Besmele, Selam ve Dua ile...

TV`lerde gösterilen reklam filminde geçtiği gibi: ‘`Akıl yok, mantık yok, sistem var.`` T.C. Devleti de aynen böyle; Devletin aklı, mantığı yok. Devletin sistemi var. T.C. Devleti`nin yetkilileri önlerinde iki kapak arasına sıkıştırılan kanun maddelerine göre hüküm vermiyorlar. Hükümlerini; ya bulundukları ruh hallerine göre ya da karşısındaki insanın ruh haline, duruşuna, dünya görüşüne göre, yahut yukardan aşağı, kendisine gelen talimata göre veyahut da bunlara benzer şekillere göre işlerini icra ediyorlar. Her hâlükârda iki kapak arasındaki kanunlara göre hüküm vermiyorlar. Bugün T.C. zindanlarında 100 bin mahkûm bulunduğu söyleniyor. Tecrübemle ve gözlemlerimle iddia ediyorum; T.C bugün kendi hukukunu kanunlarını uygulamaya kalkışsa ceza evlerinde birkaç yüz en iyi ihtimalle birkaç bin mahkûm tutukludan başkasını cezaevlerinde tutamazlar. Tutmaları da mümkün olmaz... Yani T.C.`nin yetkilileri kendi kanunlarını ayaklarının altında çiğneyerek insanları zindanlara doldurmuşlar. Ben bu hakikati ta 2004`te gözaltına alınırken İstanbul TEM şube polislerine hem de yargılama aşamasında 14. Ağır Ceza Mahkemesi heyetine söyledim. Bir İslam büyüğü derki: “Kim ki koyduğu kanuna uymazsa, anayasasıyla z…. etmiştir.” diyor dedim. TEM`dekiler açıkça: “Biz kanunları koymadık, burada bulduk ve sana da bunları uygulamayacağız” dediler. 14. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti de mezkûr sözler karşısında; yüzleri kırmızıya boyandı ellerini bilinçsizce sağa sola sallayıp durdular. Çıt dahi çıkartamadılar... Ve aynen TEM`in işkenceci polisleri gibi davranıp beni bırakmadılar. 10 yılı aşkın bir süredir ceza evinde bulunmaktayım. Durum yukarıdaki satırlarda anlatıldığı gibi olunca; neden ne için Zihnimi yorup hafızamı bir bilgi yığınıyla dolduracağım? Benim ve benim konumumdaki insanlar için bu akıllıca bir davranış olmaz, olamaz...

Akılsız, mantıksız Devlet, beni 2008 yılında Kandıra 1 Nolu F Tipi Ceza Evinden, Bolu F Tipi Cezaevi`ne sevk etti. Gerekçe, başka davadan hükümlü oluşum. Bolu`ya gelince kısa bir hücre macerasından sonra beni 3`lü odaya B.2-G-66 Nolu odaya, arkadaşlarımın yanına verdiler.  B.2-G-66 Nolu oda ortada bir oda. Evvelinde ve ahirinde G5 ve G7 Nolu odalar var. O odalarda da PKK`liler var. Gel zaman git zaman, PKK`liler koridor kapısında bana gelen Kürtçe dergiyi görmüşler ve oradan da bize not atıp ilgili mecmuayı bizden istediler. Ben de “hay hay tabi” dedim. Malumdur ki, herkes kendi mezhep, meşrep, mizaç ve mesleğine uygun yayınları takip eder okur ve bunların yanılması için de ister bilinçli isterse bilinçsizce de olsa çalışır. Neticede istenilen mecmuayı ‘`çakser`` yöntemiyle yolladık. Yollarken de derginin içine bir not: “siz de (...) derginizi bize atarsanız seviniriz.`` Diye de yazmıştım. Dergimiz ve notumuz onlara ulaşır ulaşmaz bize aynı hava yoluyla bir dergi yolladılar. Dergiyi aldığımda kapağında her hangi bir düşünceyi, dünya görüşünü çağrıştıran amblem, sembol, İşaret göremedim. Derginin ismine baktığımda; ‘`K… GL`` diye bir isim Kaos kelimesi, evvelki okumalarımdan zihnime anarşik(!) bir deyim yüklenen manalar hatıralarımdan zihnime yansıdı. Peki, ‘`GL`` nedir? ‘`L`` Lenin olsa, ‘`G`` ne ola, neyi ifade ediyor ola ki? Kapağını açtığımda iç kapakta, Zeki Müren`in resmi, çüşşş(!) dedim. Zeki Müren`in anarşistlerle ne alakası var(!) Daha başka sayfalarını çevirdiğimde “taşralı eşcinselle” yapılan röportaj vardı. Olur dedim. Sosyalist, komünist anarşistlerde bu tür sapıklıklar normaldir. Daha başka sayfalarını çevirdiğimde aynı manzara, ancak bu sefer iki L….(sapıklar) ile röportaj yapılmış. Maalesef ancak bu noktadan sonra ; ‘`GL`` nin neyi ifade ettiğini ve derginin kime ait olduğunu anlayabildim. Anlamakla birlikte kusmamak için kendimi zor tuttum. Cinlerim tepeme çıktı; yüzüm kızıla boyandı. Bu arada odanın yukarısında bulunan arkadaşıma; “Recep, PKK`liler bize i... dergisini atmışlar.” diyerek seslendim. Espri kabiliyeti bir hayli yüksek, cana yakın ve ciddiyetten uzak Recep`in inanası gelmedi. Aşağı inip de inandıktan sonra yüzüne baktım, bez gibiydi. Türk usulünce ve “bip”li olarak PKK`lılar hakkında bir takım sözler sarf etti. PKK`li militanlarla ceza evinde bu ilk sürtüşmemiz kavgamız idi. Ama bu son olmayacaktı... T.C.`nin mantıksızlığı bir kez daha işleme konulmuştu. Gardiyanın biri akşam saatlerinde kapıya gelip: “Sen tutukluymuşsun bu sebeple seni geldiğin yere, Kandıra`ya sevkini çıkarmışlar. Hazırlığını yap, yarın kandıra yolcususun.” dedi. Adalet Bakanlığı hükümlü olduğum için beni buraya yolladı. Şimdi de tutukluyum diye beni geldiğim yere geri gönderiyorlar. Bu ne akılsızlıktır böyle dediğimde, gardiyan, “Devlette akıl yerine sistem işler yapılacak bir şey yok.” dedi veya buna benzer şeyler söyledi. Neticede 2008 yılında geldiğimiz Bolu`dan 2011`de yeniden Kandıra`ya sevk olduk. Bu ara hükümlü, tutukluluk vasfımızda hiçbir değişiklik söz konusu değil... Niye gedik niye gidiyoruz? Anlamsız...

Kandıra`ya geldikten bir süre sonra; yorgunluk, bitkinlik, baş ağrısı gibi hastalıklarımın olduğu bir günün sabahında, habersiz hazırlıksız olduğum halde İstanbul Beşiktaş Ağır Ceza Mahkemesinin mahkûmlar için hazırlanan nezarethanesini bilenler bilirler; ne kadar dar, boğucu, sıkıcı olduğunu... Bir keresinde; mahkeme kendisini tahliye ettiği halde, “Ben burada bir iki saat kalmaktansa bir iki ay daha yatmayı tercih ederim.” diyen insanları görmüş duymuşumdur. Mezkûr söz ile bahse konu olan Nezarethanenin ne kötü olduğunu beyan için sanırım yeterli olacak... Bir saati bir aya bedel olan nezarethaneye; En kötü günümde ve en kötü olduğum halde nezarethaneye vardım. Nezarethaneye konulduğumda pek fazla kalabalık değildi. Ama oturacak yer de yoktu... Diğer mahkûmlarla hoş beş, selam sabahtan sonra,  nezarethanenin en koyu en uç noktasında, sırtımı duvara yaslayıp çömeldim, başımı eğip mümkün olmasa da kendimi uykuya bırakıverdim. Bu arada ha bire yeni tutuklular içeri alınıyor balık istifi gibi üst üste bindiriyorlar... Gelen vardı ama giden yoktu... Gelenlerin ekseriyeti tabiri caizse, alayı keşti(!) Bense sigara kullanmayan ve dumanından da rahatsız olan biriyim ayrıca aç ve hasta idim. Bunların hepsi üst üste bana kabri, kabir sıkışıklığını, kabir azabını hatırlatıyordu. Bu arada insanların konuşmaları bana sinek vızıltısı gibi geliyordu. Bir ara asker kapıya gelip; “falan falan hazırlanın. Birazdan sizi duruşmaya çıkaracağız” dedi Benimle ilgili bir durum olmadığı için ben eski halime geri döndüm. İnsanların konuşması yine eskisi gibi...

Ancak, birinin diğerine siz bu durumdan ne bekliyorsunuz ne çıkar?” diye sorduğunu diğeri de: “İnşallah bırakırlar bizleri, Allah büyüktür, Allah`tan ümit kesilmez” dediğini, ilk kişinin: “Senin ondan (Allah cc) bahsetmemen lazım. Biz zaten Onun (Allah) yüzünden buradayız.” Dediğini, cenabı Allah`a hakaret ettiğini, algıda seçicilik denilen, bir dövüşçünün renkte binlerce sesin içinde yalnızca ilgi sesi, 30- 40 kişinin içinde yalnızca bu iki kişinin seslerini, konuşmalarını işitmişim. Tabi mezkûr konuşmayı işitmemle birlikte mermi gibi, yerimden fırlamam, çıkmam bir oldu. Çıkışımla, bağırışımla insanların beni tutmaları bir oldu. Agresif tutum, davranışlar sergiledim. Ölmeye, öldürmeye vardırarak sözler sarf etmeme rağmen karşımdaki adamın rengi bezi atmış. Eli çıkaramamakta öylece donup kalmış. Vazifede idi yanındaki arkadaşları: “Haval Haval” demelerinden bunların PKK`li olduklarını anladım. Anlamamla birlikte, resmi dilimden ana dilime Kürtçe ile bunlara bağırıp çağırmaya başladım. Asıl Kürtçenin karşısında Sefil- Bozuk- Türkçeleriyle bana karşılık vermeye çalışmaları da tam trajikomik bir durumdu... Diğer adli tutuklularla birlikte kalbinde iman zerresini taşıdığını düşündüğüm bir iki PKK`linin de araya girmeleriyle ortalık biraz yatıştı. Adli ve iki PKK ‘linin beni savunmaları ve karşıdakini kınamaları beni sakinleştirdi. Araya girenler olmamış olsaydı, Allah`u âlem ölme ve öldürme olayı vuku bulurdu. Şayet PKK`liye bir şey olsaydı. Gazete ve basınları, “devlet destekli gerici faşist saldırı” diye manşet atardı. Biz ölseydik “Korkudan öldü” diye haberler yaparlardı. Çünkü bu yapmadıkları bir şey değil!...

PKK`lilerle diğer gerilimimiz ise, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi`nin devrilmesinden hemen sonrasına denk gelmişti. Hastane yolunda bir ring arabasında meydana geldi. Bir takım sağlık sorunlarım için hastaneye sevk edilmiştim. Ring arabasında T tipi cezaevinden bir iki adli mahkûmla birlikte PKK`li mahkûm benim memleketimi sordu.

Hizbullah`tan yakınmaya başladı. Bir hafta önce yine hastaneye gittiğini, Siirtli bir Hizbullahçı ile yolculuk yapmak zorunda kaldığını, Hizbullahçının ballandıra ballandıra nasıl PKK`lilere zarar verdiklerini anlattığını, söyledi bana. Ben de, “Bunda ne var, ne olmuş? Siz de ballandıra ballanıdıra nasıl Hizbullahçılara, Müslümanlara zarar verdiğinizi anlatıp duruyorsunuz” dedim. PKK`li, “Ama onlar kontrgerilladır.” dedi. Ben de, “Onlar da size İslam düşmanı mürtet örgüt diyor.” dedim. PKK`li: “Biz İslam düşmanı değiliz!” Ben de, “Türkiye Kürdistanı`nda Hizbullah`la, Suriye Kürdistanı`nda El Nusra ile Irak Kürdistanı`nda Ensar El İslam`la, hakeza İran`da da dört parçada Müslüman gruplarla savaşıyorsunuz. Bu İslam`la savaşmak değil de nedir?” PKK`li, “Sen böyle konuştuğuna göre, sen de onlardansın Hizbullahçısın!” dedi. Ben de, “Kandildeki mağaralardan kayaları kendinize siper ederek, attığınız, atacağınız kaleşnikof mermileriyle mi bir buçuk milyarlık İslam ümmetini yok edeceksiniz?” dedim. PKK`li, “Sizin kapınızı Mısır`da gördük!” Ben de, “Hani İslam düşmanı değildiniz? Sonra siz bizi Muhammed(sav) ümmetini tanımıyorsunuz. Şuan içerisinde bulunduğumuz durumdan çok daha kötü durumlardan çıkmış zaferler imparatorluklar kurmuşuzdur. Moğol istilasından kurtularak Osmanlı ile dünya hâkimi olduk. Pers imparatorluğunu çökertip Roma`yı, Bizans`ı yıktık. Bir avuç Afgan mücahidi ile sizin Sovyet imparatorluğunu çökertip tarihini çöplüğe attık. Sizin İslam`a karşı zafer kazanma şansınız sıfırdır. Siz daha bu yola girerken bir kaç sıfır yenik başlamışsınızdır. Bizim Allah`ımız var. Bize yardım eder, bizlere zaferler ihsan eder... Dünya`da zafer ahirette cennet var Müslümanlara...” Son cümlelerimiz neler oldu hatırlamıyorum. En son hatırladığım, gardımızı almış dövüş pozisyonunda durmuş, ringdeki adli mahkûmlar sözleriyle ve elleriyle aramıza set çekmeye çalışmalarıydı... Yükselen seslerden, gürültü patırtıdan olsa gerek, asker de mahkeme kabinine girip bizleri ayırmalarıydı...

Cezaevinde PKK`liler hakkında duyduklarımız, yaşadıklarımızdan çok daha ürkütücü ve korkutucu! Ezan okunduğunda ezanı protesto amaçlı olarak, tuvalet sifonlarını açmaları açık bırakmaları, slogan atmaları, marş söylemeleri, halay çekmeleri, İslami davalardan yakınlarında yatanlar varsa çeşitli yöntemlerle onlara sıkıntı, problem sorun çıkarmaları, kendi gazetelerinde, yalan haber yaptırmaları bunlardan sadece birkaçı.

Sonuç olarak, “Üstünlük ancak Allah`a ve onun Resulüne ve müminlere mahsustur.”(Münafikun 8)

ABDÜSSELAM TUTAL F TİPİ CEZAEVİ - BOLU