Emma Ba’du
Yalan insanî hasletlerin en çirkinlerindendir. Öyle ki Rasulullah(s.a.v) Müslümanın bazı büyük günahları (hırsızlık-zina... gibi) işlese de yalan söylemeyeceğini yalancı sıfatıyla nitelendirilemeyeceğini belirtmiştir.
Şu anda yeryüzünde devlet olarak israil ve örgüt olarak da PKK yalan – iftira – sözünde durmama... gibi gerek devletler hukukunda, gerekse de örgütlerin arasında yazılı olmayan ama temel bağlayıcı nitelik olan bu ahlaki değerden en yoksun iki yapıdırlar.
Cami avlusunda bir Müslümanı tartaklayan bir Yahudi, cami cemaatinin camiden çıkıp kalabalıklaştığını görünce “Yetişin, imdat adam öldürüyorlar...” diyerek görüntüyü tersyüz etmeye çalışır.
Bu fıkranın pratiğini israil düzenli aralıklarla ve sistematik olarak tüm dünya halklarının akıllarıyla alay edercesine uygulamaktadır.
Ve ne hazindir ki, dindarlığıyla meşhur olan Kürt halkı arasından çıkmış bulunan PKK adlı yapı, kuruluşundan bugüne kadar sergilediği pratikle aynı ilkesizliğe imza atmaktadır.
Kendisini her türlü kayıttan ve ahlaki değerden müstağni gören PKK örgüt olma asaletini bir türlü yakalayamamış ve bu ilkesizlikleriyle de ne yazık ki örgütlerin yüz karası olagelmiştir. Ne yazık ki diyorum çünkü rakip/karşıt örgütün – fikri inancı ve ideolojisi ne olursa olsun – tutarlı ve ilkeli olması arzu edilir.
Kobani kuşatması bahane edilerek ortalığa dökülen PKK’nın şehir komiteleri sergiledikleri pratikle aslında ileriye dönük gizli ajandalarını da ifşa etmiş oldular.
PKK yönünden bakıldığında
- Bölge halkına (Kürtlere) karşı “Sahip olma, hâkim olma siyaseti” güdülürken düne kadar “Emperyal güçler, kapitalist modernite...” gibi söylemlerle lanetledikleri küresel güç odaklarına karşı ise “Ait olma, emir kulu olma” şeklinde pozisyon almışlardır.
- Ana akım medya ile sol kesimi yanlarında gören PKK hakikatin lafzi zeminini bombalarcasına mazlum – mağdur postuna bürünerek bunca vahşetine rağmen “dehşetten rant” devşirmeye çalışmaktadır.
- PKK, yaşam felsefesinin mimarlarından olan Marx’ın siyasi güç tanımını bire bir uygulamaktadır. Marx, siyasi güç için “Sadece organize bir sınıfın diğerleri üzerinde baskı kurması” tanımını yapar.
- Son iki yıllık “süreç” ortamından yararlanan PKK otuz yıllık silahlı çatışma ortamında bulamadığı fırsatı önünde hazır bulmuş ve bir türlü hayata geçiremediği “Şehir Gerillası El Kitabını” hızla pratize etmiştir. Çekilme hadisesini Kandil’e doğru değil, şehirlere ve yerleşim alanlarına doğru gerçekleştirmiş, böylece halka karışan militanları bir kalkışma ayaklanma girişimini yerinde organize etmişlerdir.
- PKK son yaptıklarıyla tüm dünyaya tahripkâr gücünü/yüzünü göstermiştir. Söylem ve yazılarında insan haklarını, özgürlüğü, ekolojiyi, ağacı, çiçeği, böceği dilinden düşürmeyen PKK, aslında hibrit bir gerilla örgütünden çok anarşist bir tedhiş örgütü olduğunu göstermiştir.
- PKK özellikle Kürt halkını, bu olaylarda uyarmış ve başka hiçbir siyasi/askeri yapılanmaya tahammülü olmadığını ilan etmiştir.
- PKK, bel’amlarından aldıkları fetvalarda (!) “Özgür bir vatanımız olmadan namaz – oruç... bize farz değil...” der dururlar. Oysa Rojava’da silah mahremiyetiyle Kürt halkı üzerinde oluşturdukları tasallutun akabinde hiçbir dini, İslami gelişmeye imza atmadıkları görüldü. Rojava’da ilan edilen üç Kanton’un üzerinden iki yıl geçmesine rağmen görülen tek şey Zerdüştlüğü ve Maniehizm’i canlandırma teşebbüsleridir. Buna karşılık kamışlı örneğinde olduğu gibi dindar kesimler ya öldürürmüş ya da baskı ile köşelerine çekilmeye zorlanmışlardır.
- İlkesizliğinden kaynaklanan taktiksel bir hareket tarzı olan PKK, hesabına gelen ve halkın teveccühüne yol açan her türlü eylemi büyük bir iştiyakla üstlenirken, ummadığı bir tepki gören eylem/hareketleri de ivedilikle ya reddetmekte ya da “Provokasyondur – karanlık güçlerin işidir – araştırılsın soruşturulsun sorumlular yakalansın...” diye açıklamalar yaparak kendince sorumluluktan kurtulmakta ve bedel ödememektir.
- Sayın Erdoğan’ın iyi niyetle başlattığı “Büyük Türkiye – Yumuşak Güç – Yeni Osmanlı...” çerçeveli vizyonel hamleler kapsamında PKK’yi silahtan arındırma çabası PKK tarafından “özerklik ödünü” şeklinde anlatılarak Kürt halkı üzerinde tek söz sahibi olmaya çalışmaktadır.
- Arap baharı ile bir kez daha dikkat çeken halk hareketlerinin sosyopolitik gücünü kullanmak isteyen PKK mevcut silahlı güçleriyle askeri bir sonuca ulaşamayacağını çok iyi bildiğinden yeni dönemde “İç savaşa ve dış müdahalelere” kadar gidebilecek sokak hareketlerini en büyük kozu olarak kullanılacaktır.
İslami yapıların son gelişmelerle birlikte PKK ve bölge algıları kolektif bir yaklaşımla ele alınmalıdır.
- Öncelikle PKK’nin saldırıları İslami değerlerin ve yapıların tümünü kapsadığı için bu şerden “Vahdet gibi elzem olan bir hayra ulaşılmaya çalışmalıdır.”
- “Yaptıklarım yapacaklarımın garantisidir” referansı gösterilerek PKK’nin hiçbir İslami yapıyı ayırt etmeksizin sergilediği anarşizm ve Vandalizm Kürt halkının hafızasından silinmeyecek şekilde canlı tutulmalı, anlatılmalıdır.
- Dünyanın dört bir yanında İslam davasını omuzlayan İslami Cemaatlere ve örgütlere saldırtılan çeşitli organize güçler görülür. Burma ve Tayland’da Budist çeteler Mısırda Baltacılar, Suriye’de Şebbihalar, Libya’da General Hafter, Nijerya’da Anti Balaka örgütü, Mali ve OAC’da Fransa önderliğindeki yerel birlikler... İslami oluşumlara ve muvahhidlere karşı saldırıya geçirilmişlerdir.
Yapay sınırlarla dörde bölünen Kürdistan coğrafyasına gelince; yükselen İslami duyarlılıklara karşı hem Batı konsorsiyumu hem de siyonist odaklar en yakın müttefik olarak PKK’yi yanlarında bulmuşlardır. Burada Barzani faktörünün sadece IŞİD ile mücadele ederken diğer İslami grupları yanında görmesine dikkat edilmelidir. PKK ise tam da mezkûr odakların arzuladığı gibi, hiçbir İslami oluşuma ve yaşam tarzına tahammülü olmadığını her fırsatta göstermektedir. PKK küresel güçlerin maşası/sopası olmaya gönüllü olmuştur. Kısacası PKK Müslüman Kürtlere karşı harekete geçen Kürt Baası’nın Şebbihası olmuştur:
- Hal böyle iken İslami grupların daha dikkatli olması gerekmektedir. Mevcut IŞİD(DAİŞ) realitesi uzun vadede tüm Ortadoğu’ya yayılmak istenmektedir. Ortadoğu’daki bütün Ehl-i Sünnet vel Cemaat eksenli silahlı İslami örgütler IŞİD’leştirilmeye çalışılacaktır. Böylece kaotik ateş tüm coğrafyayı yakıp kavuracaktır. PKK, misyonu gereği, başta Hizbullah olmak üzere kendine rakip gördüğü her oluşumu “çatışma tuzağına” çekerek uluslararası sistemin potansiyel hedefi haline getirerek ağır darbe vurmak istemektedir.
Bununla birlikte, pervasızca yapılan saldırılara cevap vermeyen/veremeyen bir örgüt de hem PKK’nin iştahını kabartacak hem de iç bünyesinde demoralize olarak ayrıca halk nezdinde kredibilitesi azalacak böylece kuvvet unsurunun kazandırdığı teveccühten mahrum kalacaktır.
Normal şartlarda hiçbir alternatif unsura tahammül edemeyen PKK 90’larda kalma bir hesabının olduğu Hizbullah’a karşı dönem dönem yoklama amaçlı yaptığı saldırılarının dozunu karşılık bulmadıkça artırmaktadır.
Elbette ki bu paradoksal sorunda karar verecek olan yetkili birimlerdir.
Ancak PKK’nin yürek yakan saldırılarına karşılık olarak Çakal Carlos’un şu sözünü: “Silahlı mücadele benim seçimim değildi; cellatları yelpazeyle püskürtemezsiniz.” hatırlattığımızda ya da “Peki ya sizin sözde laf-söz dinlemeyen gençliğiniz gibi bir grup ortalığa dökülerek o kaotik ortamda, o hengamede, nefretin tırmandığı o ilk saatlerde aynı şekilde insanlar sokaklara çıkıp önlerine gelene değil de akıllarına gelenlere zarar vermeye başlarsa(maazallah) sonuç ne olur?” dense cevapsız kalırlar.
Geçmişte yaşanan tecrübeler ışığında başta bölge halkı olmak üzere hiçbir örgütün olası bir çatışma ortamından mutlak bir kazançla çıkmayacağı ortadadır. Buna binaen başta saldırgan taraf olan PKK merkez komitesinin sorumlu bir söylem ve sağduyu ile hareket etmeleri gerekmektedir.
Aksi durumda, alışageldiği üzere “tarih bir daha tekerrür etmesin” diye 90’lı yıllar hatırlatıldığında kin- nefret öfke ve utançla: “Bu hatırlatma kabul edilemez, bu barış dili değil veya o günlerde gerillamız müdahil olmamıştı(!)...” şeklindeki açıklamaların verilmesi ne yazık ki ibret alınmadığına işaret etmektedir.
Pişmanlığın ve özrün kısmen de olsa fayda verdiği bugünde akıl sahiplerinin tüm halktan husus en de HÜDA PAR camiasından özür dilemeleri ve bir daha da aynı hatayı işlemeyeceklerini ahd etmeleri gerekir. Her ne kadar bu kirli ve kompleks yapı yalancılıkla müsemma olsa da en azından devamlı “Çatışma istemiyoruz” retoriğinin içi kısmen doldurmuş olacaktır.
İş işten geçip hiç kimsenin arzulamadığı sahnelere geçildiğinde pişmanlık ve özrün yeterli olmayacağı bilinmelidir.
“Ey inkâr edenler! Bugün özür dilemeyin! Siz ancak yapmakta olduklarınızın karşılığını görüyorsunuz.” (Tahrim 7)
FARUK KUZU
KANDIRA 2 NOLU F TİPİ CEZAEVİ