ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ
Cumhuriyet Döneminin ilk yıllarında yaşananlar ve 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonraki süreçte Kürtler arasında solun özden koparıp laikleştirecek bir araç olarak kullanılması, “Bölge” diye tarif edilen Diyarbakır ve çevresinde toplumun kayda değer bir kesimine seslenecek İslamî bir camianın oluşmasını ve uzun süre yaşamasını adeta imkânsızlaştırmıştı.
Orada, İslam adına Bölge dışı güçler tarafından istenen; İslamî enerjiyi boşaltacak radikal, küçük küçük topluluklar ya da siyasi hiçbir hedefi olmayan ruhanî gruplardı. Bunlardan ilki, marjinalliği yüzünden geniş kitlelere ulaşamayacak; ikincisi kitlelere ulaşsa da harekete geçirmek bir yana hareketten alıkoyucu (pasifize edici) bir rol oynayacak. Böylece Bölge, Türkiye`deki İslamî bütünün ve İslam dünyasındaki gelişmelerin dışında kalacaktı.
Türkiye`deki derin yapı, bu engellemeyle, Türkiye`de dindar kesimlerin iktidarını geciktirme, uluslararası güçler ise İslam dünyasının kadim bir coğrafyasını İslamî hizmetlerin dışında tutma menfaatine ulaşmayı umuyorlardı.
Proje tutmadı. İslamî Camia, kendisine karşı hazırlanan adeta çivili tezgâhın içinden yaralı da olsa çıktı; bir yandan Bölge`deki ve tüm Türkiye`deki İslamî gelişmelere katkıda bulunurken diğer yandan hatırı sayılır bir kitleye doğrudan seslenmeye devam etmeyi başardı.
Bu, çürütülmek için her tür kimyasalın kullanıldığı bir tohumun tutması, kurutulmak istenen bir ağacın dallarından, gövdesinden vuruldukça gürleşmesi gibidir.
Bunu sağlayan nedir? Gelişmeler, tek sebeple açıklanamaz. Ama büyük gelişmelerdeki her sebep incelenmeye değerdir.
İSLAM ÂLEMİNDE HAREKET TARZINDA İKİ YOL
Tarih boyunca İslam âleminde Müslümanlara seslenen hareketlerin mücadelesinde iki tarz vardır: Ana akımın yolu ve yan akımcıkların yolu.
Ana akım, yargılamayı ölçülü tutar; başka Müslümanların eksik yönlerini teşhir ederek meşruiyetini ve gerekliliğini ispat etme derdine düşmek yerine, salih amelde yarışarak meşruiyetini ve gerekliliğini kavratır. Dikkati başka Müslümanların eksiği üzerinde değil, kendi salih ameli üzerindedir. İmkânlarını başka Müslümanların çürük yanlarını aramada ve teşhir etmede değil, salih amellerini artırmakta değerlendirir.
Burada “başka Müslümanlar”dan kasıt, o akımın dışında kalan, sahih bir akideye sahip veya değil, ameli makul veya değil, kendisini İslamî bir hizmet içinde gören herkestir.
Yan akımcıklar ise meşruiyetini ve gerekliliğini ispat etmek için başka Müslümanları sürekli yargılar; onların eksiklerini teşhir ederek kendisinin en iyi olduğunu anlatmaya çalışır. Kendi dar bakış açısıyla karşıtlarının eksikliği ne kadar belirginleşirse kendisinin mükemmeliyeti o kadar anlaşılmış olur. Bunun için bütün enerjisini başka Müslümanları veya sıradan Müslüman halkı eleştirmekte tüketir. Onların İslam için yokluğu kendisinin İslam içinde varlığıdır. Onları manen yok ederek kendisi için hayat ortamı arar.
Yargılamak, vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Ana İslamî akım, yargılamada bulunur ancak yargılama ihtiyacını benzerler için değil, karşıtlar için kullanır. Kendisi çoğu zaman, küfür güçlerinden çok, başka Müslümanlardan zarar görür. Buna rağmen onun eleştiri okları, başka Müslümanlara değil, kâfirlere yöneliktir. Müslümanlar arasındaki akım ve akımcıklarla uğraşmaz. Onların düşmanlığına mümkün oldukça dostlukla cevap verir; gerekirse müdahale eder ama o müdahaleyi süreklileştirmez. Müslümanların içindeki zararlı yapıları zararsız hale getirmenin yolunu arar ama onlarla uğraşmayı aslî işi edinmez.
Şeytan adavete muhabbeti meslek haline getirtmek ister. Şeytanın dostları, hedef saptırır, hareketi bereketsizleştirmek için onun eleştirel bakış açısını kendisine yakın olanlara yöneltir. Nefs de buna yatkındır. Şeytan, şeytanın dostları ve nefs bir araya gelince onun karşısında durmak zorlaşır. Hepsi birlikte o eleştirinin yapılmamasının hareketin silikleşmesine neden olacağını anlatır. Hareketi, İslamî olan ve İslamî görünenler aleyhinde muhalefet yapmaya doğru sürükler. Buna karşı çıkmayı, cehalet ve korkaklıkla ilişkilendirir. Ama iradesi sağlam ana akım, bu şeytani ve nefsani girişimlere aldanmaz.
Kendini tanıtmak ister ama kendisine benzeyenlerden farkını onlarla uğraşarak, onlara hakaret edip onları aşağılayarak değil, İslam`a hizmet ederek ve küfre karşı sağlam duruşuyla anlatır.
Bu tutumuyla geç de anlaşılsa daima kârlı çıkar.
BİR TANITIM YANILGISI
“Benzerlerinden ayırt edilme sağlanırsa toplumun gözünde varlık meşruiyetinin sağlanacağı, dolayısıyla tanıtımda benzerlere yüklenmenin yararlı olacağı zannedilir. Oysa böyle tanıtım, bütün deneyimlerde görüleceği üzere bereketsizdir. Güçlü bir benzeri eleştiri üzerine yapılan bir tanıtım, genellikle güçlünün daha da güçlenmesine, zayıf olanın ise güç kaybetmesine yol açar.
Toplum, güçlü bir benzere yönelik eleştiriyi anlamakta güçlük çeker ve anlamakta güçlük çektiği her şeyi kuşkuyla karşılar, ondan rahatsız olur. Kendinden zayıf bir benzere yönelik eleştiriyi ise bir tür baskı olarak görür baskı görene karşı gizli bir meyil oluşur.
Her vicdanın ilgi duyduğu bir alan vardır. Toplumsal vicdan, bu alanlardan birini ana çerçeve içinde seçer ve onu çoğu zaman ana çerçevenin içindeki diğer benzerlerden ayırt edemez. Benzerlere yönelik eleştiriyi bir yönüyle kendi vicdanına yönelik eleştiri olarak görür, bir çelişki hissine kapılır, bu çelişkinin vebalini seçtiği yere yükler ve ondan soğur.
Bu yüzden, tanıtımını benzerlerine eleştiri üzerine kuran hiçbir yapı güç kazanmamış. Benzerleri yerine zıtlarıyla uğraşan her yapı ise eninde sonunda güçlenmiştir.
Doğru ve kitlesel aklın düzeyine uygun bir tanıtım; zıtlar üzerine kurulu olup onun arasına kişileri benzerlerden sadece uzak tutacak, kendi kurumunu benzerlerine karşı tercih etmeyi sürdürecek kadar benzerlere yönelik eleştiri içeren tanıtımdır.
Kurumun kendisini benzer bulmamasının hiçbir önemi yoktur, önemli olan toplumun benzerlik kurması ve siyaset içinde kümelendirmesidir.
Toplum, her zaman zıdda yönelik eleştiriyi hatta hakareti meşru görür; benzerden ise ancak yakınmayı kaldırır, daha fazlasını daima pişmemişlik olarak görür ve şüpheyle karşılar.”
İslam âleminde yargılayıcı akımcıklar, belki bir dönem seslerini duyurdular, etraflarına çok kişi topladılar ama hiçbir zaman saygın bir konuma çıkmadılar, İslam âleminin temsilcisi olamadılar. Hep bir ayrılıkçı fraksiyon olarak kaldılar.
Başkalarından farkını salih amel üzerinden ortaya koyan hareketler ise belki seslerini yeteri kadar duyurmuyor göründüler, zaman zaman başka hareketlere insan kaptırdılar ama büyük İslam nehrine daima katkı sağladılar ve eninde sonunda hürmetle anıldılar.
BİR SALİH AMEL HAREKETİ
Benzer hareketler, Arap İslam âlemi ile kurdukları iletişimle kimi zaman Vahhabi bir çizgiye yöneldi, toplumun tasavvuf, mevlit, mezarlıkları ziyaret gibi geleneklerine düşman oldu, halkından koptu. İslamî Camia, hem İbni Teymiye gibi âlimleri itham etmeyip bid`atlara karşı bir hassasiyet geliştirdi hem de tasavvufun zühd yönünden istifade etti; mevlit, düğün ve ziyaret geleneklerini de tebliğ imkânına dönüştürdü.
Benzer hareketler, namazgâh konumuna terk edilen mekânları “Mescid-i Dırar” ilan ederek camilere düşmanlık etti. İslamî Camia, o mekânları aslî işlevi üzerinden görüp ibadet ve tedrisat için gençlerle doldurdu, bu mukaddes kurumlara tarihinin en hareketli dönemlerinden birini yaşattı.
Benzer hareketler, Kur`an-ı Kerim mezarlarda okunur mu tartışmaları içinde “çay saatleri” doldururken İslamî Camia, Kur`an-ı Kerim öğretme seferberliği başlattı, on binlerce çocuk, kadın ve erkeği Kur`an-ı Kerim`le tanıştırdı, halkını Kur`an-ı Kerim bereketiyle ihya etti.
Benzer hareketler, halklarını yargılayıp tekfir ederken İslamî Camia halkını yargılamak yerine onun eksiklerini görüp tedavi yolunu seçti.
Benzer hareketler, gerçek bel`amlarla İslamî bir mücadeleye katkıda bulunma şuurundan yoksun olan zavallı sarıklıları aynı kefeye koyup “din adamları”nı topluca bel`amlıkla itham etti. İslamî Camia, bel`amlardan uzak durup kendini onların şerrinden uzak tutarken dünyadan habersiz şeyh ve mollaları itham etmekten Allah`a sığındı, onları yargılamadı, onlara hakaret etmedi; kendi örnekliğinde gerçek bir İslam âleminin nasıl olması gerektiğini anlattı, gösterdi; onların pek çoğunun önce gönlünü kazandı, sonra dünyaya bakışını değiştirdi.
Benzer hareketler İran gerçeği karşısında ya Şia kültürüne yönelme, Şiileşme doğrultusunda bir eğilim gösterdiler. Ya da Şia`ya karşı tarihte görülmemiş, kaynağı muhtemelen uluslararası güçler olan bir düşmanlığa yöneldiler. İslamî Camia, ne Şii oldu ne de Şia düşmanlığını meslek edindi; hem Mutahhari, Şeriati gibi âlimlerden okuduklarını kendi mihenk taşına vurup onlardan olması gerektiği kadar yararlandı hem de mezhep değiştirme propagandistlerine karşı tavizsiz bir tavır ortaya koydu.
Benzer hareketler, mezhebin avam için önemini göremediler, mezhepsizliği teşvik ettiler; çevrelerindeki molla ve şeyhlere yönelttikleri eleştirileri mezhep imamlarına kadar götürdüler; gereksiz tartışmalarla İslamî hizmetlere zarar verdiler ya da özellikle Arap İslam âlemindeki veya İran içindeki ve ötesindeki kimi Afganistanlı-Pakistanlı-Hint gruplar gibi mezhep fanatizmine düştüler. Mezhep imamlarından biri için “ümmetin imamı”, mezheplerden herhangi biri için “tek İslamî yol” anlamında “İslam`ın kendisi” dediler. Uluslararası sistemin Ümmeti bölme hilesine malzeme taşıdılar. İslamî Camia, ne mezhepsizliği teşvik etti ne de bir mezhebi tek hak mezhep gördü. Mezhepleri Müslümanları bölen bir bela olarak değil, Ümmetin, özellikle Ümmetin avam kesiminin pratiğini kolaylaştıran bir imkân olarak değerlendirdi. Hareket tarzında da Ümmetin bu imkân zenginliğinden istifade etti.
Benzer hareketler ya katı bir particiliğe yöneldi ya da partili mücadeleyi tekfir etti; İslamî Camia, partili mücadeleyi o dönemde tercih etmedi ama partili mücadeleyi tekfir etme gibi bir hataya da asla düşmedi.
Benzer hareketler, ya kendi halklarını ihmal ettiler ya ümmet bilincinden koptular, milliyetçileştiler. İslamî camia, hem halkının isteklerini önemsedi hem de büyük bir hassasiyetle Ümmetin sorunlarına yöneldi. Irk ayrımcılığına ve milliyetçiliğe sıfır toleransla, Arap ve Türk Müslümanlara da seslendi, her aşamada onlara kendi saflarında yer verdi, onların birikimlerinden istifade etti. Özellikle bölgede Arap köy ve kasabalarında en az Kürt köy ve kasabaları kadar etkili oldu. Böylece birlik ve bütünlük için bir harç haline geldi.
Tarikatlar, Bölge`de sadece avama ve medrese öğrencilerine seslendiler, yeni eğitim kurumlarında okumuş kesimler arasında iş görmediler. Adeta o alanları sola terk ettiler. Yeni hareketler ise genellikle bir öğrenci-memur halkası olarak kaldılar. İslamî camia ise en ücra köy ve kasabalara da ulaştı, kentlerin okumuş kesimlerine de hizmetini ulaştırdı; hem okumuşların hem sıradan halkın temsil edildiği bütüncül bir hareket oldu. Bu camianın saflarında her zaman, okul yüzü görmemiş bir köy insanıyla bir medrese seydasını; bir medrese seydası ile bir ilahiyatçıyı, bir fakih ile bir modern hukuk mezununu yan yana görmek mümkün olmuştur.
Bunun için Bölge`de başka yapılar, tek kanatçıkları ile bulundukları noktada kalırken İslamî Camia yol alabildi.
Benzer hareketler, iç eleştiri ile sürekli küçülürken İslamî Camia büyüdü, bitti denilen noktada yeniden göründü.
İslamî Camianın başarıya götüren bu yolda yürümesinde İttihad-ı İslam`ın önderleri, büyük İslam davetçileri İmam Hasan El Benna, Üstad Bediüzzaman, Şehid Seyyid Kutup, Üstad Mevdudî, onlardan birkaç nesil öncesine ait Şeyh Halid-i Bağdadî (Eş Şehrezorî) ve onun bizde vesile olduğu büyük İslamî birikimin katkısı vardır.
İslamî Camia, ta İmam Gazalî`ye ve nihayet İslam`ın ana kaynağına dayanan bir büyük tercihle; yargılamayı değil, salih amelle örnek olmayı ve yarışmayı seçti. Bütün zorluklarına katlanarak orta yolda sebat etti. Yüce Allah, bu tutumu karşısında ona düşmanlarıyla baş etmeyi ve bütün engellere rağmen yol almayı nasip etti.