Hür Dava Partisi (HÜDA PAR) Genel Merkezinden yapılan açıklamada, PKK'nin Cizre'de HÜDA PAR üyeleri ve dindarlara yönelik katliam girişimi başta olmak üzere son gelişmeler değerlendirildi.

Açıklamada Cizre'deki saldırılar şöyle anlatıldı: "27 Aralıkta Cizre`de tüm Türkiye`nin gözleri önünde Nur Mahallesinde HDP/DBP militanları tarafından ağır silahlarla PKK`nin dağ kadrosundan militanların da desteğiyle HÜDA PAR üyelerinin evlerine gece yarısından sonra başlayan ve 10 saatten fazla süren büyük bir saldırı yapılmıştır. Bu saldırıda parti üyelerimize ve İslami kimlikleriyle bilinen vatandaşlara ait 20 ev ve 1992 yılında PKK tarafından şehid edilen Cizre'nin saygın alimlerinden Şeyh Zeki'nin adını taşıyan cami ve Kur'an kursu hedef alınmıştır. Saldırıdan sonra HDP yetkililerinden birinin "zaten mahallede 20 evleri var" şeklindeki açıklaması ve tam olarak 20 evin hedef alındığı birlikte değerlendirildiğinde saldırının planlı ve bilinçli olduğunda hiçbir tereddüt kalmamaktadır. Ellerinde uzun namlulu silahlarla sokakta dolaşanların PKK flamalarıyla kameralara yakalandığı da kamuoyunun malumudur ve bu görüntüler basında yer almıştır. Bütün bunlara rağmen bazı basın yayın organlarında partimizin saldırgan olarak yansıtılması ya da planlı saldırının bir çatışma olarak gösterilme çabası gerçeğin tersyüz edilmesidir."

Bazı basın organlarında HÜDA PAR'ın saldırgan taraf olarak gösterilmesine tepki gösterilen açıklamada, "Bir kısım yazılı ve görsel basında sanki saldırgan taraf partimizmiş gibi bir algı yaratılmaya çalışılmış; gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan bu tutumun halkımızı yanıltmaya yönelik bir çaba olduğu görülmüştür. Bu saldırılarla partili üyelerimizin evleri delik deşik edilmiş ve bu görüntüler medya kuruluşlarının ellerinde iken üyelerimiz; eşleri, çocukları ile birlikte evlerinde diri diri yakılmaya çalışılmışken üstelik hiçbir HDP/DBP ve bileşenlerinin evlerine tek bir kurşun isabet etmemişken nasıl oluyor da partimiz saldırgan olarak gösteriliyor anlamış değiliz. Taraflı ve hatta bazı basın kuruluşları tarafından kasıtlı yapılan bu yayınların gerçeğin üzerini örtmeye yetmediği görülmüş olacak ki hem Hükümet hem HDP kanadından yapılan açıklamalarda provokasyon olma ihtimali üzerinde yoğunlaşılmıştır. Böyle bir ihtimali göz ardı etmemekle birlikte saldırıları PKK tarafından partimize yönelik sistemli, planlı ve organizeli bir siyasi imha çabası olarak değerlendirmekteyiz. Şayet bir provokasyon varsa bunu araştırmak ve bulmak da Hükümete ve HDP`ye düşer. Çünkü ağır silahlarla evlere saldıranlar HDP/PKK/YDG-H, saatlerce devam eden saldırıya müdahale etmeyip ölümleri seyreden ise polistir. Buradan bir kez daha belirtmek isteriz ki, biz hiçbir zaman saldıran taraf olmadık olmayacağız da. Biz Kürtler arasında şiddetin tırmanmasını doğru bulmuyor ve buna taraf olmadığımızı bir kez daha belirtme ihtiyacı hissediyoruz.

İftirayla gerçekler halkın gözünden kaçırılmaya çalışılıyor

KCK yetkililerin Cizre saldırısının ardından yaptığı açıklamaların eleştirildiği açıklamanın devamında şöyle denildi: "Öte yandan KCK'den en üst düzeyde yapılan açıklamalarda Cizre'de yaşananların müsebbibi olarak partimiz gösterilmekte ve sorumluluktan uzak kışkırtıcı, tehditkar bir dille partimizi, AK Parti ve devletin polis ve askeri güçleriyle birlikte hareket eden paramilliter  bir yapı iftirasıyla gerçekler halkın gözünden kaçırılmaya çalışılmış ve artık alışkanlık haline getirdikleri yalan yanlış beyanlarda bulunarak partimize yönelik olası saldırılara davetiye çıkarmaktadır. Bu yaklaşım Kürtler arası çatışmaya zemin hazırlar ve karanlık mahfillerin ekmeğine yağ sürer. Gerek KCK gerekse HDP`den yapılan bu sorumsuz beyanların başka saldırılara ve hiç temenni etmediğimiz ölümlere davetiye çıkarmasından endişe duymaktayız."

"Siyasi partiyiz hükümet de dahil herkesle görüşürüz"

Hükümet adına Bülent Arınç`la yaptıkları görüşmenin ardından HDP/DBP/KCK/PKK'nin paniğe kapılıp partilerine yönelik saldırılarını artırdığına dikkat çekilen açıklamada, şu ifadelere yer verildi: "Biz her şeyden önce siyasi bir partiyiz ve Hükümet de dahil herkesle görüşürüz. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Başbakan yardımcısı Sayın Arınç'ın HÜDA PAR Genel Merkezini ziyareti esnasında, "HDP Kürtlerin tek temsilcisi değildir, başka partiler de vardır çözüm süreciyle ilgili onlarla da görüşürüz" şeklindeki açıklamalarının PKK'nin silahlı ve siyasi kanatlarında rahatsızlık oluşturduğu sır değildir. Tek parti, tek lider/şef tek ideoloji, tek tip zihniyetlerini bu vesileyle bir kez daha açığa vurmuşlardır. Kürt halkına yönelik en büyük zulüm ve katliamların uygulayıcısı CHP'nin 1920'li ve 30'lu yıllardaki uygulamalarının bire bir kopyasını kendilerine benzemeyen ve tabi olmayan Kürtlere uygulamaya çalıştıkları dikkatli gözlerden kaçmamaktadır. Çok partili hayata geçildikten sonra CHP'nin bir daha halkın çoğunluğunun desteğini alamadığını bildiklerinden, başka partilerin varlığına tahammül edememektedirler.

6-7 Ekim katliamı ve Cizre katliam girişimi insanlığa karşı bir suçtur

6-7 Ekim Kurban Bayramı katliamı gibi 27 Aralık Cizre katliam girişiminde de sadece İslami duruş ve siyasi görüşünden dolayı insanlar öldürülmüş, Kurban Bayramı'nda cesetler yakılmış, Cizre'de hamile bir kadın 2 yaşındaki çocuğu ile birlikte diri diri yakılmak istenmiştir. Bu olaylar basit bir asayiş olayı olmadığı gibi sıradan bir terör eylemi de değildir. Bu insanlığa karşı bir suç, bir soykırımdır. Özellikle Kürt kamuoyundan yeterli tepki gösterilmemesi halinde bu suçun işlenmeye devam edecek ve tepkisiz kalanlar da suç ortağı olacaktır."

Huzur ortamını bozacak fiillerden uzak dururuz"

HÜDA PAR'ın İslam'ı referans alan ve mevcut partilere değil sisteme alternatif siyasi bir parti olduğu vurgulanan açıklamada, "Meşru zeminde siyaset yaparız, asayişi ve huzur ortamını bozacak fiillerden de uzak dururuz. Ancak kimseyi durdurmak, bozulan asayişi temin etmek gibi bir sorumluğumuzun bulunmadığını da herkesin bilmesini isteriz." ifadeleri kullanıldı.

Açıklamada, "Siyasi bir parti olarak bizim işimiz yanlışlığına inandığımız söylem ve eylemleri eleştirmek ve doğrularımızı anlatmaktır. Hükümetin veya başkalarının "paramiliter gücü" veya "İleri karakolu/öncü gücü" olarak vasıflandırılmayı hakaret kabul ediyor ve sahiplerine aynen iade ediyoruz. 27 Aralık saldırısında hayatını kaybeden üyemizin taziyesine gitmek için yola çıkan konvoyumuzun Cizre`ye girişine izin verilmemesi ve adeta terör örgütü muamelesi yapılarak güvenlik güçlerince taciz edilmesi kimin kimlerle iş tuttuğunu göstermiştir. Bu muamele yapanların bazı kesimleri memnun etmek için üstlerinden emir aldıkları düşüncesini bizlerde oluşturmuştur." denildi.

Bölgede görevlendirilen güvenlik güçlerinin görevlerini bilerek yapmadığı yönündeki iddialara da değinilen ve iddiaların ciddiye alınması gerektiği belirtilen açıklamaya şöyle devam edildi: "Hükümet, varsa bu konuyla ilgili iddiaların üstüne gitmeli, görevlerini yapmadıkları söylenen bu güvenlik güçleri hakkında soruşturma yapmalı ve bununla ilgili politikasını gözden geçirmelidir. Zira soruşturmalar neticesinde görev yerleri değiştirilen polis şeflerinin ve polis memurlarının bile isteyerek ortamın karışmasına zemin hazırladığı savı çok ciddi bir konudur ve hükümet ivedilikle gereken tedbirleri alma cihetine gitmelidir. Hassas konumu itibarıyla bölgemizin adeta sürgün yeri olarak görülmesi şeklindeki devlet siyasetinin değişmesi için daha fazla beklenilmemelidir."

Avrupa'daki İslam karşıtı hareketlerin çoğalması

Avrupa`da son zamanlarda yükselen ırkçı dalga, “İslam Karşıtı” söylem ve camilere yönelik şiddet hareketlerinin endişe verici boyutlara ulaştığı vurgulanan açıklamada, "Artarak devam eden bu ırkçı ve saldırgan eylemler, özellikle siyasi bir tavır olarak geliştirilen İslamofobianın bazı Avrupa devletlerince el altından desteklendiğine dair kuşkularımızı arttırmıştır. Bugün Avrupa`nın pek çok ülkesinde milyonlarca göçmen yaşıyor ve bunların pek çoğu Müslüman. Oluşturulan bir algı var ve bu algı gerçeği yansıtmıyor. İslam`ın terör, Müslüman'ın terörist kategorisinde değerlendirildiği bu yaklaşım Avrupa`da İslam karşıtı bir şiddete ve nefrete dönüşüyor. Bütün bu gelişmelerin Ortadoğu politikalarından bağımsız ve kendiliğinden oluştuğunu düşünmek mümkün değil. Bir yandan ırkçı yapıları sokağa dökerek Müslümanları göçe zorlamakta diğer yandan islamofobi üzerinden Müslümanları terörist ilan ederek İslam coğrafyasını işgale zemin hazırlamaktadır.

Avrupa ülkelerinde yaşayan tüm Müslümanların can ve mal güvenliklerinin sağlanması ve ırkçı saldırıların önlenmesi yaşadıkları ülkelerin devletlerine aittir. Bu yapılmadığı takdirde  batılı ülkelerin insan hakları ve demokrasi söylemlerinde samimi olmadıklarını gösterir. Hükümetlerin yeterli önlem almadığı AB ülkelerinin halkı Irkçı PEGİDA`nın provokatif eylemlerine karşı Müslüman halk ile beraber sokağa çıkması ve protestolara destek vermesi bir arada yaşama kültürü açısından  umut verici bir gelişmedir." denildi.  (İLKHA)