Meliha Timur / Nisanur Dergisi
Anı yaşamak, bir başka deyimle anın farkında olmak, şimdiki zamana dikkatini vermektir. Çoğu insan hayatının gidişatı üzerine derin derin düşünür ve gelecekte başına neler geleceği ile ilgili kaygı duyar. Anı yaşamak, gelecek ile ilgili çok fazla düşünmek yerine bazen de olayları akışına bırakmaktır. Hayata dair birçok şeyin ertelenmesi ya da tam aksine birçok farklı konunun gelecekte nasıl gelişeceği hakkında düşünürken hayatını boşa harcayan insanlar, yalnızca tek bir hayatları olduğunu ve şimdi yapılması gerekenler için ikinci bir şansın olamayabileceğini unutmamalıdır.
Kişi kendini sorgulamalıdır! Bugünü mü yaşıyor? Yoksa pişmanlıklarla dolu geçmişine mi takılıp kalmış? Ya da güzel hayallerle dolu bir geleceği düşleyerek mi yaşıyor?
Geçmiş ve geçmişte yaşananlar kişiye tecrübe, değer ve anlam katan, duygu, düşünce ve yaşantılardır. Herkesin geçmişinde hatırladığında kendini iyi hissettiği anılar veya hiç hatırlamak bile istemediği kötü yaşantılar vardır. Geçmişte çözmeden, çözümlemeden bırakılan yaşantılar ve olaylar kişinin üstünde hep bir yük, hep bir ağırlıktır. Geçmişte yaşananları çözümlemek, sebep-sonuç ilişkilerini tekrar ele almak, geçmişle, yaşananlarla ve kişinin kendisiyle barışık olması; kişiyi daha rahat, daha hafiflemiş ve daha huzurlu yapacaktır. Araştırmalar, insanların geçmişine yönelik olumsuz deneyim ve yaşantılarını olumlu yaşantılara oranla daha sık hatırladıklarını ortaya koyuyor. Örneğin, genelde başarılar yerine başarısızlıklar hatırlanıyor.
Kişi, Anını Dosdoğru Yaşayabilmesi İçin Öncelikle Anı Yaşamayı Sorgulamalıdır!
Hedonizm zihniyetiyle keyifle, oyunla, eğlenceyle, zevk-ü sefa ile anı doya doya yaşamak, zamanı israf etmek dosdoğru anlamda anı yaşamak değildir. Bu tür bir anlayış ve yaşayış kişiyi sorumsuz ve doyumsuz bir varlık haline getireceği gibi sonsuz bir mutluluğa da götürmez. Anı yaşamanın en tehlikeli yönü gelecekteki akıbeti unutup sefahate dalmaktır. Bu bağlamda “dünyaya bir defa geldik- hayatın tadını çıkar” sloganları ile geçmiş günahlardan ders almayıp, geleceğe; yani ebedi hayata hazırlık yapmadan her anı dünyevi fayda (pragmatik) ve zevk (hedonik) üzerine yaşamanın sonucu, ebedi hayatı kaybetmek olacaktır. Böyle bir anlayışla, anı yaşamak olgusu felaketleri beraberinde getirecektir.
Anı yaşamak; her anı, geleceği düşünerek ve hazırlanarak en uygun düzeyde faydalı yaşamak demektir. Ancak o zaman anı yaşamak anlam kazanır.
Anı Yaşamanın Önündeki En Temel Engellerden Biri, Kişinin Geçmiş ve Gelecek Saplantısıdır!
Bu saplantıyı hayra veya şerre çevirmek, kişinin kendi elindedir. Kişi; ölüm, fakirlik, incinme, sarsıntı, ayrılık gibi geçmişte yaşadığı kötü olayları sürekli zihninde tutup, “keşke”lerle beynini kemirirse veya gelecekte başına nelerin geleceğini bilmeden dünyaya odaklı hayaller kurarsa bu saplantıyı şerre dönüştürmüş olur. “Eğer- şayet- keşke” gibi sözcükler ile başlayan her cümle hayal ürünüdür. Bu konuda Peygamber Efendimiz (SAV)’in insanlara şöyle bir uyarısı ve tavsiyesi bulunmaktadır:
“Kuvvetli mümin, zayıf müminden Allah’a daha sevimlidir. Her birinde hayır vardır. Senin için (her iki dünyada) faydalı olan şeylere rağbet et; Allah’tan yardım iste, tembellik gösterme! Şayet başına bir musibet gelirse; ‘keşke şöyle yapsaydım, o zaman şöyle şöyle olurdu’ şeklinde bir şey söyleme! Bilakis şöyle de; ‘Bu Allah’ın takdiridir, o neyi isterse onu yapar.’ Çünkü keşke kelimesi şeytanın işine yarar/iş yapmasına kapı açar.” (Müslim, İbn Mace)
Geçmişe ait olaylar birer vukuattır. Vukuat ise, kaderin birer yansımasıdır. Bu gerçeğe rağmen, şayet kişi “eğer şöyle yapılsaydı böyle olmazdı” veya “keşke şöyle yapılsaydı o zaman bunlar başımıza gelmezdi” diye bir zihinsel hayıflanmaya başlarsa, şeytan zihnini büsbütün karıştırır, içine vesvese verir. Şeytana iş yapma imkânı sağlayan “keşke”lerden kurtulmanın tek yolu, sebepler dairesinde gereken tedbirleri aldıktan sonra Allah’ın âdil ve hikmetli olan kaderine teslim olmaktır. Teslimiyet ve tevekkül ise, şüphesiz güçlü bir imanın yansıması olacaktır.
Kişinin Geçmişe Takılması İmanının Zayıf Olmasından Kaynaklanmaktadır
Bu takıntı insanı isyana kadar götürebilmektedir. “Neden bunlar başıma geldi? Niye ben? Ne günahım vardı?” gibi düşünceler kişiye dünyanın birer imtihan yeri olduğunu unutturmaktadır. Kişi bu düşüncelerle bulunduğu andan haz alamaz. İnsanoğlu olaylara karamsar yaklaşmaya meyillidir. Bu durumda işin hikmetli yönünü akıl etmez.
Örneğin; bir musibet karşısında sabreden bir müminin derecesinin arttığı, başa gelen musibetin günahlara kefaret olduğu veya olayların insanlarca bilinmeyen hikmetlerin olabileceği bilinmez, düşünülmez, akla gelmez. Tıpkı Kur’an-ı Kerim’de zikredilen, Hz. Musa (AS)’nın bir kul ile (müfessirler tarafından Hz. Hızır ile adlandırılmakta) imtihanında olduğu gibi…
İnsanoğlu sürekli geçmişi ve geleceği zihninde tasavvur eder. Bunu yaparken anı yaşamaktan gafil olur. Hepimizin mutlaka başına gelmiştir; namaz kılarken, kitap okurken, araba kullanırken, televizyon izlerken hatta biriyle konuşurken belki de bu yazıyı okurken hayal veya düşünce âlemine dalmışızdır. Anı yaşamak, yapılan işlerin farkına varılmasından, şuurlu bir şekilde eda edilmesinden geçer.
Örneğin; namazın makbul olması için gerekli şartlardan birisi “tadil-i erkân”, yani namazın içinde yer alan kıyam, rükû, secde gibi rükünleri yerli yerinde, hakkını vererek düzgün ve sükûnet içinde yapmaktır. Bu da, kişinin zihnini namaz dışında tüm boş şeylerden arındırması ve Allah’ın huzurunda olduğunun bilincinde olmasıyla gerçekleşebilir. Aksi taktirde kişi namazdan alacağı feyiz ve bereketten mahrum kalır. Nitekim huşusuz kılınan namazın misali, ruhsuz beden gibidir.
Kişinin geçmiş saplantısını hayra dönüştürmesinin tek ve etkili yolu, kişinin geçmişte yaşadıklarından ders almasıdır. Geçmişe takılmak zafiyettir, fakat geçmişi unutmayıp ondan ibret almak ise erdemliktir.
Örneğin; Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de geçmiş ümmetlerin kıssalarına yer vermiştir. Onların hangi sebeplerden dolayı helake uğradıklarını tüm insanlığa ibret olsun diye bildirmiştir. Dolayısıyla anı yaşamak; zihni geçmişte yaşananlarla meşgul ederek anı kayba uğratmak değil, geçmişten ibret alarak kazanca çevirmektir.
Mansur bin Ammar şöyle söylemiştir:...
Kişi kendini sorgulamalıdır! Bugünü mü yaşıyor? Yoksa pişmanlıklarla dolu geçmişine mi takılıp kalmış? Ya da güzel hayallerle dolu bir geleceği düşleyerek mi yaşıyor?
Geçmiş ve geçmişte yaşananlar kişiye tecrübe, değer ve anlam katan, duygu, düşünce ve yaşantılardır. Herkesin geçmişinde hatırladığında kendini iyi hissettiği anılar veya hiç hatırlamak bile istemediği kötü yaşantılar vardır. Geçmişte çözmeden, çözümlemeden bırakılan yaşantılar ve olaylar kişinin üstünde hep bir yük, hep bir ağırlıktır. Geçmişte yaşananları çözümlemek, sebep-sonuç ilişkilerini tekrar ele almak, geçmişle, yaşananlarla ve kişinin kendisiyle barışık olması; kişiyi daha rahat, daha hafiflemiş ve daha huzurlu yapacaktır. Araştırmalar, insanların geçmişine yönelik olumsuz deneyim ve yaşantılarını olumlu yaşantılara oranla daha sık hatırladıklarını ortaya koyuyor. Örneğin, genelde başarılar yerine başarısızlıklar hatırlanıyor.
Kişi, Anını Dosdoğru Yaşayabilmesi İçin Öncelikle Anı Yaşamayı Sorgulamalıdır!
Hedonizm zihniyetiyle keyifle, oyunla, eğlenceyle, zevk-ü sefa ile anı doya doya yaşamak, zamanı israf etmek dosdoğru anlamda anı yaşamak değildir. Bu tür bir anlayış ve yaşayış kişiyi sorumsuz ve doyumsuz bir varlık haline getireceği gibi sonsuz bir mutluluğa da götürmez. Anı yaşamanın en tehlikeli yönü gelecekteki akıbeti unutup sefahate dalmaktır. Bu bağlamda “dünyaya bir defa geldik- hayatın tadını çıkar” sloganları ile geçmiş günahlardan ders almayıp, geleceğe; yani ebedi hayata hazırlık yapmadan her anı dünyevi fayda (pragmatik) ve zevk (hedonik) üzerine yaşamanın sonucu, ebedi hayatı kaybetmek olacaktır. Böyle bir anlayışla, anı yaşamak olgusu felaketleri beraberinde getirecektir.
Anı yaşamak; her anı, geleceği düşünerek ve hazırlanarak en uygun düzeyde faydalı yaşamak demektir. Ancak o zaman anı yaşamak anlam kazanır.
Anı Yaşamanın Önündeki En Temel Engellerden Biri, Kişinin Geçmiş ve Gelecek Saplantısıdır!
Bu saplantıyı hayra veya şerre çevirmek, kişinin kendi elindedir. Kişi; ölüm, fakirlik, incinme, sarsıntı, ayrılık gibi geçmişte yaşadığı kötü olayları sürekli zihninde tutup, “keşke”lerle beynini kemirirse veya gelecekte başına nelerin geleceğini bilmeden dünyaya odaklı hayaller kurarsa bu saplantıyı şerre dönüştürmüş olur. “Eğer- şayet- keşke” gibi sözcükler ile başlayan her cümle hayal ürünüdür. Bu konuda Peygamber Efendimiz (SAV)’in insanlara şöyle bir uyarısı ve tavsiyesi bulunmaktadır:
“Kuvvetli mümin, zayıf müminden Allah’a daha sevimlidir. Her birinde hayır vardır. Senin için (her iki dünyada) faydalı olan şeylere rağbet et; Allah’tan yardım iste, tembellik gösterme! Şayet başına bir musibet gelirse; ‘keşke şöyle yapsaydım, o zaman şöyle şöyle olurdu’ şeklinde bir şey söyleme! Bilakis şöyle de; ‘Bu Allah’ın takdiridir, o neyi isterse onu yapar.’ Çünkü keşke kelimesi şeytanın işine yarar/iş yapmasına kapı açar.” (Müslim, İbn Mace)
Geçmişe ait olaylar birer vukuattır. Vukuat ise, kaderin birer yansımasıdır. Bu gerçeğe rağmen, şayet kişi “eğer şöyle yapılsaydı böyle olmazdı” veya “keşke şöyle yapılsaydı o zaman bunlar başımıza gelmezdi” diye bir zihinsel hayıflanmaya başlarsa, şeytan zihnini büsbütün karıştırır, içine vesvese verir. Şeytana iş yapma imkânı sağlayan “keşke”lerden kurtulmanın tek yolu, sebepler dairesinde gereken tedbirleri aldıktan sonra Allah’ın âdil ve hikmetli olan kaderine teslim olmaktır. Teslimiyet ve tevekkül ise, şüphesiz güçlü bir imanın yansıması olacaktır.
Kişinin Geçmişe Takılması İmanının Zayıf Olmasından Kaynaklanmaktadır
Bu takıntı insanı isyana kadar götürebilmektedir. “Neden bunlar başıma geldi? Niye ben? Ne günahım vardı?” gibi düşünceler kişiye dünyanın birer imtihan yeri olduğunu unutturmaktadır. Kişi bu düşüncelerle bulunduğu andan haz alamaz. İnsanoğlu olaylara karamsar yaklaşmaya meyillidir. Bu durumda işin hikmetli yönünü akıl etmez.
Örneğin; bir musibet karşısında sabreden bir müminin derecesinin arttığı, başa gelen musibetin günahlara kefaret olduğu veya olayların insanlarca bilinmeyen hikmetlerin olabileceği bilinmez, düşünülmez, akla gelmez. Tıpkı Kur’an-ı Kerim’de zikredilen, Hz. Musa (AS)’nın bir kul ile (müfessirler tarafından Hz. Hızır ile adlandırılmakta) imtihanında olduğu gibi…
İnsanoğlu sürekli geçmişi ve geleceği zihninde tasavvur eder. Bunu yaparken anı yaşamaktan gafil olur. Hepimizin mutlaka başına gelmiştir; namaz kılarken, kitap okurken, araba kullanırken, televizyon izlerken hatta biriyle konuşurken belki de bu yazıyı okurken hayal veya düşünce âlemine dalmışızdır. Anı yaşamak, yapılan işlerin farkına varılmasından, şuurlu bir şekilde eda edilmesinden geçer.
Örneğin; namazın makbul olması için gerekli şartlardan birisi “tadil-i erkân”, yani namazın içinde yer alan kıyam, rükû, secde gibi rükünleri yerli yerinde, hakkını vererek düzgün ve sükûnet içinde yapmaktır. Bu da, kişinin zihnini namaz dışında tüm boş şeylerden arındırması ve Allah’ın huzurunda olduğunun bilincinde olmasıyla gerçekleşebilir. Aksi taktirde kişi namazdan alacağı feyiz ve bereketten mahrum kalır. Nitekim huşusuz kılınan namazın misali, ruhsuz beden gibidir.
Kişinin geçmiş saplantısını hayra dönüştürmesinin tek ve etkili yolu, kişinin geçmişte yaşadıklarından ders almasıdır. Geçmişe takılmak zafiyettir, fakat geçmişi unutmayıp ondan ibret almak ise erdemliktir.
Örneğin; Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de geçmiş ümmetlerin kıssalarına yer vermiştir. Onların hangi sebeplerden dolayı helake uğradıklarını tüm insanlığa ibret olsun diye bildirmiştir. Dolayısıyla anı yaşamak; zihni geçmişte yaşananlarla meşgul ederek anı kayba uğratmak değil, geçmişten ibret alarak kazanca çevirmektir.
Mansur bin Ammar şöyle söylemiştir:...