Bizi İslam ile şereflendiren, gece ile gündüzün rabbine hamd olsun. Mahlûkatın en şereflisi, en faziletlisi, en ekremi, âlemlere rahmet olarak gönderilen, muttakilerin imamı, mücahitlerin lideri Hazreti Muhammed aleyhissalatu vesselama da selam olsun.
" Allah müminlerin mallarını ve canlarını karşılığında kendilerine cenneti vermek üzere satın aldı. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, bu yolda kimi zaman öldürürler ve kimi zaman da öldürülürler. Bu, Allah`ın üzerine borç aldığı ve hem Tevrat`ta, hem İncil`de, hem de Kuran'da yer verdiği bir sözdür. Allah`tan daha çok sözünde duran kim olabilir ki? O halde yaptığınız bu alışverişe sevininiz. İşte büyük kurtuluş, büyük başarı budur." (Tevbe: 111)
Allah Teâlâ'nın her mümine sattığı öyle karlı bir biat ve öyle ağır basan bir kefedir ki, yeryüzünde bu biate katılmayan hiçbir mümin yoktur... Demek ki, Allah'ın insanlara lutfettiği sağlık, mal-mülk, kabiliyet gibi nimetler, insana bir emanet veya bir borç olarak verilmiştir. Bunlara karşılık onların canları bir teminat olarak alınmıştır. Her günah, bu teminatı tehlikeye sokan bir risktir. Satın alma ifadesinden anlaşılıyor ki, insanın -yalnız malı değil- kendisi de Allah'ın mülküdür. Onu O yaratmıştır. İnsanın maddî ve manevî donanımlarını kendisine emanet olarak vermiş, zamanı gelince emanete riayet edip etmedikleri hususunda onları sorguya alacaktır. Canı, malı Allah'a satmak, Onun adına hareket etmek, onun namına alıp-vermek, iş yapmak anlamına gelir. Bu emanete hakkıyla riayet etmeyenlerin canı Allah'ın elinde rehindir.
Risale-i nurda ayetin tefsiri olarak; Nefis ve malını cenabı hakka satmak ve ona abd (kul) olmak ve asker olmak ne kadar karlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsili hikâyeciği dinle:
Bir zaman bir padişah, riayetinden ( halktan) iki adama, her birisine emaneten birer çiftlik verirki; içinde fabrika, makine, at, silah, gibi her şey var. Fakat fırtınalı bir muharebe (savaş) zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz. Ya mahvolur veya tebeddül (değişim) eder gider. Padişah, o iki nefere kemal-i merhametinden (tam bir merhametle) bir yaver-i ekremini (en yakın ve en şerefli memur) gönderdi. Gayet merhametli bir ferman ile onlara diyiyordu;
Elinizde olan emanetimi bana satınız. Ta, sizin için muhafaza edeyim. Beyhude(boş yere) zayi olmasın. Hem, muharebe bittikten sonra size daha güzel bir suretle iade edeceğim. Hem, güya o emanet malınızdır; pek büyük fiyat size vereceğim. Hem, o makine ve fabrikadaki aletler, benim namımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek. Hem fiyatı, hem ücretleri, birden bine yükselecek. Bütün o karı size vereceğim. Hem de siz, aciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masraflarını tedarik edemezsiniz. Bütün masrafları ve lazım olan araç, gereçleri ben üzerime alırım. Bütün varidatı (gelirleri) ve menfaati size vereceğim hem de, terhisat (serbest bırakılma) zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş mertebe kar içinde kar. Eğer bana satmazsanız, zaten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor. Herkes gibi elinizden çıkacaktır. Hem faydasız gidecek, hem o yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız. Hem o nazik kıymettar aletler, mizanlar, kullanılacak şahane madenler ve işler bulmadığından, bütün bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhafaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak. Hem emanete hıyanet cezasını göreceksiniz. İşte zarar içinde zarar. Bana satmak ise, bana asker olup benim namımla tasarruf etmek demektir. Adi bir esir ve başıbozuğa bedel, Ali (yüce) bir padişahın has, serbest bir yaver-i askeri olursunuz. Onlar, şu fermanı dinledikten sonra, aklı başında olanı dedi: "Başüstüne ben memnuniyetle satarım, hem bin teşekkür ederim." Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, bencil, ayyaş, güya ebedi o çiftlikte kalacak gibi, dünya zelzelelerinden, dağdağalarından haberi yok. Dedi: " Yok! Padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam." Biraz zaman sonra birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki, herkes haline gıpta ederdi. Padişahın lütfuna mazhar olmuş, has sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri öyle bir hale griftar olmuş ki; hem herkes ona acıyor, hem de müstahak diyor. Çünkü hatasının neticesi olarak, hem saadeti ve mülkü gitmiş hem ceza ve azap çekiyor. İşte ey nefsi Pür heves! (çok istekli nefis) şu misalin dürbünü ile hakikatin yüzüne bak. Amma o padişah ise, ezel-ebed sultanı olan Rabbin, Halıkındır. Ve o çiftlikler, makineler, aletler, mizanlar ise, senin daire-i hayatın(hayat alanı) içindeki sahip olduğun şeylerdir. Ve o sahip olduğun şeyler içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahiri ve Bâtıni hisselerindir. Ve o yaver-i Ekrem ise, resulü kerimdir. Ve o ferman-ı ahkâm ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki, durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: " Madem her şey elimizden çıkacak, fani olup kaybolacak. Acaba Bakiye tebdil edip (ebedi hale dönüştürme) ibka(daimi kılma)etmek çaresi yok mu? " deyip düşünürken birden semavi, seda-yı kuran işitiliyor, der: " Evet var karlı bir suretle güzel ve rahat bir çaresi var."
" EMANETİ SAHİBİNE SATMAK VE CENNETE TALİP OLMAK."
Allah te ala'nın büyük bir lütuf gösterisi ile kullarını cihada ve ibadete daveti ve teklifi vardır. Bunun hakikati şudur ki, Allah insanlara can ve mal vermiş ve onlarda muvakkat bir tasarruf ve faydalanmaya da izin vermiştir. Böylece kullar kendi şahıslarında ve mallarında geçici bir hürriyet ve mülkiyet hakkı ile yine muvakkat bir tasarruf ve faydalanmaya maliktirler. Fakat kullar bunları sırf kendileri ve kendi rıza ve ihtiyaçları adına sarf edecek olursa, Allah'ın ihsanı olan nimetleri, kendileri gibi fani olan maksatlar uğruna tüketmiş olacaklar ve ondan hiçbir kar ve menfaat elde edemeyecekler. Ecelleri geldiğinde her şeyden mahrum olarak, büsbütün hüsran azabı ile karşı karşıya kalacaklardır. Hâlbuki Allah'ın ihsanı olan can ve malı, kendileri için ve kendi mülkleri olarak değil de, hürriyetlerini ve tasarruf haklarını çok iyi kullanarak gönül rızasıyla Allah'a teslim ve Allah için ve Allah'ın emrine, Allah'ın yoluna sarf ederlerse Allah onları heder etmeyecek ve kendilerini cennet ile sevaplandırarak ebedi nimetlere erdirecektir. Yani fani olan lezzetlerin, Allah için feda edilmesine karşılık ebedi olan hayır ve menfaatler elde edilecek, Fani hayat yerine baki hayat kaim olacaktır. Bir mümin Allah yolunda savaşa katılır, can verir ve o yolda malını infak ederse, bu yaptığı iş boşa gitmeyecek, ahirette ona karşılık Allah'tan cennet alacak ve başkalarının sıkıntısından uzak olarak sırf nimetler ile dolu olan ebedi mutluluk içinde yaşayacaktır. İşte böyle düzenlenmiş olan bu dünya ile ahiret, bu fani ile o ebedi ve baki aynı anda bir yerde bir araya gelemeyeceğinden, bu fani hayatı o baki hayatla değiştirme işini Allah, kulunun tercihine terk etmiştir. Yoksa gerçekte kulun malı'da, canı'da, ona karşılık verilen cennet de hepsi Allah'ın mülküdür. Aslında Allah Teâlâ, kendi mülkünü, yine kendi mülkü ile değiştirecektir. Ancak bu değiştirme işlemi, cebri olmayıp yine de kulun rıza ve tercihine bağlamış olduğundan, Allah Teâlâ bu sözleşmenin şerefini kullarına bağışlamıştır.
Üstad Seyyid Kutup fizilal-il kuran tefsirinde ayet ile alakalı olarak şunları aktarıyor;
" Müthiş bir ayet bu... Bu ayet müminleri Allaha bağlayan alakaların gerçek yönünü ve Müslüman olarak Allah'a verdikleri biatin hakiki vechesini açıklıyor. Kim bu biatı verdikten sonra o'nun muhtevasına riayet ederse o, gerçek manada bir mümindir. Ve ona "mümin" vasfını vermek uygun düşer. Çünkü onda imanın hakikati temessül etmektedir. Aksi takdirde imanın şahısta tahakkuk edip etmediğini, araştırmak gerekecektir. Bu biatın mahiyeti, Allah Teâlâ'nın bize fazlu keremi ile belirttiği gibi, Hak Teâlâ müminlerin mallarını ve kendilerini zat-ı ilahisi için satın almıştır. Böylece müminler her şeylerini Allaha vermişlerdir. Artık müminin Allah yolunda herhangi bir şeyini esirgeyeceği söz konusu değildir... Aslında almak veya vermek müminin iradesi dışında cereyan etmektedir. Bu böyle bir satın almadır. Alış veriş bitmiştir. Bundan sonra satın alan zat dilediği gibi tasarruf edebilir. Satılan kimse için söz hakkı yoktur. Sadece çizilen plana uygun olarak yolda yürümek, sağa-sola bakmadan, hangisini seçeceğim demeden, münakaşa ve mücadeleye dalmadan yürümek düşer ona... Her emre: başımla gözüm üstüne, diyerek itaat etmek düşer. Kendisine bütün bunların bir karşılığı vardır... CENNET... Gidilecek yol ise Cihad yolu, ölmek veya öldürülmek yolu... Netice... Ya zafer... Ya şehadet. Kim bu şartları kabul ederek kendisini satarsa... Kim bu alışverişe razı olup el sıkışırsa... Kim bu bedeli beğenip icaplarını yerine getirirse... İşte o mümindir. Müminler onlardır ki kendilerini Allah yolunda satmışlardır. Bu alışverişe karşılık koymakta Allah'ın bir fazlu keremidir. Yoksa canlarını da, mallarını da veren o değil mi? Sen yardım et bize Allah'ım... Bu akid ve sözleşme çok zor... Şu yeryüzünün doğusunda, batısında kendilerinin "Müslüman" olduklarını sanan insan yığınları... Oturmuşlar... Yeryüzünde Allah'ın uluhiyetini hakim kılmak için, cihad nedir bilmiyorlar... Kulların hayatına musallat olmuş bulunan ve Allah'ın hakkını gasp etmiş olan putları yıkmak için çalışmıyorlar... Ölmüyorlar... Öldürmüyorlar... Birbirlerini kırmaları, cihadla ilgisi olmayan ölümlerdir. Sen yardım et bize Allah'ım...
Abdullah bin Revaha'nın Resulünü tasdik ettiği gibi bizde biatımızı belirtiyoruz; Şu an senin rızan için İslam davasını hayatının her alanında yaşamaya ve yaşatmaya çalışanlar olarak biatimizi yenileyip ve diyiyoruz ki: Ne azaltırız, nede vazgeçeriz, biz bu yolda ölürüz. Sevinin, sevinmelisiniz... Kendinizi ve malınızı Allah'a adadığınız için sevinmelisiniz. Ölümden korkmayan bir ümmet'in önünde kim durabilir ki?
Allah'ım bize hakkı hak olarak göster ve hakka uymayı nasip et, batılı da batıl olarak göster ve batıldan uzaklaşmayı bize nasip et. Davamızın sonu Allah'a hamd etmektir.
Orhan Yılmaz / Diyarbakır – Yaş: 24