doğruhaber / tarihte bugün / 9 OCAK

GÜNÜN AYETİ

“İçinizden bekârları, köle ve cariyelerinizden iyileri evlendirin…” (Nur suresi 32. ayetin meali)

GÜNÜN HADİSİ

“Benim sünnetimden uzaklaşan benden değildir. Muhakkak ki nikâh benim sünnetimdir. Öyleyse beni seven benim sünnetime uysun.” (Buhari, Müslim)

GÜNÜN SÖZÜ

“´Eğer ömrümden sadece on gün kalsa yine de evlenmek isterim ki, Allah´ın huzuruna bekâr gitmiş olmayayım´” (İbni Mesud)

TARİHTE BUGÜN

1737: Avusturya Rusya İle Osmanlılara Karşı Savaşmak Üzere Bir Antlaşma İmzaladı.

1792: Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında 5 yıllık savaşın ardından Yaş Antlaşması imzalandı. (2)

1853: Osmanlı İmparatorluğu için "hasta adam" tabiri ilk kez Rus Çarı I. Nikolay tarafından kullanıldı.

1916: Seddülbahir Muharebeleri bitti.
Çanakkale Savaşı'nın bir parçası olan Seddülbahir Çıkarması, 25 Nisan 1915 tarihinde Seddülbahir bölgesine beş ayrı noktadan yapılmasıyla başlar. Her iki tarafın da ağır kayıpları ile sonuçlanan saldırılar yapılmış, netice olarak Osmanlı güçleri ilerlemeyi durdurmuş ve çıkarma başarısız olmuştur. Daha sonra bu bölgede savaşın sonuna kadar kısıtlı ve etkisiz siper çatışmaları devam etmiştir.

1921: Birinci İnönü Muharebesi başladı.

1922: Hatay ilinin Dörtyol İlçesi işgalden kurtuldu. İtilaf Devletleri güçlerine karşı İlk kurşun Dörtyol'un Karakese Beldesinde Ömer Hoca'nın Oğlu Kara Mehmet tarafından Hatay İlinin Dörtyol İlçesi Karakese Beldesinde 19 Aralık 1918 tarihinde atılmıştı.

1951: Birleşmiş Milletler Genel Merkezi açıldı.

1954: Abdulkadir Udeh ve 6 arkadaşı Nasır tarafından idam edilerek şehid edildi  (3)

1964: Cumhuriyet rejiminin felsefesini halka benimsetme projesinde rol alan yazar Halide Edip Adıvar öldü. Adıvar, 1884 yılında doğmuştu.

1978: Akaryakıt sıkıntısı had safhaya çıktı. Akaryakıtı biten hastaneler hasta kabul etmemeye ve yatan hastaları taburcu etmeye başladılar.

1979: 11 Ağustos 1976'da Yeşilköy Havaalanı'nda 4 İsrailliyi öldüren, Muhammed Reşit ve Mehdi Muhammed isimli Filistinliler Sağmalcılar Cezaevi'nden kaçtılar.

1979: Ankara'da iki tren çarpıştı. Çoğu işçi ve öğrenci 32 kişi öldü.

1979: Ege Kıta Sahanlığı görüşmeleri Viyana'da büyük bir gizlilik içinde başladı.

1984: IMF ile görüşmeler başladı. Türkiye 1961 yılından itibaren IMF ile görüşmelerde bulunmakta olup 2010 yılı itibariyle toplamda 19 anlaşma yaptı. IMF`in anlaşma yaptığı ülkelere dayattığı temel mantığı “Sana borç para veririm ama sen de ülke yönetiminde benim istediğim kararları çıkaracaksın” şeklindedir. Kimilerine göre IMF`in verdiği borcu tahsil etmeyi garanti etmek için borç verdiği ülkelerin ekonomilerine müdahalesi normal olsa da IMF`in kamuoyundan saklanan talepleri irdelenecek olursa, bunların verilen borçları tahsilini garantiye yönelik müdahalelerin ötesinde toplumları dönüştürmeye yönelik müdahaleler oldukları görülecektir. Bu yönüyle halklara anlatıla geldiği üzre IMF, gelişmemiş ülkeleri kalkındırmada maddi destek sağlayan küresel bir havuz değil, Emperyalistlerin toplumları dönüştürmede kullanılan bir silahtır. Bu silah demirden değil, banknottan yapılmıştır.

1991: Toplu taşıma araçlarında sigara içilmesi ve tütün mamullerinin reklamının yapılması yasaklandı.

1995: Cumhuriyet tarihinin ilk sivil Anayasası için ANAP, DYP ve SHP 20 maddelik değişiklik için çalışmaya başladılar.

1996: Sabancı Holding Yönetim Kurulu Üyesi Özdemir Sabancı, Toyotasa Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreter Nilgün Hasefe, Sabancı Center'da vurularak öldürüldü. Olayı DHKP/C üstlendi.

1997: Başbakanlık Kriz Yönetimi Merkezi yönetmeliği Resmi Gazete'de yayımlandı. Yönetmelik kriz hallerinde kimi yürütme yetkilerini Genelkurmay Genel Sekreterliği'ne veriyor. 28 Şubat sürecinin dayatma ve uygulamalarından biri olarak kabul edilen bu yönetmelik, askerin siyasete, hükümetlere, cumhura… müdahalelerini meşru göstermeye matuf olmuş, 2003 ve sonrasındaki düzenlemelerle ıslah edilmiştir.

2000: Öcalan`ın idam kararını veren Mahkeme Başkanı Turgut Okyay, Öcalan'ın asılması halinde, terörün tekrar artacağından endişe duyduğunu belirterek, idam kararının kaldırılması çağrısında bulundu.

2002: Anayasa Mahkemesi, AKP Genel Başkanı ve kurucu üyesi Recep Tayyip Erdoğan'ın kurucu üyelikten çıkarılması için bu partiye ihtar verilmesini kararlaştırdı. Aynı gün, Yüksek Mahkeme, Erdoğan'ın genel başkanlık görev ve yetkilerini kullanmasının tedbiren önlenmesi ve 6 türbanlı kurucu üyenin üyelikten çıkarılması için Anayasa Mahkemesi`nin AKP'ye ihtar verilmesi istemini reddetti.

2003: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu, AK Parti'nin kapatılması istemiyle açtığı davada esas hakkındaki görüşünde, Recep Tayyip Erdoğan'ın Genel Başkanlık görev ve yetkilerinin tedbiren önlenmesi isteminin ''ivedilikle'' sonuçlandırılmasını istedi.

2003: Aile mahkemeleri kuruldu. (5)

2004: Libya, Fransız UTA havayolları uçağının 1989 yılında bombalanması sonucu ölen 170 yolcunun ailelerine, toplam 170 milyon ABD Doları maddi tazminat ödenmesini öngören anlaşmayı Paris'te imzaladı.

2005: Mahmud Abbas Filistin devlet başkanlığına seçildi. (6)

2012 : Yemen Hükümeti, Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih'e Sağlanacak Dokunulmazlık Kararını Onayladı.
Körfez İşbirliği Konseyi Barış Planı Gereği Salih'e Ve Onunla Birlikte Çalışan Devlet Görevlilerine Sağlanacak "Yargı Muafiyeti" Hükümet Tarafından Onaylandı.
Bu Kararla Birlikte Geçtiğimiz Yılın Ocak Ayında Başlayan Ve Bu Süre İçerisinde Yemen'i Büyük Bir Siyasi Krizin Yanı Sıra İç Savaş Tehdidiyle Karşı Karşıya Bırakan Salih Rejiminin İstifasına Yönelik Halk Ayaklanmalarının En Büyük Tartışma Konusu Da Son Buldu.

9 OCAK

MERCEK

(1) 4.Murat Tahta Çıktı

9 Ocak 1640: 4.Murat Tahta Çıktı.

4. Murat, 27 Temmuz 1612`de doğdu, 8 Şubat 1640`da öldü.

17. Osmanlı padişahı olup1623 ile 1640 yılları arasında hüküm sürdü.

IV. Murat İstanbul'da, Sultan I. Ahmet'in ve asıl ismi Anastasya olan Rum asıllı  Kösem Sultan'ın oğlu olarak dünyaya geldi. Bazı saray entrikaları ve komploları neticesinde amcası I. Mustafa'nın yerine, daha 11 yaşındayken tahta geçti.

4. Murat devrinde 1624 ve 1625 senelerinde Anadolu'ya iki sefer yapıldı. Celâli isyanları bastırıldı. Genç Osman zamanındakinin bir benzeri olan ayaklanmayı çok büyük bir ustalıkla bastırdı ve tesirsiz hale getirdi. Çok tesirli bir nutukla asilere bile kendi lehinde tezahürat yaptırdı. Sonradan da bu entrikaları çevirenleri birer ikişer yakalatıp idam ettirdi.1633 senesinde tütün yasağı koydu. 1634'de içkiyi yasakladı.

Devlete bağlılığı olmayan herkesi idam ettirdi. Düzenlediği bir Doğu seferinde Bağdat`ı aldı. Bu seferi sırasında, Anadolu'daki tüm isyanları ve isyan etmesi muhtemel unsurları yok etti. Böylece devlet otoritesi yeniden ve kesin bir şekilde sağlandı.

Çok geniş bir haber alma teşkilâtı kurarak, İmparatorluğun her tarafındaki muhaliflerini isim isim tespit ettirdi ve sefere çıktığında geçtiği yerlerdekileri ismen çağırıp boyunlarını vurdurdu. Tarihçiler onun için “Her şeyden haberi olurdu” derler.

IV. Murat, 1640 yılında İstanbul'da henüz 28 yaşında ölmüştür. Ölüm nedeni üzerine iki ayrı iddia vardır. Batılı kaynaklar sirozdan, Osmanlı kaynakları ise damla hastalığından öldüğünü iddia ederler. IV. Murat, ölüm döşeğindeyken kardeşi İbrahim'in de öldürülmesini emretmiştir. Ancak emri yerine getirilmemiş ve İbrahim, onun ardından padişah olmuştur. Tarihçilere göre IV. Murat'ın bu emri vermesinin nedeni, kardeşi İbrahim'in deli olduğunu ve İbrahim'in tahta geçmesi halinde İmparatorluğun büyük karışıklıklara sürükleneceğini düşünmesiydi.

(2)

9 Ocak  1792: Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında 5 yıllık savaşın ardından Yaş Antlaşması imzalandı.

YAŞ ANTLAŞMASI

Yaş Antlaşması 1787-1792 yılları boyunca devam eden Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, 9 Ocak 1792 tarihinde imzalanan Osmanlı-Rus Antlaşmasıdır.
Osmanlı Devleti'nin, Kırım`ı geri almak gayesiyle, 19 Ağustos 1787`de, Rusya`ya açtığı savaş, Avusturya`nın da savaşa dahil olmasıyla aleyhinde gelişti. Özi, Kili, İsmail, Anapa ve Soğucak gibi kaleler Rusların eline geçti. Neticede, İngiltere, Prusya ve İspanya`nın arabuluculuğuyla, 18 Ağustos 1791 tarihinde, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, sekiz aylık bir süre için Kalas Mütarekesi imzalandı. Arkasından, Kasım 1791`de, Yaş kentinde barış görüşmelerine başlandı. Yaklaşık iki buçuk ay süren uzun ve çetin müzakerelerden sonra, 9 Ocak 1792 tarihinde, Sadrazam Yusuf Paşa tarafından temsil edilen Osmanlı Devleti'yle Prens Bezborodko'nun temsil ettiği Rusya arasında Yaş Barış Antlaşması imzalandı. Tamamı on üç madde olan Yaş Antlaşmasının imzalanmasıyla, 1787 yılında Osmanlı Devleti'yle Rusya arasında başlayan, sonra da Avusturya`nın katılmasıyla genişleyen savaş fiilen ve resmen sona ermişse de Osmanlı'da Dağılma Dönemi başladı.

(3)

1954: Abdulkadir Udeh ve 6 arkadaşı Nasır tarafından idam edilerek şehid edildi 

1907 yılında doğan Abdulkadir Udeh Müslüman Kardeşler teşkilâtının önde gelen liderlerindendir. Daha kuruluş yıllarından itibaren Müslüman Kardeşler teşkilâtında yer aldı. 1939`da Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi`nden mezun oldu. Mezuniyetinden sonra hakimlik ve savcılık yapan Udeh`in meslek arkadaşları arasında seçkin bir yeri vardı. Udeh, Müslüman Kardeşler teşkilatındaki çalışmalarına daha çok zaman ayırabilmek için 1951'de resmî görevlerinden istifa ederek avukatlığa başladı. Abdulkadir Udeh hakimlik yaptığı dönemde İhvan-ı Müslimin cemaatinin kapatılmasıyla ilgili kendisine gelen davalara hep beraat vermişti.

Bu arada bir deneme tahtası haline gelen Mısır iktidarı sürekli el değiştiriyor ve bu el değiştirmeler müslümanlara çok pahalıya mal oluyordu.

Kral Faruk tahttan indirildikten sonra yeni Mısır anayasasını hazırlamak üzere kurulan komisyonda üyelik yaptı. Komisyon çalışmaları sırasında hürriyetleri savunan ve anayasanın İslâmî esaslara dayandırılmasını isteyen tavırlarıyla dikkati çekti.

Abdunnâsır'ın İngiltere ile imzaladığı antlaşmanın incelenmesi görevi Müslüman Kardeşler tarafından Abdulkâdir Ûdeh'e verdi. Antlaşmanın Amerikan ve İngiliz menfaatlerini koruma uğruna bölgeyi harp ve sıkıntıların içine çekeceğini söyleyen Udeh`in hazırladığı rapor doğrultusunda Müslüman Kardeşler, İngiliz menfaatlerini koruduğu ve İngiliz işgaline zemin hazırladığı gerekçesiyle antlaşmaya karşı çıktı. Bu rapor Abdunnâsır ile Müslüman Kardeşler arasındaki uçurumun büyümesinde etkili olmuştur. İşin ilginç yanı Udeh`in tasvip etmediği bu raporun hukuki alt yapısını oluşturma görevini Nasır, Udeh`e vermiş, Udeh şiddetle bunu reddetmişti.

Hasan El Benna`nın, rejimin silahlı katilleri tarafından alçakça şehid edilmesinden sonra Udeh, bir müddet İhvan-i Müslimin Hareket`inin genel başkanlığını yürüttü.

Abdunnâsır Hükümeti Müslüman Kardeşler teşkilâtını kapatma kararı alınca Abdunnâsır'ı kararından döndürmek için yaptığı bir görüşmede kullandığı sert üslûp üzerine Nasır: “Müslüman Kardeşler kaç milyondur? İki milyon mu, Üç milyon mu? Ben bu milletin üçte birini feda etmeye hazırım!” deyince

Udeh: “Milyonlarca insanı bir kişi için mi feda edeceksin! Sen kendi malını feda edebilirsin… Ama bu milletin evlatlarını asla!”

Bu konuşmadan sonra Nasır artık kesin şekilde Udeh`e ve cemaatine karşı kesin tavır koyuyor ve onları yok etmenin hesaplarını yapıyordu.

Kısa bir süre sonra teşkilat tekrar kapatıldı… Ve Müslüman Kardeşlerin bütün ileri gelenleri ile birlikte Seyyid Kutup ve Abdulkadir Udeh tutuklandı.

Zindandaki bu müslümanlara çok büyük zulümler yapıldı… Yarı bellerine kadar su ile dolu kulübelerde, binlerce mumluk lambaların altında tutuldular.
Çağdaş Firavun Nasır, güdümlü Hakimlere, şu emri vermişti:

“Ne yapıp edip bunları asınız!”

Mahkemenin Ocak 1954′de verdiği idam kararını dinleyen Udeh gülümsüyordu…

İdam sehpasına doğru yürürken son söz olarak şunları söyleyecekti :

“Benim kanım Nasır ve arkadaşlarına lanet edecektir! Benim için yatağında ölmekle, düşman elinde esir ölmek arasında bir fark yoktur.

Şimdi yaradanıma doğru gidiyorum O`na ulaşacağım… Şüphesiz ki ALLAH`ın laneti zalimlerin üzerine olacaktır.”

Abdulkadir Udeh, Cemal Abdunnâsır'a suikast girişimiyle suçlanmıştı. Hâlbuki onun idamına sebep bu değildi. Onun Müslüman Kardeşler gibi İslami bir oluşum içinde topraklarını ve halkını yabancılara ve onların yerli uşaklarına peşkeş çektirmemesi idam edilmesi için fazlaca bir bahaneydi zaten.

ABDULKADİR UDEH`İN KALEMİNDEN:

“Dünyanın her tarafında bulunan biz müslümanlar, İslam`a bağlıyız. İslam`a olan bu bağlılığa tutkunuz. Bu şerefli ve ilahi bağlılıkla da kıvanç duyarız. Fakat bizler -maalesef- İslam hakkında çok şey bilmemekteyiz. Çoğumuz İslam gerçeklerinden haberdar değildir. İslam, dillerimiz ve sözlerimizde yer tutmakla birlikte, kalplerimizde ve amellerimizde hemen hemen hiç yer işgal etmemektedir.

(4)

9 Ocak 1970: İngiltere'de yapılan açıklamaya göre bir hafta içinde Hong Kong gribinden 2850 kişi öldü.

Bu Grip tipi ilk Hong Kong`da görüldüğünden Hong Kong Gribi denmiştir.
İlk defa 1968'lerin başlarında Hong Kong`da tespit edilmiştir. Amerika`da ilk vakalar aynı yılın Eylül ayında görülmüş ancak Aralık ayına kadar yayılmamıştır. Ölümler Aralık 1968 - Ocak 1969 ayları arası pik yapmış ve sıklığı 65 yaş üzerinde yoğunlaşmıştır. 33.800 ölümle 20. yüzyıl pandemileri arasında en hafifidir. Pandemi; Dünya çapında salgınlara verilen addır.


Aynı virüs 1970-1972'de geri dönmüş ve 9 Ocakta yapılan açıklamaya göre sadece İngiltere`de 3 bine yakın insanı öldürmüştü.

Burada Gribin Tarihçesine bir göz atmak gerekirse;

Yıllarca beşeriyetin en büyük korkularından olan en kötü veba salgınında 2 milyon insan ölmüştü.

Oysaki bundan çok daha korkunç bir tablo vardı. Bir yıl içinde en az 25 milyondan fazla insanın ölümüne neden olan bir pandemi düşünün... Yani dünya çapında bir salgın!
Çoğunlukla unutulan bir hastalık!

20. yüzyılda oluşmuş bir salgın!

Bu salgın İNFLUENZA yani hepimizin bildiği adı ile GRİP Salgını idi !!!

1918 yılına damgasını vuran ve İspanyol gribi olarak tarihe geçen bu bilinen ilk büyük pandemi; 1.dünya savaşında ölen toplam insan sayısından çok daha fazla insanın ölmesine neden olmuştur. 1918 salgınında sadece Amerika'da bir yılda 20 milyonun üzerinde grip vakası görülmüş ve bunların yaklaşık 1 milyonu ölümle sonuçlanmıştır.

Philedelphia'da hastalanan her 1.000 kişiden 158'i, Baltimore`de 1.000 kişiden 148'i ve Washington D.C.'deki 1.000 kişiden 109'u hayatını kaybetmişti. Büyük şehirler virüs için hedef noktalarını oluşturmuş; Boston'da 1.000, Philedelphia'da 4.500 (daha sonra 13.000'e çıkmış), San Francisco'da 3.500 kişi birkaç ay içinde ölmüştü.

1918 Ekim 22'de San Francisco Denetleme Kurulu toplu yerlerde maske takma zorunluluğu getiren bir yasa kabul edilmiş ve bu yasa gazetelere  "Maske Takın, Hayatınızı Kurtarın" şeklinde duyurulmuştu. Maske influenza'ya karşı % 99 etkiliydi. Takip eden ay San Francisco'luların büyük kısmı bu kurala uydu. Beyaz maskeler işe yarıyor görünüyordu. Kasım ayında influenza aktivitesi azaldı ve vaka sayısı düştü. 21 Kasımda şehirdeki tüm sirenler çaldı ve artık maske takmak gerekmediği bildirildi. Hastalık yenilmiş gibi görünüyordu.

Maske takma zorunluluğunun kalkmasıyla iki hafta sonra grip vakalarının sayısı giderek yeniden artmaya başladı. İspanyol gribinin ikinci devresi başlamıştı. Maske karşıtları, politikacılar ve halkın bıkkınlığı nedeniyle maske kullanımından vazgeçildi.

Amerika 850.000 ölümle hastalıktan en az etkilenen yerdi. Alaska, Nome'daki Eskimo popülasyonunun % 60'ı bu hastalıkla birlikte ortadan kayboldu.
  İspanyol gribi olarak tarihe geçen bu öldürücü salgın insanların bir araya gelmelerinin yasaklanmasına neden olmuştu. Gripten ölenler için toplu cenaze törenleri yasaklanmıştı. Ölenlerin cenazesine çok yakın aile bireyleri katılabiliyordu.

Bazı bölgelerde ilaç satan yerler ve kasaplar hariç, tüm mağazalar ve salonlar saat 19'dan sonra kapatılıyordu. İnsanlara mağazalar ve sokaklarda toplanmamaları, kalabalık gruplar oluşturmamaları söyleniyordu. Bowling salonları, havuzlar ve bilardo salonlarına 25 kişiden fazla alınmıyordu.  Her türlü toplantı yasaktı: okul, tiyatro, sinema, dans...

1918 salgınında kısa sürede kimi yazarlara göre 40 milyonun üzerinde insan öldü... İnanılmaz bir hız ve inanılmaz derecede büyük bir rakam! Dünya tam bir şoktaydı ve herkes dünyanın sonunun geldiğini bile düşünmeye başlamıştı. Çünkü bu derecede çok insan bu kadar hızla hiçbir dönemde savaşlarda dahi ölmemişti.

Kurbanlar, diğer öldürücü grip salgınlarındakinden farklıydı. Genellikle 20-40 yaş arası genç ve sağlıklı insanlar hayatını kaybetmişti. Hastalığın başlangıcından saatler veya günler içinde zatürre sonucu hayatlar kaybediliyordu. Doktorlar etkenin ne olduğunu uzun bir süre anlayamadılar.

Sonuçta etkenin hayvandan insana bulaşan bir virüs olduğu düşünüldü.

Bu virüs tipi ortaya çıktıktan 18 ay sonra kayboldu ve bir daha görülmedi.

Peki, daha sonra ne oldu?

Son yıllara kadar kimse ne olduğundan emin değildi. Mart 1997'de Washington'daki araştırıcılar virüsün genetik materyalini izole ettiklerini söylediler. Bu nasıl olabilirdi? Çünkü virüs artık ortada yoktu. Ancak 1918'de hastalıktan ölenler üzerinde otopsi yapılırken doktorlar bazı örnekler alıp formaldehit içinde saklamışlardı. Bu örneklerden biri 26 Eylül 1918'de 21 yaşında gripten ölen genç bir askerin akciğeriydi. İşte bu örnek çalışılarak virüs belirlendi.

1918 Salgınından Sonra Dünyayı Etkileyen Grip Salgınları

•  1957 Asya Gribi Bu salgın ilk defa Şubat 1957'de Uzak Doğu`da tanımlanmıştır. Bu salgına yol açan virüs tipine karşı bağışıklık 65 yaş altındakilerde gelişmemiş olduğu için pandemi olasılığı öngörülmüştür. Mayıs 1957'de aşı üretim çalışmaları başlamış ve sağlık otoriteleri grip salgını için hastalığın izlem aktivitelerini genişletmiştir. Bilimsel teknolojinin gelişmesi ile birlikte 1918 pandemisi virüsünün tersine 1957 virüsü hızlı bir şekilde tanımlanmıştır. Ağustos 1957'de kısıtlı sayıda da olsa aşı kullanıma hazırlanmıştır. Virüs Amerika'ya sessizce gelmiş ve 1957 yazında küçük salgınlar yapmıştır. Sonbaharda okullar açılınca çocuklar hastalığı sınıflarda birbirlerine ve daha sonra ailelerine taşımışlardır. Enfeksiyon hızının Ekim ayı sonunda okul çocukları, genç erişkinler ve hamile kadınlarda en yüksek olduğu belirlenmiştir. İnfluenza-Pnömoni'ye bağlı ölümlerin çoğu Eylül 1957-Mart 1957 ayları arasında görülmüş ve ölüm oranının yaşlılarda en yüksek olduğu gözlenmiştir.

Aralık 1957'de hastalık azalmış ancak Ocak-Şubat 1958'de özellikle yaşlılarda yeni bir hastalık dalgası oluşmuştur. Bu pandemiler sırasında görülen potansiyel ikinci dalga'nın bir örneğidir; hastalık önce bir grubu enfekte etmekte, hastalık azalıyor gibi gözükmekte ve daha sonra populasyonun başka bir kısmını enfekte etmektedir.
Asya gribi 1918 İspanyol gribi kadar yıkıcı olmasa da Amerika'da 69.800 kişinin ölümüne sebep olmuştur.

• 1968 Hong Kong Gribi
1968'lerin başlarında ilk defa Hong Kong'da tespit edilmiştir. Amerika'da ilk vakalar aynı yılın Eylül ayında görülmüş ancak Aralık ayına kadar yayılmamıştır. Ölümler Aralık 1968- Ocak 1969 ayları arası pik yapmıştır ve sıklığı 65 yaş üzerinde yoğunlaşmıştır. 33.800 ölümle 20. yüzyıl pandemileri arasında en hafifidir. 1970-1972'de geri dönen bu virüsün en hahiflerinden olmasının bir nedeni, 1957 ve 1968 yılları arasında dolaşan Asya gribi virüsüne benzer olması ve bu virüse toplumda bağışıklık gelişmesidir. İkinci neden bu pandeminin de önceki iki pandemide olduğu gibi Aralık ayına kadar hız kazanamamış olması ve bu ayda okulların kapalı olması nedeniyle yayılımının kısıtlı kalmasıdır. Çocuklar evde olduğundan hastalık hızı oldukça düşük kalmıştır. Üçüncü neden ise tıbbi imkanların daha gelişmiş olmasıdır.

Tüm bunlara nazaran ölümcül olmasa da 1976`da Fort Dix'te, 1977`de Rus Gribi, Mayıs 1977'de Çin'de, 1997 Kuş Gribi, 1999'da diğer bir yeni kuş Gribi, Grip tarihinde en önemli vakalar olarak söylenir.

Yüzyılın Grip salgınlarında en ölümcül olanları; 1918 İspanyol Gribi, 1957 Asya Gribi, 1968 Hong Kong Gribidir.

(5)

9 Ocak 2003: Aile mahkemeleri kuruldu

Söz konusu mahkemelerin kuruluş kanunu şöyledir:

MADDE 1. - Bu Kanunun amacı, aile mahkemelerinin kuruluş, görev ve yargılama usullerini düzenlemektir.

Bu Kanun, aile hukukundan doğan dava ve işleri görmek üzere kurulan aile mahkemelerine dair hükümleri kapsar.

Aile mahkemelerinin kuruluşu

MADDE 2. - Aile mahkemeleri, Adalet Bakanlığınca Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak her ilde ve merkez nüfusu yüz binin üzerindeki her ilçede, tek hâkimli ve asliye mahkemesi derecesinde olmak üzere kurulur…

Aile mahkemeleri hâkimlerinin nitelikleri ve atanmaları

MADDE 3. - Aile mahkemelerine, atanacakları bölgeye veya bir alt bölgeye hak kazanmış, adlî yargıda görevli, evli ve çocuk sahibi, otuz yaşını doldurmuş ve tercihan aile hukuku alanında lisansüstü eğitim yapmış olan hâkimler arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca atama yapılır.
Aile mahkemeleri bünyesinde bulunan uzmanlar

MADDE 5. - Her aile mahkemesine, …Adalet Bakanlığınca, tercihan; evli ve çocuk sahibi, otuz yaşını doldurmuş ve aile sorunları alanında lisansüstü eğitim yapmış olanlar arasından, birer psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacı atanır.

Aile Mahkemelerinin kurulmasıyla ilgili bazı hukukçuların görüşü şu şekildedir:
“Yeni Medeni Kanun`un yürürlüğe girmesinin ardından, bu kanunla paralellik gösteren  Aile Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usullerine Dair Kanun 09.01.2003 tarihinde kabul edilerek yürürlüğe girdi. Bu kanunun amacı, aile hukukundan doğan dava ve işleri görmek üzere kurulan aile mahkemelerinin kuruluş, görev ve yargılama usullerini düzenlemektir.

Bu kanun ile öncelikle davaya bakan hakim yönünden önemli değişiklikler getirilmiş ve aile mahkemeleri hakimlerinin, evli, çocuk sahibi ve otuz yaşını doldurmuş olması koşulu getirilmiştir. Ayrıca aile mahkemesinde görevlendirilecek hakimin  tercihen aile hukuku alanında lisansüstü eğitim yapmış olması aranmıştır. Böylece hakimin evli ve çocuk sahibi olmasının, eşler arasındaki uyuşmazlığın çözümünü kolaylaştıracağı düşünülmüştür.

Yine bu kanun ile getirilen önemli bir değişiklik de, her aile mahkemesine uzman olarak psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacının atanmasıdır. Bu uzmanlar, davanın esasına girilmeden önce veya davanın görülmesi sırasında, mahkemece istenen konular hakkında taraflar arasında uyuşmazlık nedenlerine ilişkin araştırma ve inceleme yaparak sonucu bildirir. Yine bu uzmanların da tercihen evli, çocuk sahibi ve otuz yaşını doldurmuş olması aranır.

Aile mahkemeleri kanunu ile getirilen belki en önemli değişiklik hakimin tarafları sulha teşvik etmesidir. Buna göre aile mahkemeleri, önlerine gelen dava ve işlerin özelliklerine göre, esasa girmeden önce, aile içindeki karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörünün korunması bakımından eşlerin ve çocukların karşı karşıya oldukları sorunları tespit ederek bunların sulh yoluyla çözümünü, gerektiğinde uzmanlardan da yararlanarak teşvik eder. Aile içi ilişkilerden kaynaklanan sorunların çözümü özel bir yargılamayı zorunlu kılmaktadır. Bu sebeple aile mahkemelerinin uzmanlık mahkemesi olması ve yine sorunların çözümünde uzmanlardan yararlanılması açısından olumlu bir düzenlemedir. Ancak bu uzman mahkemeler davaların uzamasına neden olmamalıdır. Davaların geç sonuçlanması yargı sistemi ile ilgili genel bir sorun olmakla birlikte, aile mahkemelerinde konu aile ve aile bireyleri ile ilgili sorunlar olduğundan çıkarılacak yönetmeliklerle karşılaşılabilecekler sorunlarla ilgili düzenlemeler yapılmalıdır.”

(6)

9 Ocak 2005: Mahmud Abbas Filistin devlet başkanlığına seçildi. 

9 Ocak 2005`de yapılan Filistin Özerk Yönetimi Başkanlığı için yapılan seçimler büyük ölçüde Mahmud Abbas merkezli olmuştur. Çünkü seçim gündemi sadece onun etrafında oluşturuldu.

Öncelikle en güçlü ve en önemli adayın Abbas olduğu üzere bir psikolojik hava oluşturuldu. Sürekli o gündeme getirildi, medyada o konuşuldu. Buna karşılık karşısına çıkan adaylar içinde Mustafa el-Bargusi dışında etkili ve güçlü bir aday da yoktu.

Bargusi'nin % 20 civarında oy alabilmesi hiç de küçük olmayan bir halk desteğine sahip olduğunu göstermişti. Bu oyları aynı zamanda sadece Bargusi'yi destek oyları olarak değil işgalci Siyonist devletin dayattığı statükoyu red oyları olarak değerlendirmek gerekir. Zira Bargusi her fırsatta ve açıklamalarında İsrail ile mücadele etme yolunu tercih ettiğini dile getirmiştir. Mahmud Abbas ise propaganda döneminde Filistin halkının desteğini kazanma amaçlı açıklamalar ve değerlendirmeler yapmak yerine İsrail ve ABD ile uyumlu çalışmaya hazır olduğunu ima etmeyi hedefleyen mesajlar vermiştir.

İsrail ve ABD, bir yandan Abbas merkezli bir seçim havası estirirken bir yandan da onu kendileriyle uyumlu çalışmaya zorlamak için zemini hazırlamaya gayret etmişlerdir. Neticede seçimleri kazanan ve Özerk yönetimin başkanlığına geçen Abbas, İşgalci İsraille uyumlu çalışmayı kendi halkına ve Filistin davasına ihanete dönüştürmüştür. Hamas`ın boykot ettiği bu seçimlerde Abbas zahiren kazanmış olsa da Tarih Sayfalarına yenik ve silik olarak geçmiştir bile. Zira o, İsrail`in yönlendirmesiyle başta Hamas olmak üzere direnişçi tüm Filistinli Gruplara operasyonlar yapmış, Filistin Direnişini kırmak ve İntifadayı bitirmek için İsrail`in yürüttüğü politikanın icracısı olmuştur. Hani şu televizyon ve gazetelerde gördüğümüz Filistinlilere yapılan İsrail askerlerinin uygulamalarını Abbas`ın ve sol çizgideki Filistin Kurtuluş örgütünün polisi yapar olmuştur.
Her şeye rağmen, Abbas zulümlerini ve terör dalgasını İsrail`e beğendirememiş olmalı ki, İsrailli politikacılar defalarca basın önünde ‘Abbas`ın çok yumuşak olduğunu, yeterli baskıyı kuramadığını, Terör örgütleriyle(!) mücadelede gereken dirayeti gösteremediğini` vurgulamıştır. Bu nedenle Muhammed Dahlan cepheye sürülmek istenmekteydi ki, Hamas, Dahlan`ın kirli işlerini ve Mossad`ın gizli belgelerini açıklayınca Dahlan Gazze`den kaçmak zorunda kalmıştır. İsrail`in tam da istediği biri olan Dahlan`ı Abbas`ın yerine geçirme politikası Hamas`ın başaralı bir operasyonla iflas edince ABD ve Katil İsrail yıllarca Abbas ile yetinmek zorunda kalmışlardır, her ne kadar onları yeterince memnun edememiş olsa da…