Turkiye Gazetesi - Melih Altınok
İmralı'ya düzenli olarak giden heyetler "pürüzlerin aşıldığı" yönünde mesajlar veriyor. Hükümetten de sürecin kararlılıkla devam ettirileceğine dair açıklamalar yapılıyor.
Son olarak da PKK, Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi'ni (YDG-H) uyardı. Hükümetin Çözüm Süreci'ndeki kırmızı çizgisi olan kamu güvenliği hassasiyetinin gözetilmesini istedi. Kandil'de 21-24 Aralık tarihlerinde yapılan toplantının ardından, eylemlerde yüz kapatma, kitlenin içerisinden provokasyon girişiminde bulunma, halkın malına ve canına zarar verme, halk otobüslerini yakma, her eylemde kepenk kapattırma eylemlerine son verildiği, bu eylemleri yapanların "ajan" olarak değerlendirileceği açıklandı.
7-8 Ekim'de ve sonrasındaki benzer eylemlerde, bu işi gerçekleştirenlere "çözümü sabote eden provokatörler" dediğimizde hem bazı HDP'liler hem de ilişiği medya aktörleri bizlere ateş püskürüyorlardı. Bakalım riyakâr çelişkileri bu kez nasıl gerekçelendirecekler.
Ama şimdilik kendilerini rahat bırakalım. Zira cevaplamaları gereken çok ama çok daha zor bir soru var önlerinde. Şöyle ki;
Bu açıklamanın üzerinden 24 saat bile geçmemişti ki, PKK'nın "ajanları" hepimiz uyurken Cizre'de sahneye çıktı. Şengal'den gelen 4 militanın cenazesi öncesi, epeyce erken sayılabilecek bir saatte, gecenin 3'ünde toplandılar. Ellerindeki uzun namlulu silahlarla, yoğun olarak muhafazakâr vatandaşların yaşadığı Nur Mahallesi'ndeki "işaretlenmiş" evleri kuşattılar. Militanlar mahallenin etrafına hendek kazıp bölgeye ambulans, itfaiye ve polisin girişini engellediler.
Bu yüzden militanların vurduğu 65 yaşındaki Hüda-Par Yöneticisi Abdullah Deniz sokak ortasında kan kaybından hayatını kaybetti. YDG-H'lilerin kundaklandığı bir evde çocuklarıyla birlikte mahsur kalan hamile kadını da vatandaşlar balyozlarla duvarları kırarak kurtardılar. Olaylarda YDG-H'li gruptan Yasin Özer hayatını kaybetti, yaralananlar da oldu. Yerel kaynakların ifadelerine göre güvenlik güçleri olaylara saatler sonra, ancak 11 civarında müdahale ettiler.
Ajan provokatör mü "tanırız iyi çocuklar" mı?
7-8 Ekim'de 50 vatandaşın hayatını kaybettiği Kobani Protestoları'nın çağrısını yapan HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da tıpkı Kandil'in açıklamasında olduğu gibi "birtakım provokatörlerden" bahsetmişti.
HDP'li Hatip Dicle de Hüda-Par yöneticileriyle görüşerek "kendileriyle diyaloğu kesmemelerini" istemiş ve YDG-H'nin söz konusu eylemlerinin "merkezin" iradesiyle olmadığını söylemişti.
Dün sabah erken saatlerde arayarak gelişmeleri aktaranlardan Hüda-Par GİK Üyesi Erdal Elibüyük de haklı olarak soruyor.
"Her örgütün içerisinde provokatörler olabilir. Madem Kandil de, HDP de bu kişileri provokatör olarak tanımlıyorlar. Öcalan 'Hüda-Parlılara saldırmayın' dedikten sonra dağdan uzun namlulu silahlarla inen profesyoneller üyelerimizi öldürüyorlar.
O hâlde, PKK, HDP ve bağlı grupları bu provokatörleri niçin sahipleniyorlar? Mahkeme önlerinde provokatör dedikleri kişiler için eylem yapıyorlar? Siyasi ve hukuki savunmalarını üstleniyorlar? Bu provokatörleri cezalandırmak şöyle dursun, cinayetlerini kamuoyu önünde niçin kınayamıyorlar? Bu PKK'nın yıllardır uyguladığı ikiyüzlü taktiklerden biri."
Provokasyon rutin değil istisnadır
Fevri çıkışlar ve tekil olaylar provokasyon olarak kabul edilebilir. Ancak günlerce süren sokak olaylarında binlerce kişinin mobilize edilmesinin, seri cinayetlerin ve bu işin siyasetteki-medyadaki "reklamının" merkezî iradeden bağımsız, kendiliğinden gelişmesi imkânsızdır. Kaldı ki, istisnai diye açıklanan olaylar devamlılık arz edecek şekilde yıllardır tekrarlanan bir pratiğe dönüşmüşse, bu artık provokasyon değil taktiktir.
TSK'nın operasyon gücünün vesayet odaklarının hakimiyetinden kurtarılıp olması gerektiği gibi Meclisin ve siyasi iktidarın emrine geçmesiyle PKK kırsaldaki savaşı eskisi gibi yürütemeyeceğini anladı. Artık "F-16'ların kalkması" örgüt için baş edilmesi güç, yakın ve gerçekleşebilir bir tehdit. Ayrıca iki yıldır devam eden Çözüm Süreci de, düz ovadan dağa yöneleni mahkûm edecek bir siyasallaşmayı sağladı.
Bu zorunluluk da silahın konforunu kaybetmek istemeyen Egemen Kürt siyasi hareketini düz ovayı (kenti) terörize etme stratejisine yöneltti. Böylece, bir taşla iki kuş vurulacak, sivillerin yaşadığı kameraların ışığı altındaki kentlerde teröre müdahale etmenin dağdakine göre daha zor olduğunu bilen mülki idarenin çözüm süreci hassasiyetiyle sağduyulu davranması, milliyetçi kamuoyuna "devletin acziyeti" diye pazarlanabilecekti.
Ancak dağda bile çuvala sığmayan silahlı siyaset mızrağı, kentte yalnızca devletin değil, örgütün çuvalına da daha zor sığıyor.
Çünkü içinde savaş mızrağı olan o çuvalları, hepimiz uyurken gece yarıları sırtlayıp sokağa savaşmaya çıkanlar, yakalanmaktan kaçamadıkları doğan günün ışığında poz veriyorlar.
Bakalım HDP yöneticileri gün ışığında çekilmiş bu son resimlere ne cevap verecekler? Peki ya, Kandil'in ajan dediği katillere bile hâlâ "bizim gençler" diyen twitter canlıları? Ya da Kürt sokağındaki maskeli katilleri, Gezi'nin çocuklarına örnek gösteren İstanbul'un loser solcuları?