin de katıldığı ve şehid merasimi yapılarak Türk bayrağı sarılması her ne kadar TSK'nın Ergenekon operasyonlarına verdiği tepki olarak anlaşılabilirse de acaba TSK bu ölümlerin arka planını biliyor mu? diye düşünmeden edemiyor insan..!
2012 : İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Kck Operasyonları Kapsamında Mit Müsteşarı Hakan Fidan, Önceki Mit Müsteşarı Emre Taner Ve Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş'i Şüpheli Sıfatıyla İfadeye Çağırdı.