Erkan Yavuz / İstanbul
İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım teşkilatları ile yaptıkları toplantılar ve bölgedeki gözlemler üzerine hazırlanan Kürt meselesi ve çözüm süreci raporunu kamuoyuna açıkladı. Raporda muhatap olarak sadece PKK’nin değil bölgedeki tüm aktörelerin sürece dâhil edilmesi istendi.
PKK, eskiden olduğu gibi bugün de kendi dışındaki gruplara tahammülsüz davrandığını, 6-7 Ekim olaylarında halkın kendini yalnız gördüğünü ve devletin bu olaylarda aciz kaldığını vurgulayan Yıldırım, “PKK, tek tipçi anlayış ve yaklaşımı ile daha önce alan hâkimiyeti adına kendisine muhalif olan grupları nasıl susturmuşsa/bitirmiş ise 6-7 Ekim olaylarında da aynı şekilde davranarak kendi dışında hiçbir yapılanmaya tahammül edemediğini ortaya koymuştur. Ayrıca muhaliflerini itibarsızlaştırma ve hedef gösterme çabaları içerisine girmiştir.” şeklinde konuştu.
OTORİTE BOŞLUĞU DEVLET GİBİ HAREKET EDEN PKK’Yİ DOĞURMUŞTUR
Bölgede devlet otoritesi boşluğunun olduğunun altını çizen Yıldırım, “Bölgede oluşan otorite boşluğunu PKK/KCK adeta bir devlet gibi yapılanarak doldurmuştur. Bölgede paralel yönetim, paralel yargı, paralel güvenlik mekanizmaları oluşturulmuştur. Ayrıca yol kesmeler, kimlik kontrolleri, vergi uygulamalar içine girilmiştir.” tespitinde bulundu.
“Üçüncü Göz Halktır” isimli raporu kamuoyuyla paylaşan Yıldırım, süreç ile ilgili tespitlerini ise maddeler halinde sıraladı.
İşte o çarpıcı maddelerden bazıları:
1. Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşayan bölge halkı ile temaslarımızda, özellikle geçmişte yaşananlar, çözüm süreci ve çözüm sürecini riske atan son gelişmeler değerlendirildiğinde bölge halkı; “Barışın ve çözümün sahibi ve koruyucusu olacağız, kim barışı ve çözümü savunursa o kazanacak. Biz de bu süreci gözleyen, denetleyen, takip eden ve zorlayan olacağız!” mesajını vererek “üçüncü göz biziz” demiştir.
2. Çözüm süreci Hükümeti, PKK’yı ve diğer herkesi aşmıştır. Süreç halkındır. Halk kendi meselesi olarak gördüğü Kürt meselesi ve etrafında oluşan sorunlar bütününün çözümü konusunda kararlılığını ortaya koymuştur. Bu kararlılığa, barışa, sürece kim nasıl katkı sunarsa halkın ona desteği tamdır.
3. Sorun, yılların ihmali sebebiyle bölgede milliyetçi bir söylemi güçlendirip belirli grupları ön plana çıkarmış olsa da, farklı düşünen kesimleriyle birlikte bütün Kürt halkının soruna taraf olduğu unutulmamalıdır. Aynı zamanda farklı etnik ve inanç grupları da bu sorunun tarafıdır. Şiddeti şantaj olarak kullanan kimi grupların tüm Kürt halkının sözcüsüymüş gibi hareket etmesi büyük tabloyu örtemeyeceği gibi, diğer bütün Kürt toplumsal kesimlerinin bunu kabul ettiği anlamına da gelmemektedir. Siyaseten ciddi bir temsil tabanı bulunan PKK ve PKK çizgisinin bütün unsurları, tüm Kürt halkını temsil etmediği gibi, hükümetin de yekvücut sanki tüm Türk kesimini temsil ediyormuş gibi düşünülmesi yanıltıcıdır. PKK çizgisinin ideolojik talepleri ile Kürt halkının farklı kesimlerinin genel ihtiyaçları önemli oranda farklılık gösterebilmektedir.
4. Ortadoğu’daki genel çatışma ve huzursuzluğun farklı farklı aktörlerden kaynaklandığı düşünülse de sorun aslında tek orijinlidir. Dolayısıyla Kürt meselesi, Mescid-i Aksa olayları, Suriye meselesi, Irak’ın istikrarsızlığı ve Kobani olayları tamamıyla birbiriyle ilintilidir. Emperyalizm ve Siyonizm’in aktörlerinin bu meselenin çıkışı ve çözümsüzlüğüne yönelik aktivitesi bilinen bir gerçektir. Küresel güçlerin bölgesel hegemonyasına, bölge halkının kanı üzerinden kurulan oyunlara dikkat çekmek gerekir. Ancak mazlum Kürt halkının ABD, israil ve işbirlikçilerinin oyunlarına karşı kendi kardeşlerinin ve bölge halkının ve değerlerinin yanında, adaletin yanında yer alacağı, tarihî bir sürecin içinde olduğu da görülecektir.
5. Çözüm sürecinin devamı esastır. Ancak süreç yeteri kadar anlaşılamamış ve ehemmiyeti yeterince anlatılamamıştır… Çözüm süreci olumlu yönde devam ettirilmezse Türk-Kürt-Arap kardeşliği zedelenecektir.
6. PKK, tek tipçi anlayış ve yaklaşımı ile daha önce alan hâkimiyeti adına kendisine muhalif olan grupları nasıl susturmuşsa/bitirmiş ise 6-7 Ekim olaylarında da aynı şekilde davranarak kendi dışında hiçbir yapılanmaya tahammül edemediğini ortaya koymuştur. Ayrıca muhaliflerini itibarsızlaştırma ve hedef gösterme çabaları içerisine girmiştir.
7. Yukarıda da ifade edildiği gibi, çözüm süreci dolayısıyla bölgede asayişi ve güvenliği sağlayacak bir otorite boşluğu oluşmuştur. Oysaki herhangi bir şiddet olayına meydan vermemek için gerekli tedbirlerin elden bırakılmaması barış sürecinin sürdürülebilmesi açısından önem arz etmektedir. Bölgede oluşan otorite boşluğunu PKK/KCK adeta bir devlet gibi yapılanarak doldurmuştur. Bölgede paralel yönetim, paralel yargı, paralel güvenlik mekanizmaları oluşturulmuştur. Ayrıca yol kesmeler, kimlik kontrolleri, vergiuygulamalar içine girilmiştir.
DİNDAR KESİMLER GÖÇE ZORLANIYOR
8. Bölgede ortaya çıkan önemli bir durum da örgütlülüğü güçlü İslami STK’lara ve Müslüman kimliğine yönelik saldırıların artmasıdır. Bu saldırıların bir sonraki aşamasının yaygın sistematik bir sindirme politikasına dönüştüğü ve “ya kendilerine katılım ya da bölgeyi terk etmeleri” konusunda zorlamaya tabi tutuldukları görülmektedir. Nihayetinde bölgeden İslami yapılanmalar uzaklaştırılarak PKK/KCK’nın bölgede alan hâkimiyeti sağlamaya çalıştığı bilinmektedir. Bu bağlamda bölgede mütedeyyin kimliğiyle tanınan kişilerin göçe zorlanması söz konusudur. Bu konuya ilişkin tedbir ve önlemlerinin geliştirilmesi elzemdir. Ayrıca bölgedeki varlıklı ailelerin güvenlik gerekçesiyle aynı şekilde bölgeyi terk ettiği de gözlemlenmektedir. İmam Hatip liselerini tercih eden çocuk ve gençlere yönelik PKK unsurlarının planlı aşağılama ve dışlama tavrını örgütlemesi de bir diğer tespittir. Bunlara ilişkin tedbirler de alınmalıdır.
9. Hangi partiden olursa olsun başta bölge milletvekilleri olmak üzere siyasi parti yönetici ve temsilcilerinin, devlet kadrolarının çözümün parçası olmakta, halkın barış talebinin ve sürecin takipçisi olmakta yeterince aktif ve belirleyici aktör olmadığı gözlenmektedir.
10. Bugün Ortadoğu’da İslam’ın ve Müslüman aktörlerin ya çeşitli oyun ve politikalarla saf dışı bırakılmaya çalışıldığı ya da kötü örneklikler oluşturularak toplumdan soğutulmaya çalışıldığı genel bir kampanya yürütülmektedir. Oysa bu toprakların binlerce yıllık İslami mirası, bugünkü sorunların çözümünde de temel rolü oynayacaktır. Tüm hukuki ve siyasi adımlarla birlikte İslam kardeşliği yeni dönemin temel harcı olacaktır. Bu çerçevede bölgede ideolojik ve manevi dejenerasyonun önüne geçilmesi, problemlerin çözümüne olumlu katkı sağlayacaktır. Bizler, İslam kavram ve değerlerinin egemen güçler tarafından politik bir araç olarak kullanılmasının değil gerçek anlamda altyapısı oluşturularak hayata geçirilmesinin çözümü kolaylaştıracağını düşünüyoruz. Zira inanıyoruz ki kavimler ve diller üstünlük veya aşağılanma sebebi değil, birbirimizi tanımak için yaratılmış ayetlerdir.
İHH başkanı Yıldırım, Tespitlerle ilgili çözüm önerilerini de şu şekilde sıraladı;
1. Her ne konuda olursa olsun taraflar arasındaki hiçbir anlaşmazlık, müzakere sürecini etkilememeli, süreç mutlak surette devam ettirilmeli, masa terk edilmemelidir. Bu bağlamda silahların kullanılmasına fırsat verilmemelidir.
2. Sorun, ülkedeki tüm kesimler için travmaya dönüşmüştür. Psikolojik ayrışmayı derinleştiren bu durumun ortadan kaldırılması adına devlet, kısıtlanan, engellenen ve gasp edilen bütün hakları iade etmelidir. Hakların verilmesi, silahların bırakılması sürecine bağlanmamalıdır. Haklar ve özgürlüklere dair düzenlemeler derhal gerçekleştirilmelidir. Silahların bırakılması süreci PKK ile devlet arasındaki bir süreçtir. Haklar ve özgürlükler konusu ise devletin vatandaşına karşı yükümlülüğüdür.
3. Çözüm sürecinde devletin muhatap taraf olarak sadece PKK/Öcalan’ı muhatap alması, sürecin zaman zaman çok ciddi sıkıntıya girmesine sebep olmaktadır. Hem çözüm için hem kalıcı bir barışın inşası için bölgedeki tüm gruplar/unsurlar sürece dahil edilmelidir.
4. Taraflar, kamuoyu önünde/hakemliğinde çözüm sürecini sürdürmelidir. Ayrıca çözüm süreci takvimi taraflarca belirlenmeli ve halka duyurulmalıdır. Adım adım ne yapılacağı, nasıl yapılacağı, ne istendiği belirtilmeli, üçüncü göz olarak halkın süreci takibi sağlanmalıdır. Böylelikle tarafların hem birbirlerini hem de halkı yanlış yönlendirmelerinin önüne geçilmiş olunacaktır…
5. 6-7 Ekim olaylarında ortaya çıkan otorite boşluğunun sebepleri çok farklı şekillerde yorumlansa da sonuç olarak canlarını kaybedenlerin de, her türlü mağduriyet yaşayanların da sorumluluğu devlettedir. Hangi gerekçe ile olursa olsun suç işlenmesine müsaade edilmemeli, etkili bir soruşturma yapılmalı ve suçlular cezalandırılmalıdır.
6. Taraflar süreç yönetiminde çözüm iradesinin kendisini yani süreci esir etmemeli, tehdit ve şantaj unsuru olarak kullanan bir dilden uzak durmalıdır.
7. Bölgedeki çözüm sürecinin devamı ve sürdürülebilirliği adına, toplumun inanç noktasındaki etkin önderleri, Meleler, çeşitli etkinliklerle halkı aydınlatmalı, inisiyatif almalıdırlar. Sivil bir inisiyatif oluşturarak özellikle gençler bilinçlendirilmelidir. Öfke, şiddet, nefret, ayrıştırıcı dil-söylem ve eylem yerine barış, kardeşlik, adalet, hak, sevgi üzerine bir dil ile toplumun yeni barışçı dinamikleri sağlanmalıdır. Unutulmamalıdır ki, “Çözüm Süreci” adıyla başlayan yeni dönem, “Kürt sorununa çözüm” etiketi ile sunulamayacak kadar derinlikli değişim ve dönüşümleri gerektirmektedir. Bu uzun ve zahmetli sürecin inşası ve kalıcılığı gençlerle sağlanacaktır.
8. Çözüme hareket noktası kazandıracak temel unsur; tüm yukarıdaki boyutların göz önünde bulundurulacağı, sorunun hukuki, ekonomik ve siyasi yönlerini önceleyen bir yaklaşımın benimsemesidir. Bunun için de Türkiye’de tek tipçi anlayışın ürünü olan ve sadece Kürt halkının değil Türkiye’deki tüm kesimlerin aynı şekilde mağdur olduğu başta darbe ürünü Anayasa olmak üzere bir dizi hukukî ve idarî yapının değişmesi zorunluluk arz etmektedir. Resmî ideolojinin mağdurları kadar geniş diğer bir kitle de, PKK tehditleriyle sindirilmiş ya da bıktırılmış halk kesimleridir. Bu kesimlerin kendilerini özgür ve güvende hissetmeleri de sürecin başarısında öncelik taşımaktadır.
9. Ana dilde eğitim imkânı mevzuat olarak düzenlenmeli ve uygulamaya konulmalıdır. İHH olarak nasıl “Doğu Türkistanlıların hak ve özgürlüklerini savunuyor ve bununla ilgili olarak Çin yönetimine Doğu Türkistanlıların dilini resmî olarak kabul etmek zorundasınız ve okullarında eğitim yapabilmelerine müsaade etmek zorundasınız” diye taleplerimizi bildiriyor ve bu konuda sivil baskı oluşturmaya çalışıyorsak aynı şekilde bu tavrı Kürtçe için de savunuyoruz.
10. Bölgede faaliyet gösteren tüm İslami STK ve gruplar, mazlumların yanında yer almalı, bu konuda inisiyatif kullanmalıdır. Zulüm kimden gelirse gelsin kime karşı yapılırsa yapılsın karşı durulmalıdır. Bu bağlamda HÜDA PAR’ın kurumsal mekânlarına veya müntesiplerine yönelik gerçekleştirilen saldırılar asla kabul edilemez…