doğruhaber / tarihte bugün 2 Ocak
GÜNÜN AYETİ
“Ey İman Edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığı zaman, Allah'ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma suresi 9 ve 10. Ayetlerin meali)
GÜNÜN HADİSİ
İbn-i Abbas'ın azadlığı Kureyb Ümmü Seleme`den rivayet etti ki;
“Bu iki gün (yani Cumartesi ve Pazar günü) müşriklerin haftalık bayram günleridir. Böyle yapıp onlara muhalefet etmek istiyorum” (Müsned-i Ahmed, Nesai)
GÜNÜN SÖZÜ
“Ulu Allah beldeler içinde Mekke`yi, Aylar içinde Ramazanı, Günler içinde Cumayı ve Geceler içinde Kadir Gecesi`ni üstün kılmıştır.” (Kâb-ul Ahbâr)
TARİHTE BUGÜN / 2 OCAK
1903: ABD'nin Missouri eyaletinde, siyah bir kadının postaneye yaptığı iş başvurusunun, siyah olduğu için reddedilmesi üzerine postane, Başkan Roosevelt'in emriyle kapatıldı.
1905: Rus-Japon Savaşı'nda, Çin'deki Rus üssü Port Arthur, Amiral Heihaçiro Togo komutasındaki Japon deniz kuvvetlerine teslim oldu. Rus İmparatorluğu'nu çöküşe götüren ve 1905 Devrimi'nin kapısını açan yenilgiler dizisi başladı.
1924: İstanbul İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan gazetecilerin duruşması karara bağlandı. Gazeteciler ve İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey, Hıyanet-i Vataniye Kanunu'na aykırı davranmakla suçlanıyorlardı. Gazeteciler beraat ederken Lütfi Fikri Bey 5 yıl kürek hapsine mahkûm oldu. (1)
1924: Cuma günü hafta tatili olarak kabul edildi. Ancak 27 Mayıs 1935 tarihinde bu kanun değiştirilerek Hafta tatili Cuma günü olmaktan çıkarılıp Pazara alınmıştır. İlerleyen tarihlerde Hıristiyanların pazarını tatil yapanlar, Yahudilerin gönlü kalmasın diye Cumartesini de tatil olarak ilan etmişlerdir.
1944 Karne ile çay dağıtımına başlandı. Halka iki aylık istihkak olarak 20 gram çay verildiği kaydedildi.
1951: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin yeni üyeliklerine Türkiye, Hollanda ve Brezilya seçildi.
1979: Türk ve Amerikan arkeologların beş yıl süren ortak çalışmalarıyla dünyanın ilk İslam batığı Ege Denizi'nde bulundu.
1980: Komutanların Hükümete bir uyarı mektubu verdiği ileri sürüldü ancak mektubu kimse sahiplenmedi. Aynı gün dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanlarının 27 Aralık 1979'da kendisine verdikleri ve siyasi partilerin liderlerini uyaran mektubu açıkladı. Korutürk, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit ile görüştü.
1987: Cumhurbaşkanı Evren, 'kızların, başörtüyle okullara giremeyeceğini' söyledi.
1991: Gönenli Mehmet Efendi'nin vefat etti.
1993: Türk Askeri Somali'de: Türk Silahlı Kuvvetleri, BM'nin çağrısı üzerine 43 yıl aradan sonra ikinci kez yabancı bir ülkenin topraklarına ayakbastı. Somali`deki Amerikan işgaline BM üzerinden Türkiye bu operasyonla ortak edildi.
2001: Yunanistan Avrupa Para Birliği'ne 12'nci üye ülke olarak katıldı.
2002: 2000 yılı genel nüfus sayımı sonuçları açıklandı. Türkiye`nin sayım tarihindeki nüfusu 67 milyon 844 bin 903 kişi.
2002: Türk Medeni Kanunu ile Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun yürürlüğe girdi. Koca, ''evin reisliği''ni kaybetti. Evlilik birliğinin yönetiminde kadın ve erkeğe eşit söz hakkı tanındı. (4)
2002: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, HADEP`İN kapatılması ve AKP'ye ihtar verilmesiyle ilgili taleplerinin "öncelikle ve ivedilikle" ele alınarak sonuçlandırılması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.
2003: Kopenhag kriterlere ile anayasaya uyum çerçevesinde bazı yasalarda değişiklik öngören tasarı TBMM'de kabul edildi. Yasaya göre, siyasi partilerin kapatılması davalarında 5/3 çoğunluk aranacak. İşkence ve kötü muamele suçlarından verilen cezalar para cezasına çevrilemeyecek. Anayasa Mahkemesi, siyasi partinin devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verebilecek. Cemaat vakıfları mülk edinebilecek. Gazeteciler haber kaynaklarını açıklamaya zorlanamayacak.
2005: Eski DSP Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit, Türkiye'de Müslümanlığın giderek gerilediğini belirterek, “AB'ye gireceğiz derken din elden gidiyor” dedi. Kendince AKP döneminde “Din elden gidiyor” sloganı ile belden aşağı vurmak istiyor. Daha önce İslami Kesimlere atfedilerek sindirme teşebbüslerine payanda olan bu sloganı kullanan Rahşan eşi Bülent Ecevit`in ne amansız bir din karşıtı olduğunu unutmuş ve “Din elden gidiyor” sloganını atmıştır.
2007 : Bulgaristan ve Romanya, resmen AB üyesi oldular.
2012 : Çeşitli Temaslarda Bulunmak Üzere Türkiye'ye Gelen Filistin Hükümeti Başbakanı İsmail Heniyye, Başbakan Erdoğan İle Görüştü… Ardından Da Mavi Marmara Gemisi`ni Ziyaret Etti.
İsmail Heniye, Gazze'ye İnsani Yardım Götürürken Terör Devleti İsrail'in Saldırısına Uğrayan Mavi Marmara Gemisi'nde Düzenlediği basın Toplantısında Mavi Marmara Şehitleri Sayesinde Ambargoyu Kırdıklarını Belirtti.
2012 : Çeşitli Temaslarda Bulunmak Üzere Türkiye'ye Gelen Filistin Hükümeti Başbakanı İsmail Heniyye, Başbakan Erdoğan İle Görüştü… Ardından Da Mavi Marmara Gemisi`ni Ziyaret Etti.
İsmail Heniye, Gazze'ye İnsani Yardım Götürürken Terör Devleti İsrail'in Saldırısına Uğrayan Mavi Marmara Gemisi'nde Düzenlediğibasın Toplantısında Mavi Marmara Şehitleri Sayesinde Ambargoyu Kırdıklarını Belirtti.
2012 : Gaziantep`te Eğitim Öğretim Sezonu Başladığı Günden Bu Yana Yaşanan Hak İhlallerine Bir Yenisi Daha Eklendi.
Bir Anne Başörtülü Kızını Derslere Almayan Okul Yönetimini Şikâyet Etmek İçin Gitti Polis Merkezinde Gözaltına Alındı.
Yaklaşık 7 Saat Güven Polis Merkezinde Gözaltında Tutulan Anne Güllü Çevik, Savcılıktaki Sorgusunun Ardından Serbest Bırakıldı.
Sivil Toplum Kuruluşları Olaya Sert Tepki Gösterdi.
Kontrolünden Geçirilen Emekli Orgeneral Başbuğ, Daha Sonra Sivil Araçla, Konvoy Eşliğinde Silivri Cezaevine Götürüldü.
MERCEK / 2 OCAK
(1) İstiklal Mahkemeleri
2 Ocak 1924: İstanbul İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan gazetecilerin duruşması karara bağlandı. Gazeteciler ve İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey, Hıyanet-i Vataniye Kanunu'na aykırı davranmakla suçlanıyorlardı. Gazeteciler beraat ederken Lütfi Fikri Bey 5 yıl kürek hapsine mahkûm oldu.
1923`ten sonra yönetim, çağdaş uygarlık düzeyine çıkmayı hedefledi. Bunu gerçekleştirebilmek için toplumun ve devletin önünü tıkayan kurumlar ve engeller bir bir ortadan kaldırılmalıydı. Yönetimi ele alanların nazarında “Çağdaşlık ve Batılılaşma” hedef olarak ortaya çıkınca buna ters düşen ve bunu yavaşlatıcı her şey tasfiye edilmeliydi. Bu bakımdan meydana gelebilecek olumsuzluklar ve incinmeler, hatta halkın genelinin hoşnutsuzluğu da önemli değildi. Zira devrimler yapıldıktan sonra nasıl olsa bunu kabul edeceklerdi.
Mustafa Kemal, Hilafette geçmişle ve İslamlıkla bir bağ görmekte ve bu bağı koparmakta kararlı idi.
Cumhuriyet ilan edilince Abdülmecid`in istifa edeceği söylentileri üzerine, İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey ve Hüseyin Cahid Yalçın gibi yazarlar basında Hilafetin Türkler için önemli bir manevi güç olduğu yönünde yazılar yayınladılar. Bunun yanında İstiklal Harbinde ön safta mücadele veren Rauf Bey, Kazım Karabekir, Ali Fuat, Refet Paşalar ve Adnan Adıvar gibi bazı siyasî ve toplumsal açıdan itibarlı kişiler Abdülmecid`i ziyaret ettiler.
Lütfi Fikri Bey`in 10 Kasım`da yayınlanan ve tepkilere sebep olan yazısı Halifenin istifasının Türkiye ve İslam âlemini ilgilendiren taraflarından bahsediyordu. Burada hedef Ankara hükümeti idi ve Mustafa Kemal Paşa bundan etkilendi.
Akşam Gazetesi başyazarı Necmeddin Sadık Bey, Hilafetin aleyhinde yazılar yayınlayarak polemiğe girdi. Lütfü Fikri Bey, Necmeddin Sadık Bey`e verdiği cevapta millî hâkimiyetin Cumhuriyet olmadan da mümkün olabileceğini ve Cumhuriyetin de buna denk olmadığını savunarak, Hilafetin Türklerde kalmasının önemi üzerinde durdu. Türkiye`nin Hilafet sayesinde dünyada nüfuzunun geliştiği, Cumhuriyeti kuralım derken Hilafetin feda edilmesinin yanlış olduğunu, Hilafet kalktığı taktirde Türkiye`nin önemsiz bir devlet olacağı yönünde düşüncelerini açıkladı.
Bu gelişmeler yaşanırken Londra`da bulunan Ağa Han ve Seyyid Emir Ali, İngiltere İslam Cemiyeti adına Başvekil İsmet Paşa`ya Hilafetin korunması ve güçlendirilmesi yönünde yazdığı mektupta şu görüşlere de yer verdi:
“...Halife-İmam, Ehl-i Sünnet`in vahdetini temsil eder. Halife`nin Türk Milleti`nden bir fert olması, Türk Devleti`nin mümessilleri ahfadından bulunması, milel-i İslamiye arasında Türklüğe mübeccel bir mevki bahşeder.”
“Bu, ondört asırdan beri Ehl-i Sünnet arasında bir esas olarak telakki edilmiştir.”
Mektup aynı zamanda basına da gönderilip 5 Aralık 1923`te İstanbul gazetelerinde yayınlandı.
Bu, Ankara`da kızgınlığa sebep oldu. İstiklal Mahkemesi İstanbul`a gönderilip Tanin, İkdam ve Tevhid-i Efkar gazetelerinin sorumluları Hıyanet-i Vataniye Kanununa göre tutuklandılar.
Lütfü Fikri Bey 15 Aralık1923`te tutuklandı ve 19 Aralık`ta duruşması başladı.
18 Aralık`ta, Tanin`de Hindistan Müslümanları adına Hindistan Hilafet Komitesi`nden Cumhurbaşkanına gelen ve yayınlanan mektupta Hilafetin İslam toplumları için önemi üzerinde duruluyordu.
Basın, İstiklal Mahkemesi`nin İstanbul`a gönderilmesini, yayınlanan Ağa Han ve Emir Ali`nin mektuplarına bağlamakta ve bunun olağanüstü bir şey olmadığı yolunda yayın yapmaktaydı.
İstanbul İstiklal Mahkemesi “Hilafete, siyasî ve dünyevî bir güç vermek ve bu yolla Saltanatın geri getirilmesini sağlamak ve Cumhuriyeti devirmek” gerekçesiyle duruşmayı başlattı.
Savcının iddiasına göre, Ağa Han ve Emir Ali tarafından İnönü`ye yazılan mektubun gazetelerde yayınlanması kışkırtıcı bir yayın olarak görülüyordu. Tutuklanan gazetecilerden Tanin Gazetesi Sahibi ve Müdürü Hüseyin Cahid, İkdam Gazetesi Sahibi Ahmet Cevdet ve Tevhit-i Efkar Gazetesi Sahibi Velit ve Müdürü Muhittin Beylerin, Hiyanet-i Vataniye Kanununun 1. Maddesine göre yargılanmalarını istedi.
Savcı, Tanin ve Akşam gazetelerinde yayınlanan Hilafetle alakalı yazıların Hıyanet-i Vataniye Kanunu`na göre suç olduğunu iddia etti.
Muhalefeti seslendiren odaklar, bu şekilde tasfiye edildikten sonra sorun daha pürüzsüz şekilde çözülebilecek kıvama gelmişti. İstanbul İstiklal Mahkemesi, Hilafetin kaldırılmasına muhalefet edenlerin bir ayağı olan basını bu şekilde bastırmış, bir avuç zümrenin istediğini yapma yönünde önünü daha bir açmıştı.
(2) Çekoslovakya Bölündü
2 Ocak 1993: Çekoslovakya'nın varlığı sona erdi. Çekler ve Slovaklar birbirlerinden ayrıldılar.
Çek ve Slovaklar I. Dünya Savaşı öncesinde Avusturya Macaristan İmparatorluğu egemenliği altındaydı. Bağımsızlık peşindeki Çekler ve Slovaklar I. Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletlerinin zafer kazanmaları durumunda Çekoslovakya`nın bağımsız olacağını vaatlerine icabet ederek savaşa silahlı destek vermişlerdir. Farklı ülkelerdeki Çek ve Slovak gönüllülerin, serbest bırakılan savaş esirlerinin ve sürgündeki aydın ve politikacıların katılmasıyla giderek büyüyen bir silahlı kuvvet oluşturulur. Bu çabalar sonuç verecek ve 1918 yılında Çekoslovakya bağımsız olacaktır.
1. Dünya Savaşı`ndan sonra birleşen Çekler ve Slovaklar, Çekoslovakya`yı kurmuşlar ve 1993 yılında Çekoslovakya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye bölünmüştü
Çekoslovakya dönemindeki sanayi altyapısının çoğunun Çeklerin tarafında olmasından dolayı Çekler sağlıklı bir büyüme ve gelişme gösterirken Slovaklar bugün oldukça kötü şartlardadır. Bu durumun daha iyi tahlil edilebilmesi için şu farazi kıyas yapılabilir. Türkiye`de sanayi başta olmak üzere bir asırdır tüm yatırımların ülkenin batısına yapıldığı malumdur. Bugün doğu ve batıda iki ayrı devlet kurulacak olsa Batı tarafında fevkalade gelişmiş ve refah düzeyi yüksek bir devlet, doğuda ise şehirlerinin alt yapısı bile tam olmayan gelir düzeyi Afrika ülkelerinden biraz iyi iki ayrı devlet olacak. Çekler ve Slovakların ayrılığı da aynı şekilde bir sonuç vermiştir. Tabi bu ayrılık, en uzun tekerlemeyi unutturma gibi bir sonuç da verecektir. Nitekim birçoğumuzun çocukluk yıllarında en uzun tekerleme olarak telaffuz ettiğimiz
ÇEKOSLAVAKYALILAŞTIRAMADIKLARIMIZDANMISINIZ” tekerlemesi unutulup gidecek. Çünkü artık Çekoslovakya yok yerine Çek Cumhuriyeti ev Slovakya adında iki ayrı devlet var..
3) Gönenli Mehmet Efendi
2 Ocak 1991: Gönenli Mehmet Efendi'nin vefatı
Gönenli Mehmet Efendi, 1903 yılında Balıkesir'in Gönen ilçesinde dünyaya gelmiştir İlk öğrenimini tamamladıktan sonra 1920'li yıllarda İstanbul'a gelen Gönenli Hoca Fatih Camii ders-i âmlarından Serezli Ahmet Şükrü Efendi'den ders almıştır Kıraat ilmini de aynı hocada okuyarak 1925 yılında icazet aldı
Mecburi askerliğini İstanbul`da yaptıktan sonra ayrılmayıp hizmetine burada devam etti.
İstanbul'da sırasıyla Hacı Bayram Kaftani, Dülgerzade, Hacı Hasan, Sultan Ahmet Cami`lerinde imamlık yaptı.
Gönenli Mehmed Efendi, Türkiye`nin uzun yıllar Reisül Kurra'sıydı Reisül Kurra, yani Kur'anı yedi kıraat ve on rivayet üzerine okuyan, icazet almış hafızların duayeni, eğitimi sürdüren en tecrübeli Üstad demektir.
Okumak için Anadolu'dan gelen fakir ve kimsesiz öğrencilerin İstanbul'da yerleştikleri ve destek buldukları ilk kapı Gönenli Mehmed Efendi'nin kapısı olmuştu
İstanbul'un hemen hemen her semtindeki camii ve kurslarda okuyan öğrencilerin ekmeklerini yiyecek, içecek ve giysilerini Gönenli Mehmed Efendi temin eder ve talebelerin ceplerine harçlıklarını koyarak öğrenim masraflarını karşılardı
O öyle bir hocaydı ki talebelerin kirlenmiş giysilerini yıkanmak üzere evine getiriyordu Eşi de talebelerin kirli giysilerini o dönemki şartlar yüzünden elde yıkamak zorunda kalıyordu
Hakk'ın rızasının halka hizmet etmekle kazanılacağına inanan Gönenli Mehmed Efendi, insanları ferahlatan üslubuyla büyük kitleleri camiilere çekmeyi başarmıştır İnsanların kendisine gelmesini beklemez, o onların mekânına giderdi
Sayısı haftada altmışı geçen vaazlarıyla Kur'anı okumak, okutmak, yaşamak ve yaşatmak için beldeden beldeye koşan Gönenli Mehmed Efendi Kur'an meclislerinin en önemli simasıydı
Eğitime, özellikle anneliğin sorumluluğunu da düşünerek hanımların eğitimine büyük önem verirdi 90 yaşında, iki koluna girilerek güçlükle yürürken bile eşi kendisine: "Artık sohbet vermek için camii camii dolaşıp yorulmasanız" dediğinde şu cevabı vermiştir: "Belki cemaatime söylemeyip unuttuğum bir şey kalmıştır "
Rivayetlere göre, Bediüzzaman Said Nursi`nin hakkında " Kahraman Mehmetçik " dediği Gönenli Mehmed Efendi bereketli ve verimli bir ömür sürmüş, 2 Ocak 1991 Çarşamba günü Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Halka hizmeti Hakk`a hizmet telakki eden tüm âlim ve fadıl şahsiyetlerde olduğu gibi onun da cenazesi dört bir yandan gelen on binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşmiştir. Allah Ondan razı olsun.
(4) Türk Medeni Kanunu
2 Ocak 2002: Türk Medeni Kanunu ile Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun yürürlüğe girdi. Koca, ''evin reisliği''ni kaybetti. Evlilik birliğinin yönetiminde kadın ve erkeğe eşit söz hakkı tanındı.
İlgili kanun İKİNCİ KİTAP`ta AİLE HUKUKU`nu düzenleyen bölümde şöyle karara bağlanmıştır;
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
EVLİLİĞİN GENEL HÜKÜMLERİ
MADDE 186.- Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. Birliği eşler beraberce yönetirler.
Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar.
MADDE 188.- Eşlerden her biri, ortak yaşamın devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil eder.
MADDE 192.- Eşlerden her biri, meslek veya iş seçiminde diğerinin iznini almak zorunda değildir. Ancak, meslek ve iş seçiminde ve bunların yürütülmesinde evlilik birliğinin huzur ve yararı göz önünde tutulur.
Allah u Teâlâ Nisa suresi 34. Ayetin mealinde “Erkekler, kadınlar üzerine idareci ve hâkimdirler…“ buyurmaktadır. Ayette geçen “qavvâmûne” kelimesi lügat olarak, “yönetici, müdür, nezaret eden, koruyan” gibi anlamlara gelir..
Tarih boyunca insanlığın kazandığı tecrübelerden biri, toplu yaşamın olduğu her alanda bireyler arasından birilerinin sözü dinlenir olması gerektiğidir. Birilerinin iş yaptıran makamda olması gerekir. aksi takdirde her bir birey kendi isteği doğrultusunda dayatmalara gidecek bu da kaos ve kargaşa ortamını getirecektir. Bireylerin işlerini tek bir elde toplama ve hakkaniyet ölçüleri içinde evirip çevirme gerçeği görmezden gelindiğinde sıkıntılar, sorunlar, buhranlar başlar. Bir ülkede birden fazla parti olabilir ama birden fazla hükümet olması düşünülebilir mi? Bir köyde bile iki muhtar yok.
Allah u Teâlâ insan psikolojinin tüm sırlarına vakıftır. Çünkü insanı O yaratmıştır.
O, Âlim ismiyle toplumu en küçük birimi olan aileden ta devlet dediğimiz çatı kurumuna kadar neyi huzurlu kılacağını, neyin adalet getireceğini, neyin buhranların ve sosyal ayrıkların önüne geçeceğini en iyi bilendir. Aile içinde sözü geçen bir merci ve aile işlerinin merkezi bir iradenin olması gerektiğini Allah takdir etmiş ve bu iradenin Baba`da yani ailenin erkeğinde olmasına O karar vermiştir.
Kendi devletlerinde iki başbakan`ı, iki hükümeti, iki meclisi… bölücülük olarak kabul edenler, aile devletinde ikilik yaparak toplumun en küçük yapı taşı aile kurumunu dinamitlemiş olmuyor mu? Kadına eşitlik vermek adalet değil yine kadına zulümdür. Zira tüm eşitlikler eşyayı tabiatından kopardığı için zulüm değil midir?