Ali Özgür / İnzar Dergisi
 
Türkiye`de son dönemde en çok konuşulan iki yapı PKK ile Gülen grubu olarak karşımıza çıkıyor.

Konumlandıkları siyasal yelpaze farklı olsa da, kullandıkları yöntem ve teknikler görece değişik görünse de, ideolojik argümanlar zıtlık taşısa da, hatta zaman zaman birbirlerine karşı düşmanlık duyguları dalgalar gibi kabarsa da söz konusu iki yapının birçok noktada benzeştikleri de görülmektedir.

Farklı siyasi ve ideolojik yelpazelerde konumlanmış olmalarına rağmen aralarında birçok benzerlik zikredilebilir.

Mesela TEKçi olmaları,

Mesela baskıcı olmaları,

Mesela farklı renklere karşı tahammülsüz olmaları,

Mesela toplumun genel menfaatlerini dar örgütçü menfaatlerine feda etmeleri,

Mesela biri “Ümmetçi-Türkçü” anlayıştan hareketle “din sosu katılmış cemaat faşizmine” saplanırken;

Diğerinin “Enternasyonal-Kürtçü” anlayıştan hareketle sol sosu katılmış örgüt faşizmine” sapmış olması.

Mesela birisinin siyasal ve ideolojik anlamda rakip gördüğü herkesi hain, terörist, düşman ilan etmekten hareketle gasp ettiği devlet imkânlarını da kullanarak kumpasın en acımasız versiyonunu icra etmeyi “demokratik/dini görev” sayması;

Öbürünün de yine siyasal ve ideolojik anlamda rakip gördüğü herkesi hain, işbirlikçi, ajan ilan etmekten hareketle eldeki şiddet kapasitesini en acımasız bir şekilde icra etmeyi “Enternasyonal/milli görev” sayması.

Mesela her ikisinin de konumlandığı siyasal ve ideolojik yelpazeyi tümden sahiplenmesi, olası farklı sesleri varlıklarına karşı “suikast” olarak değerlendirmesi.

Benzerlikler listesi uzatılabilir. Tabii ki farklılıklar listesi de oluşturulabilir. Fakat aralarındaki devasa farklılıklara rağmen ikisinin de birer “proje” hareketi olması, küresel “üst akıl” tarafından ve tabii ki aynı merkezden kumanda edilmesi, bundan hareketle farklı söylemlerine rağmen genel hatlarıyla emperyal odaklarla zıtlaşma gibi bir pratikten özenle kaçınması, herhalde aralarındaki en garip benzeşme olsa gerek.

Birisine küresel, diğerine bölgesel misyon yüklenmiştir. Küresel ve bölgesel misyon, farklılıklarından ziyade konumlandıkları siyasal yelpazeyle ilgili bir durumun sonucudur.
Birisi küresel misyonla İslam alemini, öbürü bölgesel misyonla farklı coğrafyalara yayılmış Kürt halkını dizayn etmekle görevlendirilmiştir.

Birisi İslam alemini dini, siyasi ve ictimai dumura uğratarak küresel emperyalizme itaat edebilir bir toplum inşası oluşturmakla meşguldür. Öbürü daha özel bir alanda desteklenerek Kürt halkını dini, siyasi ve ictimai dumura uğratarak bölgesel anlamda Kürtleri emperyal politikaların maşası haline getirmeyi hedeflemektedir.

Bu iki yapı farklı yönleriyle görünseler de otoriter bir babanın farklı iki sektörde faaliyet gösteren iki haylaz çocuğunu andırmaktadır. Çocuklar haylaz olsa da, zaman zaman birbirleriyle kavgalı gibi görünse de netice itibariyle aynı otoriter babanın iki ayrı evladıdırlar ve babalarının sözünden çıkacak bir iradeye asla sahip değildirler.

Eğilimleri farklı, dünyaya bakış açıları değişik olsa da iki evladın nihayetinde otoriter babanın önlerine koyduğu ajandayı uygulamaları, ajandanın değişmez maddelerinden olan “Radikal İslam” konusunda aynı düşünceye sahip olmaları tesadüf değildir. Babalarının “İslamofobik” hastalığına beraberce çare ararken sürekli aynı kavşaklarda yollarının kesişiyor olması, ikisinin de babaya itaat konusunda iyi bir “aile terbiyesinden” geçtiklerini göstermektedir.

Benzerlikler anlatmakla biter mi bilmiyorum?! İkisinin de halklara sundukları gelecek vaadi göründükleri ideolojik tezlerinin kalıntılarıyla ilgili olsa da projelerinin afaki oluşu, kulaklara hoş gelse de uygulanabilirliğinin olmayışı yine tipik bir benzeşme örneği olarak önümüzde duruyor.

Biri, tarihin hiçbir döneminde pratiği asla görülmeyen “Hoşgörü” üzerine inşa edilmiş bir toplum vaadi ile kendini pazarlıyor. Üstelik “Hoşgörülü toplum” tezlerini İslami naslara dayandırarak insanlık tarihiyle eşdeğer “Tevhid-Şirk; Hak-Batıl mücadelesini” ıskalamak, belki de sümen altı etmek uğruna, üstelik hayalciliklerini bile bile bunu yapıyor.
Öbürü ise, materyalist anlayışın afaki tarihsel yorumlamalarıyla ancak teoriğini kitaplara sığdırabildiği pratik yoksunu “İlkel Komünal Yaşam” tezleriyle cincoklu bir toplum vaadinde bulunuyor.

Üstelik ütopik “toplum inşası” tezlerini dillendirirlerken birisinin kumpasçı eğilimini zıt bir kavram olan “Hoşgörü” ile örtme çabası ortadayken;

Öbürünün de...
 
MAKALENİN TÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!