doğruhaber / tarihte bugün / 3 ocak
3 OCAK
3 Ocak Dünyanın güneşe en yakın olduğu gün. Dünya Güneşe bugün 147 milyon kilometre yakın..
GÜNÜN AYETİ
‘Allah`a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa`ya verilenlere ve peygamberlere Rableri katından verilenlere iman ettik. Sadece Allah`a boyun eğmiş kişiler olarak peygamberlerden hiçbiri arasında fark gözetmeyiz` deyin” (Bakara suresi 136. ayetin meali)
GÜNÜN HADİSİ
“ Yolcu kıyafetleri içinde gelen Cebrail (as); “Bana imandan haber ver!”dedi. Resulullah (sav) buyurdu: “İman; Allah`a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe, kadere, hayrın ve şerrin O`ndan olduğuna inanmandır.” (Müslim)
GÜNÜN SÖZÜ
“Herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek.” (Bediüzzaman)
TARİHTE BUGÜN
1490: Ebu`s Suud Efendi olarak bilinen Mehmed Ebussuud El- İmadi, Çorum'un İskilip ilçesinde doğdu. 30 yıla yakın bir zaman Osmanlı`da Şeyhülislamlık yapan Ebu`s Suud`un verdiği fetvalar “hep sultanları korumaya yönelik fetvalar olmuştur” denilerek fetvaları çokça tartışılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman`a Kanuni lakabını veren kanunların mimarıdır.
1521: Martin Luther, Roma Katolik Kilisesi tarafından aforoz edildi (2)
1889: Nietzsche akli dengesini yitirdi. (3)
1917: Ardahan Arap Camii'nde 373 Müslüman, Ermeni çeteciler tarafından camiyle birlikte yakıldı.
1920: Türkiye, Ermenistan'la barış anlaşması yaptı.
1922: Mersin Fransız işgalinden kurtuldu.
1925: İtalya'da Benito Mussolini, bütün yetkileri elinde topladı. Asrın en büyük diktatörlerinden biri olan Mussolini, eline aldığı yetkileri kullanarak İnsanlık Tarihinin en büyük ve kanlı savaşlarından biri olan 2. Dünya savaşında hem ülkesini hem tüm Avrupa`yı karanlık günlere sürükleyenlerden biri oldu.
1945: TBMM, Japon Devleti ile ilişkileri kesmeye karar verdi.
1957 : Bütçe komisyonunda liselere de din dersi konulması istendi.
1961: Ordu Yardımlaşma Kurumu kısa adıyla OYAK kuruluş kanunu kabul edildi.
1961: Bağımsız bir Kürt devleti kurmak istemekle suçlanan 49 kişinin yargılanmasına Ankara'da başlandı. ‘Kırk dokuzlar davası` adıyla bilinen dava sonucunda 40 aydın değişik bölgelere sürüldü. Söz konusu kişiler 17 Aralık 1959`da tutuklanmışlardı. Dava birkaç kez karara bağlanıp bozulmuş bu şekilde 10 yıla yakın devam etmişti. Aslında ilk başta davada yargılananlar 50 kişiydi. Lakin İstanbul Merkez Kumandanlığı`nın Harbiye`deki binasında tutuklu bulunan sanıklardan bir üniversite öğrencisi hücresinde ölü bulununca, toplam sanık sayısı kırk dokuza düştü. Bundan sonra da bu davada yargılananlara “Kırkdokuzlar”, olaya “Kırkdokuzlar Olayı”, davaya da “Kırkdokuzlar Davası” denilmeye başlandı. Sonradan aralarına biri tutuklu iki sanık daha katılıp yargılanan sayısı elli bire yükselmiş olsa da dava “Kırkdokuzlar” olarak anılmaya devam etti.
1962: Papa XXIII. Ioannes, Fidel Castro'yu aforoz etti. Aforoz, bilindiği gibi Musevilikte ve Hıristiyanlıkta dine karşı suç işleyenlerin dinden, topluluktan ve cemaatten kovulmasıdır. Aforoz edilen kişi topluluktan ve sosyal haklarından mahrum edilirdi.
1979: 42 milyonluk Türkiye'de, sadece 4 milyon kişinin vergi ödediği açıklandı.
1983: Diyarbakır'da 7 katlı, 28 daireli bir apartman çöktü. Enkazdan 83 ceset çıkarıldı. Diyarbakır'ın Şehitlik Caddesi'nde yapımı altı ay önce tamamlanan bir apartman sabaha karşı çöktü. İlk anda altı kişinin cesedine ulaşıldı. Ancak bir hafta süren enkaz kaldırma çalışmaları sırasında ulaşılan cesetlerle can kaybı 83'e yükseldi. Apartmanın eksik demir ve beton kullanımı nedeniyle çöktüğü belirlenirken, müteahhidi yakalanarak tutuklandı.
1991: Türkiye genelinde yüz binlerce işçi 1 günlük işe gitmeme eylemi yaptı. DGM eylem hakkında soruşturma başlattı.
2002: Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan kadınların pantolon giyebilmelerine olanak tanındı. Streç ve kot gibi pantolonlar yasak olmaya devam etse de kadın memurlar 7 Aralık 2001'de pantolon giyebilmek için ülke genelinde eylemler yapmıştı. Onları yaptıkları tek bir eylem netice verdi de onlarca yıllardır üvey evlat muamelesi gören Başörtülüler hala özlük haklarına kavuşabilmiş değiller.
2005: Türk Tarih Kurumu, Şubat ayında açıklanacağını bildirdiği Latife Hanım'ın yazışmalarını, tartışmalar üzerine açıklamaktan vazgeçti. Ne hikmetse Atatürk`ün -dostları da dâhil- kendisiyle münasebeti olan herkese tarihi bir kıskaç vurulmaktadır. Sanki bilinen ve anlatıla gelenlerin zıddı bir gerçek varmış da saklanmak isteniyor gibi. Öyle ki, tüm ülkelerde devlet geleneği gereği gizli arşivler periyodik aralıklarla açıklanırken Türkiye`de bir asra yakındır yakın tarihe dair bilgiler korkunç bir sansüre tabi tutuluyor. Bu da akıllara ister istemez; “Acaba, yakın tarihimiz bize anlatılanların aksine çok mu kara deliklerle dolu. Yoksa niye bu kadar tutucu bir sansüre tabi tutulsun ki?” sorularını getiriyor.
2009:İsrail ordusu Gazze Şeridi'ne yönelik kara harekâtına başladı. (4)
MERCEK
3 OCAK
(1) Jeanne D'Arc' Kimdir?
3 Ocak 1431: Jeanne d'Arc, Piskopos Pierre Cauchon'a teslim edildi.
Jeanne D'Arc'
Yüzyıl Savaşlarında Fransa İngiltere karşısında ağır darbeler almış ve çok kötü bir duruma düşmüştür. Bu sıralarda Jeanne D'arc adında 12-13 yaşlarında bir kız çocuğu ortaya çıkar. –Haşa- Allah ile konuştuğunu söyleyen bu kız çocuğunun Hıristiyan azizlerinin ruhları ile önsezi yoluyla iletişime geçtiği de söylenir. Tanrının ondan Fransayı kurtarmasını istediği söylentileri Fransızlar arasında dilden dile dolaşır.
Jeanne D`arc savaşlarda Fransız ordusuna katılmış ve İngilizlere karşı savaşmış, savaşlarda erkek kılığına girip askerler arasında ve halkın içinde cepheden cepheye gezmiştir. İngilizler karşısında ağır bir hezimet içinde olan Fransa Kralı hem ordunun hem halkın manevi atmosferini canlı tutmak için bu kızı kullanmış, sapık iddialarının yayılmasını sağlamıştır. Nitekim Jeanne D'arc`ın yalanları Fransızların bazı şehirleri geri almasında etkili de olmuştur.
Jeanne D'arc bir şehir kuşatması sırasında yakalanarak İngilizlere satıldı. Engizisyon hâkim yardımcısı Jean Lemaitre tarafından da desteklenen Piskopos Canchon`a 3 Ocak 1431`de teslim edildi. Jeanne D`arc`ı dine karşı gelmekle ve büyücülükle suçladı. Engizisyon Mahkemesi Rouen Kalesinde gizli olarak yapıldı. 30 mayıs 1431`de Rouen şehrinin Vieux-Marchè Meydanında diri diri yakılarak öldürüldü. Fransa Kralı VIII. Charles, tacını borçlu olduğu Jeanne D`arc`ı kurtarmak için hiçbir çaba göstermediyse de iki ay sonra Jeanne D`arc`ın öldürülmesi üzerine soruşturma açtırdı. Muhakemede yüz on beş şahit dinlendi. Nihayet 1456`da Jeanne D'arc temize çıkarıldı. 1920 senesinde de kilise tarafından azizler mertebesine yükseltildi.
Ölümünden beş yüzyıl sonra azize ilan edilen Jeanne D'arc`ın ölmeden önce ve öldükten sonra adını korumak için görülmüş tüm mahkeme kayıtları bugün Fransa Millî Kütüphanesi'nde saklanmaktadır. Yaşadığı tarihteki diğer kişiler ile kıyaslandığında, hakkında en çok şey bilinen kişilerden biri olup bugün Fransa'nın en önemli azizelerinden ve kutsal ikonlarındandır.
(2) Martin Luther
3 Ocak 1521: Martin Luther, Roma Katolik Kilisesi tarafından aforoz edildi
Martin Luther Alman keşiş, teolog, üniversite profesörü, Protestanlığın fikir babası ve Lüterciliği yayan kişidir.
Almanya'nın Eisleben şehrinde doğan Martin Luther, Erfurt Üniversitesi'nde okudu. Ailesine yaptığı bir ziyaret dönüşü, Erfurt yolunda yıldırım çarpma tehlikesiyle karşılaşıp da ölümü hissedince keşiş olmaya karar verdi. 21 yaşındayken Aziz Augustin tarikatına bağlı bir manastıra girip ilahiyat eğitimine başladı ve aynı yıl rahip oldu. Ertesi sene Wittenberg Üniversitesi'nde doktorasını tamamlayarak ders vermeye başladı. O günlerde, Roma'nın görevlendirdiği bir Dominiken keşişi olan Johann Tetzel, Wittenberg civarında endüljans satıyordu.
Endüljans, Orta Çağ Avrupa`sında bir tür günah çıkarma ve ölümden sonra cennete gitmek için Papa'nın sattığı af belgesi olup Kilisenin halktan para alarak cennetten toprak satmasıdır.
Luther, manastırdaki günlerinden beri sorguladığı endüljans uygulamasına karşı bir eleştiri yazdı. "Endüljansın Kuvvetine Dair Tezler" başlıklı, 95 maddeden oluşan bu metni 31 Ekim 1517 günü piskoposlara gönderdi. Sonuçta bu tezler Almanya'da ve komşu ülkelerde Luther'in kendisinin de beklemediği bir hızla yayılınca sadece endüljans satışlarında bir düşüş yaşanmakla kalmadı, bu olay bütün Reformasyon hareketinin başlangıcı oldu.
İlk olarak 1518 yılında Roma'da Luther'in fikirlerine karşı bir papalık davası açıldı. Bu engizisyon davasında Luther gıyabında yargılandı. Papa her ne kadar aforoz ettiyse de o, afaroznameyi halk arasında yaktı. İmparator Maximillian onu heretik yani dinden çıkmış bir sapkın ilan etti. Bu arada Lüterciliğe de kısaca değinmek gerekirse;
Luthercilik ya da Lutheranizm, Martin Luther'in öğretisini temel alan bir Hıristiyan mezhebidir. Protestan Reform Hareketinin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Lutheranizm, kıta Avrupasında Almanya başta olmak üzere, özellikle Kuzey Avrupa ve İskandinav ülkelerinde yandaş bulmuştur.
Kalvinist Reform kiliselerinden farklı olarak kiliselerinde resim ve heykel bulundurur. Ancak azizlere ve Meryem Ana'ya dua etmek gibi İncil'de dayanağı bulunmayan uygulamaları diğer Protestan kiliseleri ile birlikte yasaklar.
(3) Friedrich Wilhelm Nietzsche
3 Ocak 1889: Nietzsche akli dengesini yitirdi.
Yaratılış, İnsanın amacı, Allah`ın varlığı… gibi konular başta olmak üzere insanın alakadar olduğu, münasebetinin bulunduğu her alanda kendi aklına güvenip dayanmak, kendi aklıyla doğruyu bulmaya çalışmak, kendi aklıyla olayların nedenlerini açıklamaya çalışmak, sebepleri ortaya çıkarma gayretinde olmak, eşyanın adını koymaya kalkmak, ne, ne içindir, niyedir, nerdedir, nedendir, nasıldır gibi soruların doğru cevaplarını bulmak… tüm bunları da sadece akılla yapmaya kalkmak insanlığı sapıklık batağına çekecek ve o batakta amansız acılar içinde boğacaktır.
İşte sadece akla dayanan, maddeyi esas alıp maneviyatı inkâr edenlerden biridir Friedrich Wilhelm Nietzsche. Ne yazık ki, beşeriyetin yüz karası fikirleriyle sadece kendi dönem ve mekânlarını değil, asırlarca değişik coğrafyaları da karanlığa sürüklemiştir O ve Onun gibileri. Belki ağır bulan izleyicilerimiz eminiz ki, birazdan bize hak verir olacaklardır. Bunun için Onu biraz tanımak ve fikirlerinden bazılarını alıntılamak yetecektir.
Nietzsche,15 Ekim 1844`de doğdu, 25 Ağustos 1900`de öldü. "Güç İstenci", "Üst insan", "Bengi dönüş" gibi kendine özgün fikirlerle tanınan varoluşçu Alman filozoftur.
Önce inancını kaybeden Nietzsche`nin tam bir alkolik olduğunu ve sık sık kavga ettiğini biliyoruz. Çevresindeki her şeyle, herkesle hep bir çatışma içinde olan Nietzsche`nin inancını kaybetmesinde David Strauss'un Life of Jesus kitabının etkili olduğu kaynaklarda geçer. Yine kaynaklar onun inancını kaybetmesi üzerine annesinin çok öfkelendiğini de belirtir.
Hayatı ‘gel git`lerle süren Nietzsche, okumakta olduğu Bonn Üniversitesi'nden ayrılır ve arkadaşı Friedrich Wilhelm Ritschl'in peşinden Leipzig Üniversitesi'ne gider. Ölümüne sebep olan frengi hastalığını da yine bu dönemde bir zinahaneden kaptığı söylenir.
Nietzsche`ye göre Tanrı ölmüştür ve insanlar Dünya'da yapayalnız kalmışlardır. Bu yüzden insanlar Tanrı'dan bekledikleri umut ve istekleri bir kenara bırakıp kendilerini Dünya'ya adamalılar. Böylelikle düşünce ile yaşam arasında bağ kurulması daha kolay olur.
Nietzsche`nin “Üst İnsan” ve “Güç İstenci” felsefesi tüm ilahi öğretilere taban taban zıttır. Zira o, “Üst İnsan” derken toplum içinde zayıf, özürlü ve hastalıklı fertlerin yok edilmesini savunur. Ona göre toplum, içindeki aciz ve zayıflardan kurtulursa ortaya mükemmel ve sağlık fertler çıkacaktır. Şu sözler aynen ona aittir:
“Zayıf ve hasta yapılı olanlar yok olmalıdırlar. Bu, bizim insan sevgimizin ilk kuralıdır. Onlara bu konuda yardım edilmelidir. Bir günahtan daha zararlı ne olabilir? Zayıf ve hasta yapılı olanlar için bir anlayış: "Hristiyanlık!"
Hıristiyanlık derken kastı aslında dindir. Yine şöyle demiştir;
“Haydi haydi, ey üst insanlar! Ancak şimdi insan, geleceğin doğum sancısındadır. Tanrı öldü, şimdi dileriz ki üst insan yaşasın
Ey üst insanlar, içten adamlar, açık kalpliler; güvensiz olun! Derinliklerinizi gizli tutun; çünkü bugün halk tabakasının günüdür.”
Güç İstenci derken de insanın hep sınırsız bir güç elde etmek için çalışması gerektiğini iddia eder. İnsanın varlık sebebi ona göre bu olmalıdır.
Din, ahlak, çağdaş kültür, felsefe ve bilim gibi konularda eleştiriler yazmış olan Nietzsche kendisini "Filozoflar içinde ilk psikolog" olarak tanımlar. Psikanaliz'de kullanılan "Bilinç Altı" (id) kavramından ilk kez bahseden kişi olmuş ve bu yönüyle sapıkça fikirlere sahip olan Sigmund Freud`u ve Psikanaliz'i etkilemiştir.
Nietzsche`nin fikirlerinden etkilenen bir kişi de Adolf Hitler`dir. Hitler bilindiği gibi Üstün Irk anlayışına ve Sınırsız bir Güç kazanma hevesine sahipti. Hitler Üstün Irk anlayışıyla Almanlar dışındaki kavimleri yok etmeye çalışmakla kalmamış, Alman asıllı olup kör, sakat, zayıf, güçsüz, hasta kişileri de öldürtmüştü. Bu şekilde Alman ırkı içinde ki sakat fertlerden arınacak ve mükemmel bir soy ortaya çıkacaktı. İşte Hitlerin bu anlayışı Nietzsche`nin “Üst İnsan” felsefesine, Afrika`dan Rusya`ya, Avrupa`ya kadar çok geniş bir harita üzerinde işgaller yapması da “Güç İstenci” felsefesine dayanmaktaydı. Daha sade bir dille Nietzsche, Hitlerin pratikte yaptıklarının fikir mimarıydı diyebiliriz.
Allah u Teala`ya daha olmadık ithamlarla hakaret eden bu zavallı filozof nihayet girdiği çıkmazların getirisi olarak 3 Ocak 1889`da kelimenin tam anlamıyla çıldırıp aklını kaybeder.
(4) Furkan Savaşı
3 Ocak 2009:İsrail ordusu Gazze Şeridi'ne yönelik kara harekâtına başladı
Siyonist işgal devletinin 27 Aralık 2008'de başlattığı ve 22 gün süren insanlık dışı saldırısı yakın tarihe geçen en büyük vakalardan biridir.
İnsanlık Gazze saldırısında Siyonist vahşetin gerçek kimliğini bir kez daha gördü.
Siyonist işgalin 2008`in son günlerinde başlattığı Gazze'ye yönelik saldırısında intikam planı birinci derecede rol oynamıştır. Çünkü bu bölgedeki direniş, işgalcileri 2005 yılında çekilmeye mecbur bırakmıştı. İşgalciler Filistinlilerden gasp ettikleri arazilerin üzerine, özellikle de sahil bölgelere inşa ettikleri lüks villalarını, yazlıklarını kendi elleriyle yıkıp çekilmek ve o toprakları asıl sahiplerine bırakmak zorunda kalmışlardı. Ama bu onların içine oturmuştu ve Gazze'ye yönelik bir intikam planları vardı. Bunun yanı sıra 2006 seçimlerinde Gazze ahalisi % 80'e yakın bir oranla Filistin İslâmî Direniş Hareketi'ne destek vermesine fena halde kızmışlardı ve bu yüzden zaten ambargo yoluyla Gazze halkını cezalandırıyorlardı. Ama ambargo cezalandırmasını yeterli görmeyerek bir de yıkım ve katliam yoluyla cezalandırma planı yaptılar.
İşgalci Siyonistlerin sözcülüğünü yapan medya organları kamuoyunu yanıltmak ve gerçekleri ters yüz etmek amacıyla saldırıların Hamas'ın ateşkesin uzatılmasını kabul etmemesi sebebiyle düzenlendiğini iddia ettiler. Böyle bir iddianın doğru olması da işgalcilerin yüzlerce çocuğu okul çıkışında hedef alıp katletmesine gerekçe olamazdı. Gerçekte ateşkesin uzatılmasına razı olmayan taraf işgal yönetimiydi. Üstelik ateşkes pazarlıkları sürerken saldırı düzenlemeyeceği garantisi verdiği halde saldırı gerçekleştirdi. Böyle bir taktiğe başvurmasının amacı ise hedefteki insanları tedbirsiz yakalamak ve böylece ilk saldırıda çok sayıda insanı katletmekti.
İşgalciler ilk saldırılarını çocukların öğle paydosuna çıktığı saatte başlattı ve havadan attıkları füzelerle özellikle okul çıkışlarını hedef aldılar. Bir önemli hedef de Polis Akademisi'nin mezuniyet töreniydi. Buraların hedef alınmasının amacı ise ilk saldırıda çok sayıda insanı katletmek suretiyle ahalinin ciddi sarsıntı geçirmesine sebep olmak ve toparlanmasına fırsat vermeden arka arkaya düzenlenecek saldırılarla onu teslim olmaya zorlamaktı.
Siyonistlerin bu saldırılarının amacı, 2005'te kendi villalarını ve evlerini elleriyle yıkarak terk etmek zorunda kaldıkları Gazze'yi yeniden işgal etmek, Îslâmî direnişin burada oluşturduğu yönetimi dağıtmak, yönetimde görev alanların tümünü ve Hamas'ın ileri gelenlerini esir almak, bölgenin yönetimini de işbirlikçilere teslim etmekti. Bütün bu hedeflerini hava saldırısını başlatmalarının hemen ardından dünya kamuoyuna açıklamaktan çekinmediler. Onun için önce peş peşe hava saldırılarıyla bölge ahalisini sarsıntıya uğratmak, sonra da toparlanmalarına fırsat vermeden kara operasyonu düzenleyerek işgal planını tamamlamak istiyorlardı.
BU planın başarılı olması için bir hafta sürekli hava saldırıları düzenlediler. Saldırılarında çok sayıda insanı katletmek ve büyük çapta yıkıma sebep olmak amacıyla özellikle insanların kalabalık halde bulunduğu yerleri hedef aldılar. Camilerin, okulların, BM tarafından güvenli sığınak yerleri ilan edilen binaların hedef alınması bu amaç içindi. Bir haftalık hava saldırılarıyla gerçekleştirilen katliam ve yıkımdan sonra ahalinin yeterince sarsıntıya uğratıldığı ve artık kara saldırısı karşısında direnç gösteremeyerek teslim olmak zorunda kalacağı tahmin edilerek 3 Ocak 2009`da kara operasyonu başlatıldı. Fakat işgalcilerin tahmin ettiği olmadı ve güçlü bir direnişle karşı karşıya geldiler. Direnişçiler karada önemli hazırlıklar yapmışlardı ve saldırganları daha önce tanımadıkları ilginç taktiklerle karşıladılar. Bu yüzden işgal güçleri ciddi kayıplar verdi ve fazla ilerleme cesareti gösteremediler.
Kara saldırısında tıkanan ve ilerleme kaydedemeyen işgalci Siyonist bu kez yine intikam hesaplarını devreye soktu ve Gazze halkının üzerine beyaz fosfor bombaları yağdırmaya başladı. Öyle ki o bombaların atıldığı sıralarda çekilen fotoğraflar sanki bölgeye kar yağıyormuş izlenimi veriyordu. Oysa Gazze'de her taraftan kuşatmaya alınan ve işgalcilerin vahşi saldırılarına maruz kalan Gazzeli Müslümanların üzerine yağan şey beyaz kar değil kullanımı bütün uluslararası anlaşmalarda yasaklanmış kimyasal silahlardan olan beyaz fosfordu. Bu silahın kullanılması çok sayıda çocuğun bedeninde yanıklar oluşmasına, hamile kadınların zarar görmesi sebebiyle sakat doğumlar yapmalarına ve birçok kişinin kalıcı sakatlıklara maruz kalmasına sebep oldu. İşgalci Siyonistin saldırısında beyaz fosfor bombaları kullandığı daha sonra BM Heyeti tarafından hazırlanan Goldstone Raporu'nda belgeleriyle ispat edildi.
İşgalci Siyonist sergilediği bütün vahşete rağmen amacına ulaşamadan direniş karşısında yenilgiyi kabul etmek ve 22 günlük saldırıdan sonra savaşı durdurmak zorunda kaldı.
Bu savaş aynı zamanda Filistin Başbakanı İsmail Heniyye'nin ifade ettiği gibi bir Furkan savaşıydı. Çünkü bu savaşta gerek medyada gerekse siyasi alanda bazıları el altından temin ettikleri birtakım menfaatler karşılığında işgalci vahşetin yanında yer alma arsızlığını gösterdiler. Hakkın ve haklının yanında yer alanlar ise bütün zorlukları göze alarak Filistin halkının onurlu mücadelesine ve direnişine açık yüreklilikle destek verdiler. Dolayısıyla savaş sadece Gazze'ye münhasır bir savaştan ibaret kalmayıp hakkın ve batılın yanında yer alanların ayrışma çizgisi rolü oynadı.
İşgal Edemedi Ama Kuşatmaya Devam Ediyor
İşgalci Siyonist Gazze saldırısında amacına ulaşamadı ve direniş önemli bir zafer kazandı. Ama Gazze üzerindeki vahşi kuşatma ve ambargo devam ediyor. Bunun sebebi ise devrilinceye kadar Mısır'daki çağdaş Firavun rejimi başta olmak üzere İslâm âleminde birçok yönetimin Siyonist saldırgana destek vererek ambargonun uygulanmasına yardımcı olmasıydı. Filistin direnişi içerden onurlu bir mücadele verdi.
22 günde İsrail saldırıları sonucu çoğu sivil bin 500'den fazla Filistinli hayatını kaybetti. Savaştan sonra BM tarafından görevlendirilen bir ekip tarafından hazırlanan Goldstone Raporu da İsrail katil devletinin savaş suçu işlediğini kaydetti.