05 EKİM 2014
Bugün bayram açık görüşü... Kitap çuvallarını önceden görüş yerine götürmem gerekiyor. Elle ağır çuvalları taşımak imkânsız. Koridor arabası istiyorum getiriyorlar ve ziyaret yerine götürüyorlar. Ne yazık ki ziyaretçilerim gelmiyor. Oysa geleceklerini söylemişti sevgili annem. Acaba?
Oysa kitap çuvalının içine sevgili anneme rahle boy hafız Osman hattı bir Kur`an hediye bırakmıştım. Annem Kur`an okumayı çok sever. Sevgili babama da yeni basılan eserimi (tercüme) hediye bırakmıştım.
Her aylık aramada koğuşa gelen askerler ve gardiyanlar odadaki kitaplarımı görünce şaşırıyorlar. Çok kere aynı soruyu soruyorlar: “Bu kadar kitabın hepsini okudun mu?” Çoğunu okuduğumu belirtiyorum. Birçok kitabımı da eve gönderdiğimi ekliyorum.
Zindanı Medrese-i Yusufiye`ye çevirebilmenin birinci şartı ve olmazsa olmazı bol bol kitap mütalaa etmekten geçtiğine inanıyorum. Okumak değil “mütalaa” tabi. Mütalaanın semantik kökeni Arapça`da “Tulu” dan geliyor. Arapça `da güneşin doğması, aydınlığın karanlığı dağıtması manasında kullanılıyor. Gazete okunur ama kitap mütalaa edilir. Yani tefekkür edilerek içinden okunur. Kalple, beyinle dille değil.
Kitapların mütalaası bendeniz için tıpkı yemek, içmek, uyumak gibi doğal bir ihtiyaç haline gelmiş. Bendenizle ilk defa birlikte kalmaya başlayan arkadaşlar şaşkınlıklarını gizlemiyor. Kitap okuyarak uykuya daldığımı, yemekte, avluda tur atarken, arkadaşlarla sohbet ederken hatta büyük koğuşlarda lavabo sırasında dahi kitap mütalaa ettiğimi gören zindanın eskilerinden bir arkadaşım: “Lavabo beklerken bile, fazlaca kitap okuyan, bir Xalo`yu gördüm, bir de seni” demişti
Bu alışkanlığım ilkokul birinci sınıftan beri devam ediyor. O yıllarda muhterem babam sevdirmişti okumayı bana. Dörtyol`da birçok gencin İslami bir şuur ve ahlak kazanmasında babamın gençlerle yaptığı ders ev sohbetlerinin büyük payı olmuştur. 80`li yıllarda sevgili babam, muhterem İsa Bagasi abiyle ve diğer muhterem Hizbullah Cemaati`nin kurucusu abilerle tanıştıktan sonra eve kitaplar almaya başlamıştı. Muhterem babam Dörtyol`daki yerli, Kürt, Arap, Türk göçmen gençleri evde toplar veya başka evlerde, İslami ders ve sohbetler yapardı. Derslerde bendeniz de yanlarına otururdum. En çok, Yoldaki İşaretler, Fizilali-l Kur`an, Risaleler, (Hasan el-Benna`nın) Tefhimu`l Kur`an`da Dört Terim, Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim, Cundullah gibi temel eserler vardı.
Evimizde de Tarihçe-i Hayat, Bilinmeyen Yönleriyle Bediüzzaman, İhya-ı Ulumiddin, Fizilal-il Kur`an, Risaleler, Mehmed Alagaş`ın, Yusuf Kerimoğlu`nun, Şeriati`nin, Mutahhari`nin eserleri ve daha bir çok eserler vardı.
Sevgili babam bendenizle ve abimle de özel ve ayrı bir ders yapıyordu. Mesela bizi teşvik etmek için “Tağut ne demektir? Komünizm veya milliyetçilik… Müslümanlık… Şeriat… Hizbullah, Hizbuşşeytan ne demektir?” Gibi sorular sorardı. Daha ilkokul yıllarında babam bize Seyid Kutub (r.a)`ın her biri ayrı bir kitapçık halindeki “Peygamberler Hayatı” isimli seri külliyatını almıştı. Tümünü neredeyse ezberlemiştim. Çocuklar için resimli de olduğu için cezbediciydi.
Misafir odasına girer, kimse rahatsız etmesin diye kapıyı kilitler, sonra saatlerce Bediüzzaman Hazretlerinin hayatını, İhya`yı, Marifetname`yi ezberlercesine okurdum. Odaya kimseyi sokmazdım. Yaşıtlarım dışarda oyun oynarken, çok sevdiğim kitapları mütalaa ederdim. Oyun oynamayı, yaramazlık yapmayı da ihmal etmezdim. Küçükken çok yaramazmışım. Akranlarıma kardeşlerime birer lakap takmayı da ihmal etmezdim. Kitap diyorduk… Zindandaki bir arkadaşım da, bir ara yarı espriyle bendenize “Bibliyomani” denen arşivleme ve vaktinin çoğunu kütüphanelerde geçirenlerin bir tür bağımlılık hastalığı olabileceğini söylemişti. Bu “hastalığımdan” hiç şikâyetçi değilim ancak her ilaçta bir yan etki olduğu gibi, ekmek ve su gibi bir ihtiyaç olarak gördüğüm, ruhumun, kalbimin, gönlümün ve aklımın gıdası olan kitap mütalaası ve aşkı yüzünden, zindanda birçok şeyden feragat etmek zorunda kaldım. Çok eziyetler çektim. Çok bedeller ödedim. Birçok sevgili dostumun odasından ayrılmak zorunda kaldım. Neden mi? Çünkü büyük, kalabalık koğuşlarda veya üç-dört-beş kişilik koğuşlarda kalırken, doğal olarak biri radyoyu açmıştır veya TV`den program izliyordur. Öbürleri de tur atıp sohbet ediyorlardır.
Oysa bendenizin kitap okurken sessiz bir ortama ihtiyacı var. TV, radyo, sohbet, Kur`an, Cevşen okuma sesi veyahut da zindanda yıllarca süren medrese dersleri esnasında bir kardeş diğer kardeşe Fıkıh dersi veya Nahiv vb. dersleri verirken, farkına varmadan benim kitap okumamı engellemiş oluyorlardı. Çocukluk yaşlarımda dahi seslerden izole olmak için bir odaya kapanıp öyle okurdum. Zindan ortamı da, sürekli yanımıza yeni birileri gelip, bazıları tahliye, sevk, oda değişikliği sebepleriyle ayrıldığından dolayı her yeni gelenin de bir ortama uyum süresi vs. olduğundan dolayı ve de medrese eğitim ihtiyacı olduğundan dolayı, doğal olarak odamızı sesten izole edemiyoruz. Arkadaşlarımın özgürlüğünü de kısıtlamamak için eziyet çekerek sabrediyorum. Sonra daha uygun, sessiz bir odaya veya bazen tekli odalara gidiyordum. Tabi bu da kökten çözüm olmayabiliyordu. Bir gün bakıyorsun bir kardeş yeni yakalanmış mecburen odamıza geliyor sohbete, teselliye ihtiyacı oluyor genelde. Dolayısıyla okuma programım yine bozuluyor.
Kitaplar bendeniz için en içli, samimi dostlar adeta okudukça bilgimin azlığını ve açlığımı fark ediyor. Her bir kitap ayrı bir dünya onlarla zindan duvarlarını aşıyorum. Beni tarih sayfalarına, ahirete, cennet, Rabbimin huzuruna, Resule Ekrem Aleyhisselatu Vesselam`ın yanı başına, hatalarımı ve gafletlerimi görmeye götürüyor.
Zindana yakinen tanımakla müşerref olduğum muhterem rehber, seyda ve abilerimizin, bu kutsi cemaati sıfırdan bugünkü muazzam hale getirirken muazzam bir ilim, akıl, ihlas, feraset ve takva ile donanmış olduklarını edep ve hayâ ve güzel ahlak timsali olduklarını görünce, kitapların mütalaasına olan ihtiyacım daha çok arttı. Onların odalarındaki el ürünü kitap raflarını dolduran birçok kaynak eser (Risale-i Nur Külliyatı, İhya, Fıkıh, Tefsir vb.) onların başucu kitaplarıydı. Bizlere de sürekli kitap okumayı ana meşgalemiz haline getirmemiz için, şefkatli bir baba gibi, abi gibi tavsiyeler ederlerdi.
Odamdaki yüzlerce kitabımdan dörtte birini eve gönderdim. Bugünkü iki büyük çuval da ziyaretçim gelmediği için, gardiyanlar o iki çuvalı depoya atıyorlar. Tekrar odama getirmek onlara ağır geliyor. Bir sonraki ziyarette de o kitapları aileme veremeyeceğim. Çünkü daha önce de babama hediye ettiğim kol saatimin paketini depodan istemiştim. Getireceklerini söylemişlerdi ama getirmemişlerdi. Ayrıca depocuyu mahkemeye verdiğim için cezaevinde aleyhimde bir propaganda başlatmış.
Kitaplarıma dünya malı gözüyle bakmıyorum. Paha biçilmez olarak görüyorum. Okuduğum kitapları ve hamd olsun yıllar önce tekmil ettiğim Arabi medrese kitaplarımı eve gönderiyorum. Taşımakta zorlanmamaları için parça parça göndermek zorundayım.
Osmanlıca ve Türkçe, üç tane Risale-i Nur Külliyatımı küçük Risaleler, sözlükleri, Arabi fıkıh, tefsir ve diğer başucu kitaplarımı göndermiyorum. İmam Rabbani`nin (r.a) Mektubat`ını, Şahe Geylani Hazretlerinin eserlerini, Dua ve evrad kitaplarını, Muhterem Seydam`ın ve sevgili Necat abinin hediye ettiği Kürtçe Diwan eserlerini, Kelhaamed dergilerini, Tuhefu`l Ukul`ü ve benzer bazı eserlerimi de göndermeyeceğim.
DEVAMI GELCEK
SELAMİ SEVİM KIRIKKALE F TİPİ KAPALI CEZAEVİ