İşte Hayrettin Karaman`ın "Müslüman, siyaset ve parti" başlıklı o yazısı:

Sayısız ayet ve hadis beş temel değerin korunmasını emretmektedir: Hayat, din, akıl, nesil ve mal. Bunlara mekâsıdu’ş-şeri’a (dinin temel amaçları) denilmiştir ve tamamı insanın dünya hayatının içindedir, dünyaya aittir, öldükten sonra değil, yaşarken gereklidir. Ebedî hayatta gerekli olan sermaye de bunlar sayesinde elde edilecektir.

Siyaset, iktidarı talep etmek ve elde edilince de bu güce dayanarak toplumu yönetmekle ilgili bir süreçtir. Toplumu yönetenler durmadan kanunlar çıkarmakta, kararlar almakta ve bunları yürürlüğe koymaktadırlar.

Uygulanan kanun ve kararların tamamı dinin korunmasını istediği temel değerlerle ilgilidir. Din bu temel değerlerin yalnızca korunmasını istemekle kalmamış, nasıl kazanılıp korunacaklarını da açıklamıştır.

Hem kürtaj serbest bırakılır, kısas kaldırılır hem de hayat korunamaz. Dinin serbestçe öğrenilip yaşanması kısıtlanırsa din korunamaz. İçkiyi ve uyuşturucuyu yasaklamadan, aklı doğru kullanmayı sağlayacak eğitim ve öğretim yapılmadan, akıl ve ruh sağlığı için gerekli tedbirler alınmadan akıl korunamaz.

Nesli korumak İslâm ailesinin kurulup işletilmesine bağlıdır. İsraf, kumar, faiz, karşılıksız para, enflasyon, rüşvet, gasp ve diğer haksız kazanç yolları açık tutuldukça meşru malı korumak mümkün değildir...

Bugün siyaset genellikle bir partiye intisap etmek suretiyle yapılmakta, partinin menfaat, ilke ve kuralları, partililer için bağlayıcı olmaktadır.

İnsanlar yaşadıkları gibi düşünme eğiliminde olduklarından başlangıçta genel ilke ve değerlerle çatışan parti talepleri, mensuplarının vicdanlarını rahatsız ederken giderek bu rahatsızlık da ortadan kalkmakta, partililer tek tip haline gelmektedirler.

Dinin bu mânâda bir partinin içine sokulması ve Müslümanın da böyle bir parti anlayışı içinde siyaset yapması caiz değildir. Parti bir araçtır; amaç, dinin ve evrensel değerlerin korunmasıdır.

Parti bunları değil, bunlar partiyi kontrol etmelidir. Bu kontrolün yapılabilmesi için de dinin ve dindarın bir başka siyaset anlayışı ve uygulaması içine yerleşmesi elzemdir.

Müslümanlar için farz-ı kifaye olan siyaset dünyada ve ülkede olup bitenleri dinin ilke, hüküm ve menfaatleri bakımından takip etmek, alınan kararların ve yapılan icraatın dinin temel değerleri ve hükümleri bakımından neyi getirip neyi götürdüğünü tespit etmek, buna göre gerekli tavır ve tedbirleri almak şeklinde yürütülecektir.

Müslümanın oyu, muvafık veya muhalif tavrı; partinin, katıldığı uluslararası kurum ve birliklerin kural, ilke ve kararlarına göre şekillenemez; dinin korunmasını istediği değerlere ve uygulanmasını istediği hükümlere göre şekillenir.

Din kuralı, ya vahiy veya vahyin ışığında ictihad yoluyla Allah’ın iradesini temsil eder; ona aykırı olan bir başka kural, din kuralının üstüne çıktığı, başka bir otorite Allah’ın ve Resulü`nün önüne geçirildiği hakimiyet kontrolü eline aldığı zaman, bir mânâda ibadet olan itaat alanında şirk gerçekleşmiş olur.