DOĞRUHABER / TARİHTE BUGÜN / 5 OCAK

GÜNÜN AYETİ

“…Yiyin, için fakat israf etmeyin! Çünkü O, israf edenleri sevmez .” (Arâf Suresi 31. Ayetin meali)

GÜNÜN HADİSİ

"Kibirsiz ve israfsız olarak yiyiniz, içiniz, giyininiz ve sadaka veriniz. Zira Allah, kulunun üstünde nimetini görmek ister." (Buhari)

GÜNÜN SÖZÜ

"Dile¬diğini ye, dilediğini giy, ancak iki huy seni yanıltmasın: İsraf ve kibir." (İbni Abbas)

TARİHTE BUGÜN

1781: Amerikan İç Savaşı: Richmond-Virjinya, Benedict Arnold komutasındaki İngiliz deniz kuvvetleri tarafından yakıldı. (1)

1809: Osmanlı-İngiltere Arasında Çanakkale diğer adıyla Kal'ayı Sultaniyye Antlaşması İmzalandı. Bu anlaşmayla Osmanlı-Büyük Britanya Savaşı sona erdi. On iki maddeden oluşan bu antlaşmaya göre Büyük Britanya'nın işgal etmiş olduğu Osmanlı toprakları Osmanlı Devleti'ne geri verilecekti. Osmanlı ise topraklarında bulunan Britanyalı tüccarların savaş sırasında el koymuş olduğu malları sahiplerine iade edilecekti.

1895 : Dreyfus Davası: Casusluk suçlamasıyla Fransa'da yargılandığı davada Yüzbaşı Alfred Dreyfus ömür boyu hapse mahkûm oldu. Fransa'nın askeri sırlarını Almanya'ya vermekten mahkûm edilen Yahudi kökenli Fransız subay Alfred Dreyfus'un rütbeleri söküldü. Dreyfus Olayı olarak bilinen bu olay Dünya Yahudilerinin yaygarası üzerine meşhur bir olay haline geldi. Fransa`da Yahudi aleyhtarlığı bir dava olarak lanse edilen Dreyfus Davasında söz konusu yüzbaşının bu suçu gerçekte işlemediği Yahudi Düşmanlığı yapan bazı Fransızların icraatı olduğu anlatılır bugün. Bir Yahudi`ye yapılan en ufak hareketi dahi bardakta fırtınaya çeviren İsrail ahlakı, tarihten bugüne dünyayı fesada ve kana boğduğu gerçeği ile nasıl da çelişiyor. Nitekim Yahudi kökenli Fransız subay Alfred Dreyfus için yapılan belgeseller, yazılan kitaplar, tarihe onun ismi üzerinden yapılan müdahaleler ile Yahudi`nin bir gün değil, bir saatte Filistin`de yaptığı zulümler karşılaştırılsa Filistin üzerine dünyalar dolusu kitap yazılsa yeridir.

1919: Alman Nazi partisinin kuruluşu.

1921: Çerkez Ethem ve kardeşleri işgal kuvvetlerine sığındılar.

Çerkez Ethem Ankara Hükümetinin emrinde bir çok ayaklanmayı bastırmış bir kişidir. Ancak zamanla Ankara`daki hükümet ve meclisle arası açılır. Ankara hükümetince hain ilan edilmeye kadar giden bu ihtilaf neticesinde Çerkez Ethem yakın arkadaşı binbaşı Derviş Bey`in telkinleriyle birliklerini, silah ve cephaneleriyle beraber TBMM kuvvetlerine bırakıp Yunanistan`a sığındı. Oradan Almanya`ya geçen Çerkez Ethem daha sonra Ürdün`e gitti ve 1950 yılında Amman`da öldü.

1922: Fransa ve beraberinde tuttuğu Ermenilerce 1918`de işgal edilen Adana düşman işgalinden kurtuldu

1928: Zülfikar Ali Butto doğdu. Pakistanlı devlet adamı ve Pakistan yakın tarihine etkileri olan Butto 1971-1973 yılları arasında Pakistan devlet başkanı ve 1973-1977 yılları arasında da başbakan olarak görev yapmıştır. Pakistan Halk Partisi'nin kurucusudur. 1977'de General Ziya ul Hak tarafından devrilmiş, 1979 yılında da idam edilmiştir.

1961: Yassıada duruşmaları devam ediyor. 6-7 Eylül Olayları davası sonuçlandı. Sanıklardan Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve eski İzmir valisi Kemal Hadımlı mahkûm oldular. Aynı gün Fuad Köprülü ve Fahrettin Kerim Gökay Yassıada'dan tahliye edildi.

1987: 1986 yılının Mayıs ve Haziran çay sürgünlerinde yüksek oranda radyasyon bulunduğu açıklandı. 56 bin ton çay imha edildi. (2)

1989: ABD jetleri, Libya'ya ait iki MIG-23 uçağını düşürdü.

1990: İrticai faaliyetlere karıştıkları gerekçesiyle, Hava Kuvvetleri'ne mensup 15 subay ve astsubay ordudan atıldı. (3)

1996: Yahya Ayyaş şehid edildi (4)

1997: TBMM Susurluk Komisyonu`na ifade veren, Özel Tim`in kurucularından, ‘Efsane Yarbay` (!!!) olarak tanınan Emekli Yarbay Korkut Eken, Devlet`in Abdullah Çatlı`yı 12 Eylül`den önce de kullandığını söyledi.

1997: Rus güçleri Çeçenistan`dan çekildi. (5)

2001: Cavit Çağlar hakkında İstanbul İnterpol Şube Müdürlüğü'nce kırmızı bülten hazırlandı. Çağlar uzun yıllar Türkiye`nin geleceğini elinde tutan Süleyman Demirel`in siyasete kazandırdığı gözbebeği ve çeşitli bakanlıklar yapmış bir siyasetçidir. O, makam ve yetkilerini kullanarak bir çok yolsuzluğa bulaşmış ama hep Demirel tarafından kollanmıştır. Sonradan gelen hükümetler de açık delillere dayanan yolsuzluklarının üstüne yeterince gitmemiş, toplum vicdanını rahatlatacak cezalar vermemiştir. Bu anlamda Çağlar, Çal ve Kurtul ile tipik bir Türkiye Gerçeğidir.

2002: Anayasa Mahkemesi'nin, FP`nin kapatılmasına ilişkin gerekçeli kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı. Beyan ve eylemleriyle FP'nin kapatılmasına neden olan İstanbul Milletvekili Nazlı Ilıcak ve Tokat Milletvekili Bekir Sobacı'nın milletvekillikleri sona erdi.

2004: AK Parti Grup Yönetimi, TBMM kulisinde bulunan Mareşal üniformalı Atatürk resminin kaldırılarak yerine sivil bir Atatürk fotoğrafı asılması önerisinde bulunan Adıyaman Milletvekili Fehmi Hüsrev Kutlu'nun, Grup Disiplin Kuruluna sevkine karar verdi.

2005: Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın inşaat ihalesinde yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla, 11'i faal görevli 23 subay ile 12 sivil memurun yargılanmalarına başlandı. Davada yargılanan müteahhit Ali Osman Özmen, eski MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'a 150 bin dolar borç verdiğini açıkladı. Kılınç, “150 bin dolar aldım. Ama bu borcu kapatamadım” dedi. 28 Ocak'ta Tuncer Kılınç'ın, borcunu ödediği bildirildi.

2012: Eski Genelkurmay başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ tutuklandı.

2012 : Uludere Cumhuriyet Başsavcılığı, Irak Sınırında Meydana Gelen Ve 34  Kişinin Ölümüyle Sonuçlanan Olaya İlişkin Yürütülen Soruşturmada ''Gizlilik Kararı'' Aldı.

Mit`ten Konuyla İlgili Yazılı Bir Açıklama Yapıldı.
Açıklamada, ''Olayla İlgili Teşkilatımızca Herhangi Bir İstihbarat Paylaşımı Gerçekleştirilmemiştir” Denildi.

MERCEK / 5 OCAK

(1) Amerikan İç savaşı

5 Ocak 1781: Amerikan İç Savaşı: Richmond-Virjinya, Benedict Arnold komutasındaki İngiliz deniz kuvvetleri tarafından yakıldı.

Richmond, Virginia Eyaletinin Başkentidir. Virginia eyaleti ABD`de en çok başkan çıkaran eyalet olduğundan dolayı, kendisine "Mother of Presidents" (Başkanların annesi) ismi yakıştırılmıştır.

Virginia, Amerika kıtasındaki ilk İngiliz sömürgesidir. 1607′de İngiliz göçmenleri burada Jamestown`u kurdular. Virginia, yüzyıllar boyu sömürgenin merkezi oldu. 
Virginia Eyaleti, Birleşik Amerika`yı kuran ilk 13 devlet arasındadır. 1788′de Birliğe giren Virginia, kurtuluş hareketinin önemli merkezlerinden biri oldu.
1861 – 1865 İç Savaşı sırasında, Virginia Güney Birliği`nin yani Konfederasyon`un merkeziydi.

Amerikan İç Savaşı sırasında İngiltere`nin Richmond şehrini yakıp yıkmasını anlamak için küçük bir detaya girmek gerekiyor. Şöyle ki;

Amerika kıtası keşfedilince Avrupalıların saldırısına uğradı. Hemen tüm Avrupa ülkelerinden Amerika`ya göçler başladı. Bu göçler genellikle hali vakti yerinde olanlar, yerleşik ve kurulu bir düzeni olanlar, zengin aileler değil de yeni ve zengin bir hayat hayali kuran kişiler tarafından gerçekleştirildi. Bu durum, göç dalgasının ağırlıklı olarak ayyaş, ayak takımı, soyguncu, üç kâğıtçı, katil, sefih ve sefillerden oluşmasını beraberinde getirdi. Avrupa`nın ne kadar sefihi varsa yol bulanları Amerika`ya attı kendini. Tabi ki Avrupa Devletleri kıtaya her ne kadar görevlilerini yollasa da orada kendi güç dengelerini kurmak için lehlerinde olacak bir popülâsyona ihtiyaç duyduklarından vatandaşlarını bu yeni kıtaya yönlendirecek kapıları açık tuttular. Bu görevlileri ve ticaret ya da belli bir misyon için giden elit tabakayı saymazsak dediğimiz gibi Avrupa`dan Amerika`ya göç dalgasının kahir ekseriyeti Avrupalıların ayak takımından oluşur.

Amerika`ya yerleşen bu Avrupalılar zamanla farklı küçük idari yönetimler kurarlar. Yeni kıtaya yerleşip yerlilerini ve kıtanın asıl sahiplerini katlede katlede yok eden Avrupalıların mayası tutmaya başladıkça geldikleri topraklardan bağlarını koparmaya başlarlar. Farklı milletlerden oluşan kıtanın yeni sahipleri uzun yıllar kendi aralarında savaşırlar. Amerika İç Savaşları olarak genel bir isimle anılan ve uzun bir zaman dilimine yayılan bu savaşlar içinde İngilizlerle yapılan savaşlar da ele alınır. O dönemde Emperyal şehvetinin zirvesinde olan İngiltere, Amerika`da egemenliğini pekiştirmek ve Amerika`nın büyük kısmını içine alan coğrafyayı kendisine bağlı bir koloni haline getirmek istemektedir. Onun bu sömürgeci yaklaşımları kıtanın yeni sahiplerince kabul edilmez. Zamanla Avrupa menşeinden sıyrılan kıtanın yeni sakinleri daha doğrusu işgalciler kendi aralarında birlik kurmak için “Amerikalı” kavramını pekiştirmeye başlarlar. Artık Amerikalılar diye bir ulus ortaya çıkar ki, bu ulusun tarihi, dini ve kültürel tüm derinlikleri farklı Avrupai ırk ve milletlere dayanır.

Zaman geçtikçe farklı idari yapılardan oluşan yönetimler Amerika Birleşik Devletleri Anayasasını birer ikişer kabul eder. Eyalet olarak kendi içişlerinde yine serbest kalacak olan bu yönetimler birleşerek Birleşik Devletler Topluluğunu ortaya koyarlar. Farklı ülke ve ırkların çatışmalarından kurtulup “Amerikalı” kimliği üzerinden bir araya gelen bu kıta işgalcileri hiçbir derinliği olmayan sığ bir millet oluverirler. Kayıtlara göre Osmanlı da dahil olmak üzere, Çin`den, Japonya`dan, dünyanın her tarafından göç alan bu kıtanın ağırlıklı nüfusu Avrupalılardan oluşur. Bugün Amerikalılar olarak bilinen bu yeni millet aslında dünya ırklarının bir melezidir diyebiliriz.

Biraz önce sığ bir millet olarak ortaya çıktığını söylediğimiz yeni Amerikalıların dünya tarihine armağan ettiği hiçbir sanat ve medeniyet yoktur. Kendilerinden asırlar önce kıtada yaşamış olan eski Amerikalılar kadar dahi dünyaya katkıları olmamıştır. Resim, edebiyat, bilim ve teknikte… hiçbir konuda içi dolu bir tarihe sahip değildirler. Yeni Amerika kıtasında ortaya çıkan bazı branşlarda sivrilmiş şahıslar da istisna kabilinden bile olmayıp bunlar beyin ve sanat göçü ile kıtaya bir şekilde çekilmiş isimleridir.

(2) Çernobil ve Radyasyon

5 Ocak 1987: 1986 yılının Mayıs ve Haziran çay sürgünlerinde yüksek oranda radyasyon bulunduğu açıklandı. 56 bin ton çay imha edildi.

26 Nisan 1986`da o zaman SSCB`ne bağlı olan Ukrayna`nın Kiev iline bağlı Çernobil Kentinde bir deney sırasında Reaktör kazası olmuş, atmosfere büyük miktarda fisyon ürünleri salınmıştı. Türkiye`nin de aralarında olduğu geniş bir coğrafya radyona maruz kalmış ve uzun yıllar bunun etkileri devam etmişti.

Çernobil nükleer reaktöründeki patlama sonucunda çevre ülkelere yayılan radyoaktif parçacıkların büyüklüğü ve etkileri üzerine kazanın üzerinden geçen yıllarda ciddi bilimsel araştırmaların yapılmamış ve radyasyon seviyesini gösteren sayısal değerlerin açıklanmamış olması, patlamanın hemen sonrasında Türkiye üzerindeki etkilerle ilgili yeterli veriye ulaşmayı imkânsızlaştırmıştır.

Türk Tabipler Birliği'nin ilk baskısı Nisan 2006'da yapılan "Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye'de Kanser" başlıklı raporunda, Çernobil nükleer reaktör kazası ile Karadeniz bölgesindeki kanser vakaları arasındaki ilişkinin araştırılması sonuçları kamuoyuna sunulmuştur.
Raporda; Çernobil'deki patlama sonrasında oluşan radyoaktif bulutların 3 Mayıs 1986 Cumartesi günü Marmara'ya, 4-5 Mayıs günleri Batı Karadeniz'e, 6 Mayıs günü Çankırı üzerinden Sivas'a, 7-9 Mayıs tarihlerinde Trabzon-Hopa'ya ulaştığı, 10 gün sonra da tüm Türkiye'ye radyoaktif parçacıkların yayıldığı belirtilmektedir. Çalışma sonucunda, Hopa`da kanser görülme sıklığı ile kanser nedeniyle ölümlerin, Türkiye`nin diğer coğrafi alanlarına göre daha fazla görülmesi olasılığının, araştırılmaya değer bir durum olduğunun ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Rapor, elde edilebilen veriler ışığında, bölgede Çernobil nükleer kazası ile gerek kanser olgu sayıları, gerekse kanserden ölümlerle ilgili kanıta dayalı nedensel bir bağlantı kurmanın olanaklı görünmekte olduğunu kabul ederek, bu konuda kesin sonuca varmak için daha ayrıntılı araştırmalar yapılması gerekliliğini vurgulamaktadır

Çernobil'de 1986 yılında meydana gelen nükleer kaza sonrasında komşu ülkeler ciddi biçimde hasar gördüler. Türkiye`nin Karadeniz kıyısının ise en fazla radyasyona maruz kalan bölge olduğu açıklandı. Bilim insanlarının uyarılarına, üniversitelerin verdiği raporlara rağmen siyaset kurumu ile çay şirketlerinin çıkarları nedeniyle radyasyonun etkileriyle ilgili yayınlara yasak getirildi. Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, çaylarda radyasyon biriktiği iddialarına karşın televizyona çıkarak canlı yayında çay içti ve şöyle dedi “Biraz radyasyon iyidir, dininize, imanınıza inandığınız gibi biliniz ki, Türkiye`de kesinlikle böyle bir tehlike mevcut değildir”

Dönemin Başbakanı Turgut Özal "radyoaktif çay daha lezzetlidir" diyerek basına poz verirken, Cumhurbaşkanı Kenan Evren "radyasyon kemiklere yararlıdır" diyordu.

(3) İrtica Ve TSK

5 Ocak  1990: İrticai faaliyetlere karıştıkları gerekçesiyle, Hava Kuvvetleri'ne mensup 15 subay ve astsubay ordudan atıldı.

Türk siyasi tarihinin en utanç verici manzaralarından biri TSK`nın kendi bünyesindeki inançlı personeli ihraç etmesidir. Yaş kararlarıyla ve sadece “Yaptım oldu” mantığıyla hiçbir hukuka sığmayacak şekilde, yakınları sakallı veya başörtülü olduğundan, gümüş yüzük taktığından, Cuma namazı kıldığından dolayı sorgusuz sualsiz ve itiraz hakkı dahi olmaksızın binlerce kişi Peygamber Ocağı denilen ordudan kovulmuştur. Özellikle 28 Şubat sürecinde işletilen bu gayr-i insani uygulama inançlı personelin kovulmasıyla kalmamış TSK`dan atıldıktan sonra adım adım takip edilerek hayatı zehir edilmek istenmiştir. Öyle ki; TSK`dan kovulan bir personel özel sektörde iş bulduğunda dahi ona işveren kurum ve kuruluşlar tehdit edilmiş, kendilerinin yaptığı gibi personelin kovulması için taciz ve baskılara maruz bırakılmıştır. Nedeni Müslüman halk tarafından gayet iyi bilinen ve kin ve nefretten neşet eden uygulamalardan nihayet 2010`da yapılan düzenlemeyle kısmen de olsa dönüldü. Söz konusu düzenleme yapılıncaya kadar “İrticacıdır” diye rapor edilen bir personel ilk Yaş toplantısında kurumdan atılıyor ve yargı yolu kapanıyordu. Yani Ordudan atılan kişinin yargıya başvurma hakkı bile verilmiyordu. Ancak, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan ve kabul edilen Referandum'da, "Yüksek Askeri Şûra'nın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç, her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açılır" şeklindeki anayasa maddesi oylanıp karara bağlanınca geriye dönük de işletilerek tüm Yaş mağdurlarına bir kapı açıldı.

(4) Şehid Yahya Ayyaş

5 Ocak  1996: Yahya Ayyaş`ın şehid edildi

Siyonist işgalcilerle onların işbirlikçilerinin birkaç yıl süren arama çalışmaları sonunda kendine ulaşıp 5 Ocak 1996 tarihinde hain bir suikastle şehid ettikleri Yahya Abdullatif Ayyaş, HAMAS'ın İzzettin Kassam Birlikleri'ne bağlı istişhadi eylemler grubunun komutanıydı. Onun planladığı eylemlerde Siyonist işgalcilerden toplam 340 kişi ölmüş belki bunun iki kadar sayıda işgalci de yaralanmıştır. Dolayısıyla son birkaç yıl içinde bu grup tarafından gerçekleştirilen ve Siyonist işgalcilerin bellerini burkan başarılı eylemlerin çoğu onun tarafından planlamıştı.

Yahya Abdullatif Ayyaş'ın ismi, "Ayyaş" kelimesinin Türkçede taşıdığı anlam dolayısıyla bazı İslâmi yayın organlarının onun ikinci adını "Ayaş" şeklinde veriyorlar. Oysa "Ayyaş" Arapçada "çok yaşayan, hayat süren" anlamına geldiğinden bu kelimenin Türkçedeki anlamıyla hiçbir ilgisi yoktur.

Genç yaşında şehitler kervanına katılarak sonsuz hayata kavuşan büyük insan ve kahraman komutan Yahya Abdullatif Ayyaş 22 Şubat 1966 tarihinde Kuzey Filistin bölgesindeki Râfât köyünde dünyaya geldi. Babası tarım ve taş kırma işiyle uğraşıyordu. Ailesinin ilk çocuğu olan Yahya'nın daha sonra iki erkek kardeşi dünyaya geldi. Anne ve babasının kendisiyle övünebilecekleri, örnek kişiliğiyle ve cesaretiyle bütün dünyada ün kazanan Yahya, 6 yaşında Kur'an-ı Kerim'i hıfzetmeye ve İslâmi ilimleri tahsile başladı. Gerek Kur'an-ı Kerim hıfzı ve gerekse İslâmi ilimleri öğrenmedeki üstün başarısı dolayısıyla Kudüs Vakıflar Müdürlüğü ona üstün başarı sertifikası verdi. Bir yandan özel İslâmi eğitimle Kur'an-ı Kerim'i hıfzederken ve dini ilimleri öğrenirken diğer yandan da genel öğrenimini sürdürerek liseden 100 üzerinden 92,8 puan alarak mezun oldu. 1991'de Beir Zeit Üniversitesi'nin Elektrik Mühendisliği bölümünden diploma aldı. Üniversite öğreniminde de üstün başarısıyla dikkat çeken Yahya Ayyaş, master ve doktora yaparak sahasında ilerlemek amacıyla yurt dışına çıkmak istedi. Ancak Siyonist işgal yönetimi onun bu yöndeki isteklerini reddetti.

Yahya Ayyaş, 1991'de amcasının kızıyla evlendi. Bu evlilikten doğan ilk çocuklarına sahabeden Bera bin Malik (r.a.)'ın adına nispetle Bera adını verdi. İkinci çocukları olan Abdullatif ise genç komutanın şehid edilmesinden iki gün önce dünyaya geldi.
Yahya Ayyaş, küçük yaştan itibaren İslâmi öğrenim gördüğünden ve İslâmi terbiyeyle yetiştiğinden kendini Filistin topraklarının bağımsızlığı için mücadele eden İslâmi Direniş Hareketi'nin içinde buldu. Cesaretiyle, ihlâsıyla ve samimiyetiyle kısa zamanda önemli bir konuma geldi ve İslâmi Direniş Hareketi'nin İzzettin Kassam Birlikleri adlı askeri kanadına bağlı İstişhadi Eylemler Grubu'nun komutanı oldu. Planladığı başarılı eylemlerle Siyonist işgalcilerin yüreklerine korku saldı.

Siyonist işgalciler, istişhadi eylemlerin komutanı Yahya Ayyaş'ı ele geçirmek için gösterdikleri çabayı hiç kimseye karşı göstermemişlerdi. Onun yerini belirleyebilmek için işgal altında tuttukları toprakları adeta karınca deliklerine varıncaya kadar arıyorlardı. İşgal yönetimi onu altı büyük istişhadi eylemden sorumlu tutuyordu ki bu altı eylemde işgal kuvvetlerine mensup toplam yetmiş Siyonist öldürülmüş, en azından 340 kişi de yaralanmıştı. İşte bu eylemlerinden dolayı işgalciler beş yıldan beridir onun peşindeydiler ve onu "birinci derecede aranan kişi" ilan etmişlerdi. İsrail iç istihbarat örgütü ŞABAK'ın yeni genel müdürü bu göreve getirildiğinde birinci derecede hedefinin Yahya Ayyaş'ı ele geçirmek olduğunu açıklamıştı. ŞABAK onu ele geçirebilmek veya yerini tespit edebilmek için gerek Siyonist işgalcilerden ve gerekse basit dünya menfaatleri için onların hesabına çalışan işbirlikçi casuslardan yüzlercesini peşine takmıştı. Fakat yürütülen bütün yoğun arama çalışmalarına rağmen işgalciler ve işbirlikçileri geçen beş yıllık süre içinde onu ele geçirmeye muvaffak olamadılar. Bundan dolayı o gerek kendini sevenler arasında ve gerekse düşmanları arasında "efsane bir şahsiyet" kimliği kazanmıştı. Dostları ondan söz ederken: "Büyük dahi Yahya Ayyaş, İsrail istihbaratını yanıltmayı başardı" diyorlardı hep.

İşgalci güçler onu ele geçirebilmek için çeşitli yollara başvurdular. Teslim olmaya zorlamak amacıyla ailesine baskı uyguladılar. Yaşlı ve şeker hastası olan annesini tutuklayarak bir buçuk ay süreyle zindanda beklettiler. Daha sonra kardeşlerini tutuklayarak işkenceye maruz bıraktılar. İşgalciler bu konuda o kadar ileri gittiler ki, zaman zaman evini askeri kuşatmaya alarak günlerce kuşatma altında tutuyorlardı. Hatta bir keresinde küçük oğlu Bera`nın kafasına silah dayayarak hanımından kocasının yerini söylemesini istedi ve söylememesi durumunda bu küçük çocuğu öldürecekleri tehdidinde bulundular. Yaşlı babasını şiddetli şekilde dövdüler. Son aylarında da özellikle annesinin onunla görüşmesini engellemek amacıyla onu mecburi ikamete tabi tutuyor ve evinin civarındaki belirli bir bölgenin dışına çıkmasını engelliyorlardı.
Yahya'nın 58 yaşındaki babası Abdullatif Bey şöyle anlatıyor: "İşgal kuvvetleri Yahya'nın yerini söylemediğimiz takdirde evimizi roketlerle yerle bir edecekleri tehdidinde bulundular. Evimize onlarca kez geldiler. Belli bir saatte de gelmiyorlardı. Bazen sabah, bazen öğle, bazen akşam saatinde, bazen gece yarısı geliyorlardı. Bazen bütün aile fertlerini dışarı çıkmaya zorluyor ve beni zorla içeri alarak Yahya'nın saklandığı yeri göstermemi istiyorlardı. Onun evde olabileceğinden ve beni yanlarına almadan içeri girip arama yapmaları halinde kendilerine silahla karşılık verebileceğinden korkuyorlardı. Bu yüzden beni böyle bir şeye karşı kalkan olarak kullanıyorlardı."
İşgal yönetimi Yahya Ayyaş'ı ele geçirmek için yürüttüğü arama çalışmalarında onunla ilişkisinin olabileceğinden şüphelendiği pek çok kişiyi tutukladı. Bunlardan bazıları da çıkan silahlı çatışmalarda şehid oldular. İşgalciler onun sığınabileceğini düşündükleri mağaraların, dağlık yerlerin, mülteci kamplarının, oturulmayan evlerin ve gizli bölgelerin girişlerine özel elemanlar yerleştirdiler. Bütün istihbarat elemanlarına, işbirlikçi casuslara, işgalci askerlere ve diğer güvenlik görevlilerine onun fotoğraflarını dağıttılar. İşgalci askerler onu ele geçirmek amacıyla Batı Yaka bölgesinde baskın düzenlemedikleri köy bırakmamışlardı.

İşte yürütülen bütün bu gayretlerin ve beş yıl süren arama çalışmalarının sonunda gerçekleştirilen suikastın sadece işgal kuvvetlerinin değil aynı zamanda işbirlikçilerin ortak bir operasyonu olduğunun mutlaka bilinmesi gerekir.

Efsane komutan Yahya Ayyaş aslında işgalcilerin sandığı gibi mağaralara, sahipsiz evlere sığınarak kendini gizlemiyordu. Bazen yaşlı bir Filistinli, bazen dindar bir Yahudi, bazen de silahlı bir Yahudi yerleşimci kıyafetine bürünerek beş yıl süreyle onları atlatmayı başarmıştı. Şehirlerde dolaşırken İsrail plakalı ve üzerine "Golan halkıyla beraber!" "el-Halil, sonsuza kadar!" "Mesih'in gelişine hazırlanın!" gibi aşırı sağcı Yahudilerin kullandıkları ancak değişik anlamlara çekilebilecek nitelikteki sloganlar yazılı bantlar yapıştırılmış arabalar kullanıyordu. İşgal yönetimine bağlı istihbarat elemanlarının kullandıkları metotların aynısını Yahya Ayyaş onları atlatmak amacıyla kullanıyordu. O, örneğin kendinden önce şehitler kervanına katılan Kemal Kehil'in cenazesine uzun sakallı, cübbeli ve gözlüklü bir din alimi görünümüyle katılmış ama kimse onu tespit edememişti.

Onunla beraber bulunan arkadaşlarının anlattıklarına göre Yahya Ayyaş konuşmalarında kendisinin bir gün mutlaka şehid edileceğini sık sık hatırlatıyor ancak kendisinden sonra binlerce "mühendis" ve binlerce "Yahya" bırakarak göç edeceğini dile getiriyor ve: "Siyonistler karşısındaki savaşın Yahudilerin tümü Filistin topraklarından çıkarılıncaya kadar devam etmesi gerekir" diyordu.

Onun planladığı ilk eylem, 16 Nisan 1993 tarihinde Gavru Ürdün bölgesindeki Mahula Yahudi yerleşim merkezinde gerçekleştirilen istişhadi eylemdir. Bu eylemde Siyonistlerden iki kişi öldürülmüş ve dokuz kişi yaralanmıştır. Aynı yılın Ağustos ayında yine onun iki elemanının Batı Yaka'nın kuzeyindeki Kefer Balut geçidinde işgalci askerlerin üzerine otomatik silahlarla ateş etmeleri sonucu iki işgalci asker öldürüldü. Bu olaydan dört ay sonra İsrail devriyesinin geçeceği bir yere bomba yerleştirmesi üzere bir elemanını gönderdi. Ancak bu bomba patlamadan ortaya çıkarıldı. Ocak 1994'te planladığı bir eylemde iki işgalci asker ağır şekilde yaralandı. 1994 yazında onun planladığı ve Afule'de gerçekleştirilen bir istişhadi eylemde 8 siyonist öldürüldü, 20'si de yaralandı. Tel Aviv'de gerçekleştirilen ve 22 işgalcinin ölümüne 50'sinin de yaralanmasına yol açan istişhadi eylemi de o planlamıştı. Yine onun tarafından planlanan ve 1995 başlarında Beyti Lid'de gerçekleştirilen bir diğer istişhadi eylemde 22 İsrail askeri ölmüş onlarcası da yaralanmıştı. Altı İsrail askerinin öldürüldüğü Kefâr Darum eylemini de o planlamıştı. Bunun dışında da birçok eylemin planlayıcısı odur. İşgal yönetimi onu öldürebilmek için birkaç suikast gerçekleştirdi. Bunlardan Nablus'ta bir arabaya bomba konması sonucu gerçekleştirilen suikastta Ali el-Asi ve Muhammed Osman adlı arkadaşları şehid oldular. Ancak o patlamadan kısa bir süre önce işgalci askerleri yanıltarak onların gözetiminde binayı terk etmeyi başarmıştı. Sonra bir ara İsrail istihbarat elemanları onun Gazze'nin Şeyh Rıdvan mahallesinde oturduğuna dair haberler aldılar. Bu haberler üzerine düzenlenen suikast sonucu o mahallede meşhur bir patlama olayı oldu. Gazeteler olayda ölenlerin arasında Yahya Ayyaş'ın da olduğunu yazdılar ancak daha sonra öyle olmadığı anlaşıldı. Ayyaş patlamadan birkaç saat önce Şeyh Rıdvan mahallesindeki evi terk etmişti.

Yahya Ayyaş son bir yılını kendisinden sonra görevi devralacak elemanlar yetiştirmekle geçirmişti. Arkadaşlarının anlattıklarına göre o her an ölümle burun buruna olduğunu düşündüğünden adeta zamanla yarışıyordu. Arkadaşlarından biri onun şöyle dediğini bildiriyor: "Yahudiler beni Filistin'den atabilirler. Ama ben halkın arasına onların kolay kolay çıkarıp atamayacakları kişiler yerleştirmek istiyorum." Bu sözü aktaran kişi Yahya'nın onlarca eleman yetiştirerek geride bıraktığına da dikkat çekiyor.
"Efsane komutan" Yahya'nın 6 Ocak Cumartesi günü Gazze'de düzenlenen cenaze törenine 250 bin kişi katıldı. Filistin toprakları böyle kalabalık bir cenaze törenini ilk kez görüyordu. Cenazeye katılan binlerce Filistinli genç "mühendis"in cihadını sürdüreceklerini ve işgalcilerden onun intikamını alacaklarını haykırdılar. Yahya'nın annesi, babası ve hanımı da cenazeye katılanlar arasındaydı. Annesi Aişe Hanım cenazede yaptığı kısa konuşmada gençlere: "Hepiniz bir Yahya'sınız, Allah hepinizi ve bütün gençlerimizi korusun" dedikten sonra: "Şehitlikten daha güzel bir şey mi var" sözüyle ve: "Allah senden razı olsun ey Yahya!" duasıyla konuşmasını noktaladı. Çünkü gözlerinden pınar gibi akan gözyaşları daha fazla konuşmasına müsaade etmedi. Babası da aynı şekilde gözyaşlarıyla dolu kısa konuşmasında Yahya'nın şehid edilmesiyle mücadelenin bitmeyeceğini herkese duyurdu.

Dönemin İsrail Başbakanı Şimon Perez bakanlar kurulunu toplayarak Yahya Ayyaş'ın öldürülmesi hakkında herhangi bir açıklama yapmaya kalkışmamaları için sıkı tembihte bulundu. Bununla birlikte İsrail televizyonu Yahya Ayyaş'ın şehit olmasına yol açan patlamanın bir İsrail helikopterinden frekans gönderilmesi suretiyle gerçekleştirildiği yolundaki haberleri doğruladı. Ayrıca patlamanın gerçekleştiği bölgedeki ahali de olay sırasında havada bir İsrail helikopteri gördüklerini ifade ettiler. İsrail istihbaratının eski genel müdür yardımcısı Godon Azra Yahya Ayyaş'ın öldürülmesinin İsrail istihbaratı açısından büyük bir başarı olduğunu ileri sürdü. İsrail istihbaratının eski genel müdürlerinden Jakob Piri de Yahya Ayyaş'ın gerçekleştirdiği birçok eylemle üstün zekâsını, dehasını ve başarısını ispat ettiğini dile getirdi. Jakob Piri, onun bu kadar süredir istihbarat elemanlarını atlatabilmesinin de müstesna bir başarı olduğuna dikkat çektikten sonra: "Ayyaş'ın ölümüyle bizim şimdiye kadar tanıdığımız en tehlikeli ve en şiddetli bir savaşçının eylemlerine nokta konulmuş oldu" dedi.

Yahya Ayyaş'ın şehit edilmesi sadece Filistin'de değil bütün dünyada geniş yankılar uyandırdı. Öldürülmesinin haberini ilk sayfalarından ve büyük manşetlerle veren Amerikan gazeteleri günlerce onunla ilgili yazılara ve yorumlara yer verdiler. Uluslararası çapta yayın yapan birçok yayın organı onun hayatı, yetişmesi ve mücadelesi hakkında uzun raporlar yayınladılar. Bir Amerikan televizyonu onunla ilgili 40 dakikalık özel bir program yayınladı. Bu programda İsrail istihbaratının onu ele geçirmek için sürdürdüğü beş yıllık çalışmaların İsrail tarihinin en uzun ve en şiddetli arama çalışması olduğuna dikkat çekildi.

Ayyaş'ın şehit edilmesinden sonra Gazze'de dünyaya gelen bazı Filistinli çocuklara Yahya Ayyaş adı verildi. Çocuklarına bu adı verenler Yahya Ayyaş'ın bütün Filistin halkının kendisiyle övüneceği örnek bir şahsiyet olduğunu ve onun anısını yaşatmak amacıyla çocuklarına bu adı verdiklerini dile getirdiler.

Filistin özerk yönetimine bağlı polisler Yahya Ayyaş'ın şehit edilmesinde rol oynadığından ve onun yerinin belirlenmesinde siyonist istihbarat elemanlarına yardımcı olduğundan şüphelenilen 45 yaşındaki Kemal Hammad'ın evindeki bütün belgelere el koydu. Özerk yönetim polisinin, Hammad'ın evini gözetim altında tuttuğu bildirildi. Bunun yanı sıra Kemal Hammad'ın İsrail istihbaratı tarafından sağlanan bir pasaportla Amerika'ya kaçtığı ve ayrıca Yahya Ayyaş'ın şehit edilmesinde rol oynamasından dolayı bir milyon dolar parayla ödüllendirildiği haber verildi. Filistin polisi ise Kemal Hammad'ın tutuklanmasına dair bir talimat çıkardı.

HAMAS'ın resmi sözcüsü İbrahim Goşe, Yahya Ayyaş'ın doğrudan İsrail başbakanının verdiği emirle Şehit edildiğini söyledi.

Tarihler 11 Mayıs 1999 Salı gününü gösterirken Özerk Yönetim Güvenlik Mahkemesi, Yahya Ayyaş'ın şehit edilmesinde suçlu görülen dört kişiyi yargılamaya başladı. Mahkeme savcısı Cemal Şamiye, Yahya Ayyaş'ın şehit edilmesinde birinci derecede suçlu görülen ve İsrail işgal devletinin istihbaratına hizmet eden 45 yaşındaki Kemal Abdurrahman Hammad'ın idamla cezalandırılması talebinde bulundu. Ancak Kemal Abdurrahman Hammad, Yahya Ayyaş'ın şehit edilmesinin hemen ardından Filistin dışına kaçtığından gıyaben yargılandı. Savcı, olayda ikinci derecede suçlu görülen ve birinci suçlunun yardımcısı olarak çalışan Husam Hammad'ın da hapis cezasıyla cezalandırılması talebinde bulundu. Ancak Husam Hammad da olaydan bir süre sonra kaçtığından gıyabında yargılandı. Yahya Ayyaş'a yönelik cinayete yardım ve yataklık eden, aynı zamanda olayda birinci derecede suçlu görülen Kemal Hammad'ın Gazze'den kaçmasına yardımcı olan Kerime Halid Hammad adlı bayanın da hapisle cezalandırılması talep edildi. Kerime Hammad 22 Haziran 1996 tarihinde Gazze Merkezi Hapishanesine konuldu. Olayda suçlu görülen dördüncü kişi Usame Halid Hammad'ın da hapisle cezalandırılması istendi. Usame Hammad, Yahya Ayyaş'ı evinde barındırıyordu ve dayısı Kemal Hammad'ın verdiği içine bomba yerleştirilmiş cep telefonunu Yahya Ayyaş`a o vermişti. Usame Hammad 16 Temmuz 1996 tarihinde tutuklanıp tedbir ve dikkat yetersizliği yüzünden kasıtsız bir şekilde, Yahya Ayyaş'ın şehadetine sebep olmakla suçlandı.

Katil İsrailliler uzun aradan sonra Filistinli ajanların yardımıyla yerini tespit ettikleri Yahya Ayyaş`ı İsrail ajanı Kemal Hammad'dan yararlanarak şehid ettiler. Şehid edilmesinde pil yuvasına pilin yarısı büyüklüğünde bomba yerleştirilmiş cep telefonundan yararlanıldı. Kemal Hammad bu cep telefonunu Yahya Ayyaş'ı evinde barındıran yeğeni Usame Hammad'a verdi. Nitekim Usame Hammad`ın Yahya Ayyaş`ı evinde sakladığı öğrenilmişti. Yahya Ayyaş bir gün Usame Hammad'ın evindeki telefondan babasıyla konuşurken birden telefon bağlantısı kesildi. Bunun üzerine Usame, dayısının verdiği ama bomba yerleştirilmiş olduğunu bilmediği cep telefonunu Yahya Ayyaş`a vererek konuşmasını bu telefonla sürdürebileceğini söyledi. Yahya Ayyaş cep telefonuyla konuşmaya başlayınca Siyonist işgalciler civarda dolaşan bir helikopterden sinyal göndererek söz konusu cep telefonunun pil yuvasına yerleştirilen bombayı patlatarak Ayyaş'ın şehid edilmesine yol açtılar.
Allah Azze ve Celle şehadetini kabul etsin..

(5) Çeçenya Ve Cihad

5 Ocak  1997: Rus güçleri Çeçenistan`dan çekildi.

Rusların Kafkasya üzerindeki emelleri ve zulümleri asırlardır devam etmektedir. Bütün imkan ve güçleriyle Başta Çeçenler olmak üzere Kafkasyalı Müslümanlara boyun eğdirtemeyen Rusya hem Çarlık döneminde hem de Komünist Blok döneminde emellerine bir türlü ulaşamadı. 1990`ların başında Komünist Blok`un çöküşü Rus işgali altındaki ülkelere bağımsızlık yolu açtı. Bunlardan biri doğal olarak Çeçenya idi.


27 Ekim 1991 Dünyanın 23 devletinden ve uluslararası kuruluşlardan gelmiş olan gözlemcilerin gözetiminde, bağımsız Çeçen devleti parlamentosu ve devlet başkanı seçimleri yapıldı. Seçim sonuçları ile ilgili olarak, uluslararası gözlemcilerin seçimlerin meşruluğu konusunda düzenlediği tutanak kabul edildi. Çeçen Halk Kongresi Başkanı olan, stratejik hava kuvvetleri generali Cahar Dudayev, bağımsız Çeçen devletinin Başkanı seçildi. Aynı zamanda 41 milletvekilinin oluşturduğu parlamento da seçildi.

1 Kasım 1991`de Çeçen Devlet Başkanı Dudayev, ilk olarak Çeçen Cumhuriyetinin Devlet Bağımsızlığının İhya Edilişine Dair kararnameyi imzaladı. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin, olağanüstü hal ilan ederek Çeçenistan'ın başkenti Grozni'ye asker gönderdi. Bu askerlerin Grozni havaalanında Devlet Başkanı Dudayev'e bağlı askerler tarafından engellenmesi üzerine, Rusya Parlamentosu olağanüstü hali kaldırdı ve Rus askerleri 3 gün sonra geri döndü.
Ruslar Komünist Bloktan kopan diğer ülkelerin bağımsızlıklarını onaylarken Kafkas Halklarına bağımsızlıklarını vermemek için her yola başvurdular. Bunda iki önemli etkenin payı oldu. Birincisi; Kafkasya çok zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahipti. İkincisi; Kafkas dağlarında özgürlük ninnileriyle büyümüş yiğitlerin Komünist baskı kalkar kalkmaz aç ve iştahlı bir şekilde İslama sarılmaları olmuştu.

7 Kasım 1991`e gelindiğinde Rusya Federasyonu Devlet Başkanı alkolik Boris Yeltsin, Çeçenistan`da 9 Kasım`dan itibaren geçerli olmak üzere olağanüstü hal ilan etti ve başkent Grozni`ye Rus birliklerini sevk etti. Dudayev`in de seferberlik ilan etmesi ve Rus askerlerini engellemesi neticesinde, Rusya Federasyonu`nda gerçekleştirilen bir üst düzey toplantı ile üç gün sonra olağanüstü hal kaldırıldı ve Rus askerleri tekrar geri döndü.

Bu şekilde Rusya`nın Kafkas Halklarının bağımsızlığını bir türlü hazmetmemesinden kaynaklanan restleşmeler devam etti. Ta ki 11 Ağustos 1994 Cumhurbaşkanı Dudayev, Rusya`ya karşı genel seferberlik ilan etti. Böylece başlayan Çeçen Rus savaşı 1995 Haziranında Şamil Basayev`in bir hastaneye baskın yapıp binin üzerinde Rus`u esir almasına kadar devam etti. Basayev esirleri masaya koz olarak sürünce burnu sürtülen Ruslar masaya oturmaya mecbur kaldılar. Bu ilk savaşı bitirecek anlaşmaların ilki 30 Temmuz 1995`de yapıldı. 5 Ocak 1997`ye gelindiğinde ise Rusya`ya ait son birlikler Çeçenistan`dan çekilmişti.


Ancak Kafirler Allah`a verdikleri söze vefa göstermemişlerdi ki, kullara verdikleri sözü tutsunlar. İlk fırsatta Kafkasyanın bağrından yükselen tertemiz İslami uyanışı boğmak ve zengin kaynaklarını gasp etmek için anlaşmalarını bozdular. Eylül 1999`da Rusya'nın çeşitli bölgelerinde ve Dağıstan'da meydana gelen esrarengiz bombalama olaylarında 250 kişinin ölümünden Çeçenleri sorumlu tutarak askeri harekata başladılar. Ne var ki, daha sonra patlamaların Rus gizli haber alma örgütü FSB yani KGB tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı.1 Ekim 1999 Rus birlikleri tekrar Çeçenistan topraklarına girmeye başladı. Bu istila üzerine Çeçen Mücahidler Birinci cihada olduğu gibi şehirleri boşaltarak Gerilla Mücadelesine başladılar. O gün bugündür şanlı Çeçen Cihadı devam etmektedir. Liderlerini, komutanlarını, genç yiğitlerini feda eden Kafkas Halkları Cihaddan el etek çekmiş değillerdir. Allah u Teala onların ve yeryüzünde adını yüceltmek, özgürlüklerine kavuşmak için cehd eden bütün mücahidlerin yar ve yardımcısı olsun.