Şırnak'ın Cizre İlçesi`nde üç kişinin ölümüne neden olan saldırının arkasındaki "karanlık eli" ararken asıl failleri gözden kaçırmayalım. PKK-Hizbullah ya da HDP-Hüda-Par çatışması yaratmak isteyen veya iki taraf arasındaki gerginliği büyütmek isteyen üçüncü bir gücün varlığı elbette doğrudur; Van'daki 6-8 Ekim olayları sırasında kameralara takılan görüntüler, bir polis panzerinin araçları nasıl ateşe sürdüğünü net olarak gösteriyordu. Güvenlik bürokrasisinde etkili olan Cemaat'in, çözüm sürecini akamete uğratacak her türlü girişimin içinde olmasından daha tabii bir şey olamaz.
Fakat 6-8 Ekim olaylarında olduğu gibi Cizre'deki olaylarda da asıl fail "karanlık" bir el değil, PKK ve HDP'ye bağlı gençlik çeteleridir. Cizre'deki olaylar ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır; PKK'nın Güneydoğu'yu tek tipleştirme yaklaşımı sona erene kadar, bu tür şiddet olayları kaçınılmaz olarak yaşanacaktır.
Çözüm sürecini koruma hassasiyetiyle Cizre olayında da tuhaf dış bağlantı iddiaları ve komplo teorileri ileri sürülmektedir. "Hizbullah'ın uyuyan hücrelerinin İran tarafından aktive edildiği" savunulmaktadır. Bence Cizre gibi olaylar için ne karanlık bir ele, ne dış bir güce ihtiyaç vardır; PKK ve HDP'ye bağlı gençlik çetelerinden daha büyük provokatör ve karanlık el zaten yok. 6-8 Ekim olaylarında da yine muhafazakâr Kürtleri hedef aldılar; onlarca insanı canavarca hislerle öldürdüler; Cizre'de de keza aynı şekilde bir mahalleyi bastılar. 66 yaşındaki birini öldürdüler, hamile bir kadın ise dört çocuğuyla birlikte yanmaktan son anda kurtuldu. Şimdi ithal provokatörler gelse, bu olaylara karışsa, PKK ve HDP'ye bağlı bu çetelerden daha kötü ne yapabilirler?
PKK, bir eliyle devlete zeytin dalı uzatırken diğer eliyle de kendi egemenlik sahasını sokak şiddetini kullanarak genişletmeye çalışmakta, kendisinden olmayan kesimlere karşı bir arındırma politikası izlemektedir. Bir yandan çözüm sürecini yürütürken, diğer yandan da otorite alanını tehdit eden kesimleri korkutarak göçe zorlamaktadır. Cizre'de Hüda-Par yanlılarının yaşadığı mahalleye bir gece yarısı baskını düzenlenmesinin sebebi, bu siyasi partinin "tehdit" olarak görülmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Ayrıca bu saldırının zamanlaması da manidardır; Cizre baskını, hükümetin bölgede HDP dışındaki siyasi aktörlerle görüşme turuna çıktığı haftanın hemen ardından gerçekleşti. Cizre'deki saldırı Kandil'in, bölgede başka siyasi aktörlere tahammülünün olmadığını yeterince açıkça göstermektedir.
PKK ve HDP, bölgedeki muhafazakâr Kürtleri uzun bir süredir hedefe koymuş durumda. Hüda-Par ve Hizbullah'a yakın Kürtler, "öncelikli düşman" kategorisinde; bu çevreye karşı her türlü şiddeti ve arındırma yöntemini meşru sayıyorlar. AK Parti'ye yakın muhafazakârlar ise düşman sıralamasında Hüda-Par'dan sonra geliyor. 6-8 Ekim olayları sırasında öncelikli hedef Hüda-Par binaları oldu, ikinci hedef ise AK Parti binaları. Üçüncü bir hedef ise diğer Kürt partileri. Bu partiler PKK korkusundan seslerini çıkaramadığı için şimdilik kısmen güvende. Ama siyasete soyundukları gün PKK'nın hedefi olmaktan kaçamayacaklardır.
İşin doğrusu şu ki; Kürt hareketinin (PKK'lı ve HDP'li aktörler) Güneydoğu'da başka siyasi bir güce, yapıya, kimliğe yaşam hakkı tanıması mümkün değil; kamuoyu baskısı ve mevcut siyasal sistemin sağladığı koruma olmasa PKK, kendine muhalif gördüğü parti ve vatandaşları çoktan bölgeden temizlemiş olurdu. Kürt hareketinin bu anti-demokratik ve otoriter karakteri, Güneydoğu'da siyasi alanın çoğulculaşmasına maalesef müsaade etmiyor.
Kürt siyasetinin toplum ve birey tasavvuru, vatandaş tanımı eski devletten bile daha geri durumda; resmi örgüt ideolojisini tüm Güneydoğu'ya benimsetmeye çalışıyorlar; benimsemeyenleri ise parça parça -güçleri yeterse- bölgeden sürmeye niyetliler. PKK, Güneydoğu'da kendi "makbul vatandaşını" yaratma peşinde; bir yandan demokratik çözüm sürecini işletiyor, diğer yandan da Kürt siyasal alanını hızla arındırmaya çalışıyor. Türkiye büyük barışını sağladığında elbette bu tek tipçi, otoriter siyasi anlayışın sonu gelecektir; ancak böyle diye PKK'nın bölgede geliştirdiği şiddete göz yumulamaz; devlet olmanın ilk şartı vatandaşın can güvenliğini ve siyasal özgürlüğünü sağlamaktır.