Kadim Akademi ile Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Mardin Şubesi, “Barış konuşmaları, çözüm önerileri” paneli düzenledi. Çözüm sürecine yönelik görüş ve önerilerin masaya yatırıldığı panele HÜDA PAR Genel Sekreteri ve Parti Sözcüsü Mehmet Yavuz, Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, yazar Orhan Miroğlu, akademisyenler, STK temsilcileri ve bazı davetliler katıldı.
Panelde konuşan HÜDA PAR Genel Sekreteri Mehmet Yavuz, Kürtlerin hem Müslüman hem de Kürt oldukları için zulümlere maruz kaldıklarını belirterek, "Devlet, devşirdiği evlatlarıyla görüşüyor. Dolayısıyla PKK dışındaki aşiretlerin, cemaatlerin, cemiyetlerin çözüm masasında oturamamasının ana nedeni budur." dedi.
Açılış konuşmasıyla başlayan panel iki oturum şeklinde yapıldı. Panelin açılışında konuşan Kadim Akademi Başkanı Doç. Dr. İbrahim Özçoşar, Barış konuşmalarına başlarken gelinen noktada bütün bir Ortadoğu coğrafyasını doğrudan ilgilendiren bir probleme akademisyenlerin teorinin ötesinde somut katkı sunmasını amaçladıklarını söyledi.
Süreç dar bir alanda yürütülüyor
Özçoşar, “Bu paneli düzenlemekteki önemli bir sebepte barış sürecinin dar alanda yürütülen bir süreç olduğunu düşünmemizdi. Toplumun bütün katmanlarında barış sürecine katkı sunulacak zeminlerin hazırlanması ve herkesin bir şekilde bu sürece tayin edilmesi gerekiyor. Süreç sadece siyasi aktörlerin politik zeminleri yürütebileceği bir süreç değildir. Açıkçası siyasetin doğasındaki kayganlık hem Türk hem Kürt siyasetinin abartılı bir pragmatist yapıya sahip olması barış sürecinin sonuca ulaşmasındaki en önemli engellerden biri olarak duruyor önümüzde. Sürece katkı sunacak taraflar yerine süreci sürüncemede bırakan taraflar oluşmuş durumdadır. Ve gelinen noktada etrafında oturup makul ve mantıklı konuşulacak bir barış masasından çok ne zaman devrildi, ha devrildi ha devrilecek denilen bir barış masasından bahsediyoruz. Bu masanın devrileceğine dair kuruntu aslında süreç başladığından beri büyük umutların yanında tedirginliklerle birlikte yürüyordu. Ancak 6-8 Ekim olayları, bunu çok daha büyük bir korkuya dönüştürdüğü gibi aynı zamanda toplumsal anlamda rehabilite edilmemiz gerektiği gibisinden ilginç ve ilginç olduğu kadar da önemli bir sonuç ortaya çıkardı. Bu olaylar hemen yanı başımızdaki Irak ve Suriye’de yaşanan şiddet ile birlikte değerlendirildiğinde barışın ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. Aslında birbirimizi öldürebilme potansiyelimizi son yüz yılda birkaç kez tecrübe ettik. Bir tarihçi olarak son 100 yılda yaşanan olaylarda bilimsel ve akademik anlamda olmasa da kendi dünyamda hep boşluklar ve şüpheler yaşadım. Çok açık örnekler üzerinden gitmek gerekirse Ermeni olaylarında hep şüpheler vardı.” diye konuştu.
Çözüm sürecinin devamı her şeyden önemlidir
MÜSİAD Mardin Şubesi Başkanı Mehmet Ali Dündar ise, Çözüm sürecini tartışmak için burada toplandıklarını hatırlatarak, “Çözüm sürecinin bir sürü bileşeni var. Bu bileşenlerin en önemlisi de Kürt sorunu. Kürt sorununun çözümü için en önemli çatısının olduğunu düşünüyoruz. Şöyle ki, Türkiye Cumhuriyeti devletinde yaşanan sıkıntıların en büyüğü bize göre Kürt sorunudurve bu sorunun çözümü de Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilerlemesi açısından 21. Yüzyılın entegrasyonu açısından önemli bir katkı sunacaktır. Bugün ülkemizde yaşanan çözüm ve barış ikliminin devamı için neler yapılabilir. Bunun provokasyonlardan arındırılması için nasıl tedbirler alınır. Ancak bizim burada şunu net olarak ortaya koymamız lazım. Çözüm süreci bize göre konjonktürel bir süreç değildir. Çözüm sürecinin sürekliliği ve devamı her şeyden önemlidir. Mutlaka bu süreçte aksaklıklar, provokasyonlar olacaktır. Ancak biz Türkiye’de yaşayan haklar olarak ve hatta Türkiye dışında yaşayan ve Türkiye’yle bağlantılı özellikler Kürtler ve Türklerin etkisiyle bu sürecin bu kesintilerden çok az zarar görmesi için çalışmalar yapmamız gerekir diye düşünüyorum. Çünkü konjonktürel olmaması konusunu ben şu açıdan dile getirdim. Konjonktürel değildir diyoruz ancak yanıbaşımızda cereyan eden her türlü olaydan bu süreç etkilenmektedir.” dedi.
Vandalizm’in aşırı ölçüsünü ilk defa gördük
Kobani bahane edilerek yapılan eylemlere değinen Dündar sözlerini şöyle sürdürdü: “6-8 Ekim diye nitelendirdiğimiz o dönemki eylemlerde çözüm sürecine yönelik bir saldırı gibi algılanması ve kamuoyunun bir kesiminde bu sürecin bir sonucu olarak olayların ortaya çıkması algısının ortaya çıkması bu süreci biraz daha zayıflatmış gibi göründü. Kobani eylemlerinde bizim yaşadığımız iklim bize hiç yakışmayan bizleri bazı noktalarda umutsuzluğa iten bir olaylar zinciri olarak yaşandı. Şöyleki bu bölgede buradaki halkın birbirine bu şekilde zulüm etme noktasında getirilmesinin nedeni ve gerekçesini bir türlü algılamakta zorluk çektik. Bölge halkından ilk defa vandalizmin bu şekil aşırı bir ölçüsünü gördük. Bu bölgede ilk defa bu halkın birbirine hiçbir gerekçe göstermeden zarar verme eğilime oturtulduğunu ilk defa yağmayı, talanı ve hırsızlığı gördük. Bizim batı kamuoyuna anlatmakta zorlandığımız noktalardan biri de bu. Can kayıplarımızı biz sürekli yaşadık ki inşallah bu süreç bunların da sonunu getirecektir. Ancak bizlerin işyerlerini yağmalayıp pazarlarda satma noktasında gelmemize sebep olanların şiddetli bir şekilde kınaması gerektiğini düşünüyorum. Sokak eylemlerinin demokratik temelde yapılacağına hiç kimsenin karşı çıkacağını inanmıyoruz. Herkes mutlaka buna saygı gösterecektir. Ancak sokak eylemlerini başlatan insanların da sokağa çıkardığı insanların da yaptıklarından sorumlu olduklarına inanıyoruz. Her ne kadar provokatörlerin bu işe bulaştığı veya başka nedenlerin buna neden olduğunu dile getirse de. Biz bu işi fitilleyen, insanları sokağa, meydana çıkaran insanların sorumluluklarını kabul etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Buradan şu noktaya geliyoruz. Bu süreçte samimiyetin ne kadar önemli olduğunu görmemiz gerekiyor. Mutlaka sürecin devamına yönelik bir çizgi çizmelerini istiyoruz. İç siyasetlerini mutlaka yapacaklardır. Kendi kamuoyuna mesaj vereceklerdir biz buna karşı değiliz. Sivil toplum olarak bizler sürecin şov tarafı dışında gerçekten yaptıkları arasında samimi bir çizgi ve ortam yaratmalarını istiyoruz.”
Yavuz: Kürt halkının tüm İslami ve insani hakları elinden alınmıştır
Yapılan açılış konuşmaların ardından panelin ilk oturuma geçildi. HÜDA PAR Genel Sekreteri ve Parti Sözcüsü Mehmet Yavuz, katılımcıları selamladıktan sonra tarihte Kürt halkının maruz kaldıkları zulümlere değindi ve Kürt halkının hem Müslüman hem de Kürt oldukları için katmerli bir zulme maruz kaldıklarını ifade etti. Emperyalistlerin genelde İslam coğrafyasını özel ise Kürdistan coğrafyasını 4 parçaya ayırdığını belirten Yavuz, “Özelikle Türkiye Kürdistanı’nda Kürt halkının tüm İslami ve insani hakları elinden alınmıştır.” dedi.
Devlet bugün neyi çözmeyi çalışıyor?
Geçmişten bu güne kadar hiçbir şeyin değişmediğini ifade eden Yavuz, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde birkaç kelime Kürtçe konuşulduğu zaman ‘Sayın Milletvekili Kürtçe konuştu’ diye tutanaklara geçiyor mu? Hayır. Peki, nasıl geçiyor; ‘Anlaşılmayan bir dil.’ Tahkir edercesine, reddedercesine… Peki devlet bugün neyi çözmeyi çalışıyor? Devlet, kendisine benzetmeye çalıştığı Kürtlerin sorunlarını çözmeye çalışıyor.” diye konuştu.
Devlet, devşirdiği evlatlarıyla görüşüyor
Kürtleri İslam’dan uzaklaştırmak ve sisteme entegre etmek için projelerin ortaya konulduğunu ve bu projeye uygun isim olarak Yalçın Küçük’ün keşfedildiğini dile getiren Yavuz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Uygulanan projeler kapsamında Kürt solu ortaya çıktı ve öyle bir hale gelmediydi ki Kürt muhalefeti denilince akla Şeyh Said’i reddeden ve Mustafa Kemal’i kutsayan bir anlayış egemen olmalıydı. Bu solcu gençler ortaya çıkacak ve Kürt toplumu nezdinde saygın hale getirilecekti. Bu solcu Kürt gençleri sarık kontrolü yapacak ve sarıkları halkın gözü önünde yakacak, Arapça kitap bulunduranlar milletin gözü önünde cezalandıracaktı. Sarıkları yasaklayan devlete karşı çıkanların torunları sarıkları bizzat kendisi yakacak ve sırf sarıklı, sakallı olduğu için onları katledeceklerdi. Yine öyle bir nesil yetiştireceklerdi ki kılık kıyafet devrimi adı altında çağ dışı görünen, savaş açılan, el uzatılan tesettür ve çarşaf karşısında kinlenen ninelerin torunları çarşafa zincir vuracaklardı. Bizde bu proje başarıya ulaşan bir projedir. Bütün ısrarlara rağmen, bütün itirazlara rağmen her türkü toplumsal tepkiye rağmen devletin PKK’yi ısrarla ve özellikle tek muhatap olarak kabul etmesindeki nedeni budur. Devlet, devşirdiği evlatlarıyla görüşüyor. Dolayısıyla PKK dışındaki aşiretlerin, cemaatlerin, cemiyetlerin çözüm masasında oturamamasının ana nedeni budur. Hükümet, ‘Bu bir devlet projesidir.’ diyor. Bunu PKK de, Öcalan da söylüyor. Çözüm sürecinde meydana gelen aksaklıkları ısrarla AK Parti’nin hanesine yazıyorlar, ama devlete toz kondurmuyorlar.”
HÜDA PAR, Allah’a karşı eğdikleri boyunlarını hiç kimseye eğmeyecek
“Bu kumpası deşifre etmenin bir bedeli olacaktı.” diyen Yavuz, 6-8 Ekim olaylarına değindi. Yavuz, “16 yaşında kurban eti dağıtan, erdemli ve faziletli bir nesil inşa etmeye çalışan HÜDA PAR’lı gençlerin barbarca, vahşice katledilmesinin nedeni budur. HÜDA PAR camiası, Allah’a karşı eğdikleri boyunlarını başka hiç kimseye eğmemiştir, eğmeyecek. Halkın bağrınca çıkan, halkın hizmetinde olan, halkının gerçek temsilcisi olan, Kemalizm’i reddeden HÜDA PAR’ın halkının tarihteki misyonuna, kültürüne, tarihsel duruşuna uygun bir anlayış ortaya koyarak bu bedeli ödemeye devam edecektir.” dedi.
Tan: Geçmişte de bu tür olaylar yaşandı
Diyarbakır Milletvekilli Altan Tan da, 6 ve 7 Ekim olaylarına birçok atıfların yapıldığını ve geçmişte de bu tür olayların yaşandığını savunarak, bu işlerin daha soğukkanlılıkla daha objektif, geçmişteki yanlışlardan ders çıkarma üslubu ile tartışılması gerektiğini söyledi. Türkiye ve Ortadoğu'da sorunun 19.ve 20. YY'daki paradigma ile çözülemeyeceğini ifade eden Tan, “Bunu Türkiye devleti de çözemez o formatlarda. AK Parti de çözemez. PKK de çözemez. Herkes diyor biz kalmayacağız fakat fiiliyat orada patinaj yapıyor." dedi.
Çözüm sürecinde her kesimin eleştirildiğini, özellikle İslami kökenden gelen AK Parti'nin yeni bir paradigmaya geçemediğini, kapısına kadar geldiğini ve ötesine gidemediğini savunan Tan, “Bu coğrafyada yeni bir paradigmaya İhtiyaç var. Buna da Allah büyük bir fırsat verdi. Türkiye'de bu işte en fazla zarar gören arkadaşlarımız iktidara geldiler. Hadi işte buyurun diyoruz. Orada işte patinaj var. Cem Evi açamıyor. Kürtçe seçmeli ders geldi. Şu anda 3 çocuğuma Diyarbakır Milletvekili olarak Kürtçe seçmeli dersi aldırtamadım. Bin 500 Kürtçe öğretmeninden 18'i atandı. Kürt kasaba şehir isimlerini niye değiştirmiyorsun. Hasta tutuklular var. Rapor Alamıyor. Hükümet sürekli bu işi oyalıyor. PKK 'de Kürt sorunundan ziyade yönelebileceği bir alan istiyor. İşte Kürt sorunu tam ikisinin ortasında... Kürt sorunu bu iki tavrın ortasında…” diye konuştu.
İmralı ile görüşülerek silahların susmasının istendiğini dile getiren Tan, "Senin şimdi seçim barajını indirmen için İmralı kandil ile görüşmene gerek var mı? Bu illerin isimlerini değiştirmek için İmralı ile görüşmeye gerek var mı? Kürtçe anadilde eğitim hakkı için İmralı ile görüşmeye gerek varmı? Yani PKK dağdan inmezse Kürtçe anadilde eğitim olmayacak mı? Cem Evleri açılmayacak mı?” diye sordu.
Panelde ayrıca, İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ferhat Kentel ve Mazlumder Diyarbakır Şube Başkan Yardımcısı Sosyolog Seher Akçınar da birer konuşma yaptı. (M. Salih Keskin - İLKHA)