Süleyman Kayli / Haber analiz / doğruhaber

Alman vakıflarının bu vesileyle gündeme gelişinden dolayı sonraki gün de açıklamalarına devam eden Erdoğan, yaptığı açıklamaların kimi medya tarafından yanlış olarak aktarıldığını ‘Benim ne konuştuğumu maalesef medya tam manasıyla aynen söylediğim gibi yansıtmıyor’  diyerek söyleşi yapılan hususun medya tarafından cımbızlanarak haberleştirildiğini dile getirdi. Konunun sıcaklığını koruması nedeniyle Perşembe günü de bu hususa değinen Erdoğan, kastının, belediyelere yardım eden kuruluşların (vakıfların) aynı zamanda istikamet belirlediklerini ve belediye ihalelerinin kimlere verileceği hususunda yönlendirmeler yaptıklarını anlatmak olduğunu söyledi. Tartışmaların odağındaki Alman vakıfları, Almanya’nın Türkiye Büyükelçiliği ve ilgili kuruluşlar konuyla ilgili açıklamalarda bulunarak Başbakan’ın ifadelerini eleştirdiler. Türkiye’de belirgin bir Alman nüfusu barınmamasına rağmen, Almanya’nın sayıları elliyi geçen vakıfla Türkiye’de faaliyet göstermesi işte bu nedenle üzerinde durulmayı hak eden bir husustur.

Alman vakıfları ilk olarak ‘Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası’ adlı kitapta gündeme geldi. Kitabın yazarı olan akademisyen Necip Hablemitoğlu, Bergama’da siyanürle altın aranmasına karşı çıkan köylülerin arkasında Alman vakıflarının olduğunu dile getiriyor, Almanya’nın vakıflar aracılığıyla Türkiye’de nüfuz kazandığını söylüyordu. Öldürülmesinin arkasında Almanya’nın olabileceği dile getirilen Hablemitoğlu cinayetinin izi sürülemeyince dosyası faili meçhuller rafındaki yerini aldı. Sonraları Ergenekon davası tutuklu sanıklarından OsmanYıldırım; Veli Küçük, Muzaffer Tekin ve Osman Gürbüz ile yaptıkları bir toplantıda kendisine 1 milyon dolar karşılığında Necip Hablemitoğlu’nu öldürmeyi teklif ettiklerini ve kendisi bunu kabul etmeyince Veli Küçük’ün Osman Gürbüz’e, ‘Osman bu iş yine sana kaldı’ dediğini ve 6-7 ay sonra Osman Gürbüz’ü gördüğümde Hablemitoğlu’nun parasını kumar masalarında bitirdik dediğini Ergenekon davası iddianamesinde ifade etmişti.

I. Dünya Savaşı’nda İttihatçılar ve bilhassa Almanya hayranı Enver Paşa’nın gayretleri sayesinde Almanya’nın Osmanlı’yı savaşa sokması ve yine II. Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi savaşa dahil etme gayretleri hatırlanınca Almanya’nın Türkiye’ye dair hesaplarının azımsanmayacak önemde olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’de Gazeteciler Cemiyeti’nden tutun Ka-Der’e değin yüzlerce Batıcı STK’yla kapsam alanı oldukça geniş projelere imza atan Almanya’nın ülke içindeki partilerin resmi olmayan kolu olan vakıflarla yaptığı faaliyetlere göz atınca, Alman vakıflarının tahminlerin üzerinde bir güce ulaştığı fark ediliyor.

Tabii işin bir de “Bölge”ye dair boyutu var ki tadından yenmez! Bir taraftan ‘Sivil Cuma’ adı altında daha çok Kürd halkını camilerden soğutmaya matuf projelere imza atarken, bir taraftan da ‘Kimsenin Namusu Değiliz’, ‘Tecavüz Kültürünü Aşalım’ yürüyüşleriyle Kürd kadınını evlilik gibi kutsal kurumlardan soğutma amaçlı gayretler hatırlanınca Alman vakıflarının BDP ve paralel yapılarıyla ilişkisinin de aslında altı çizilmesi gereken hususlar olduğu anlaşılmaktadır. 

Vakıfların tüzüklerinde yazılı faaliyet alanlarına bakılınca kadın hakları, barış, çevre sorunları, cinsel eşitlik gibi konuların öncelendiği görülmektedir. Ancak aynı vakıfların bilhassa CHP ve BDP’li belediyeleri fonlayarak ihalelerde söz sahibi oldukları, vakıflar aracılığıyla Alman dış istihbaratına bilgi devşirildiği, gazeteci kimliğiyle geldikleri “Bölge”de toplumsal olayları görüntüleyerek Almanya’ya bilgi aktardıkları ileri sürülmektedir. Vakıfların eşgüdüm içinde çalıştıkları yerli(!) STK’ların adlarına ve faaliyetlerine bakınca neredeyse Türkiye’deki Frenk mükallidi çevreleri tamamen çevreledikleri anlaşılıyor! 

Türkiye’de de faal olan Alman vakıfları

Adını Almanya’nın ilk cumhurbaşkanı Friedrich Ebert’ten alan Friedrich Ebert Stiftung adlı vakıf Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD)’ye yakınlığıyla biliniyor. 1925 yılında kurulan vakıf, amaçlarını ‘demokrasi ve çoğulcu topluma destek, yetenekli gençlere eğitim fırsatı sağlanması ve uluslar arası işbirliği ve anlayış ortamının güçlendirilmesi’ olarak dile getiriyor. Alman Federal devleti ve eyaletlerden maddi destek alan vakfın dünyanın birçok ülkesinde temsilciliği bulunuyor. Türkiye’de 1988 yılında faaliyet göstermeye başlayan vakfın Ankara ve İstanbul’da da temsilcilikleri bulunuyor. Vakfın Türkiye temsilcisi hafta içinde bir haber kanalına yaptığı açıklamada amaçlarının ‘Türkiye’yi AB’ye, AB’yi Türkiye’ye yakınlaştırmak’ olduğunu ve ‘siyasi bir akım’ olduklarını dile getiriyordu. Vakıf, Ka-der, Tesev, Tarih Vakfı, Sabancı Üniversitesi gibi STK ve üniversitelerle eşgüdümlü çalışmalar yapıyor.

Konrad Adenauer; Almanya’nın ilk başbakanının adını taşıyan vakıf Hıristiyan Demokrat Parti’ye yakınlığıyla biliniyor. 1983 yılından beri Türkiye’de faaliyet gösteren vakıf, Gazeteciler Cemiyeti, Türk Belediyeler Birliği ve Türk Demokrasi Vakfı gibi kuruluşlarla ortak faaliyetler yürütüyor. Hatta Gazeteciler Cemiyeti aracılığıyla her sene gazetecilik ödülleri veriyor.

Heinrich Böll Stiftung; Yeşiller Grubu ile paralel çalışmalar yapan vakıf Türkiye’de 1994 yılında kuruldu. Kamer vakfı, Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı gibi stk’larla azınlıklar ve insan haklarının korunması, kadın erkek eşitliğinin geliştirilmesi v.b çalışmalar yapıyor. Türkiye’de yakından tanınan Claudia Roth’un mensup olduğu Bundnis 90 Grune  (Yeşiller Partisi) de çevre, barış, cinsel eşitlik(!) gibi konularda çalışmalar yapmaktadır.  

Friedrich Naumann, Alman Hür Demokrat Parti ve liberallere yakınlığıyla bilinmektedir. Tesk, Turçev (Türkiye Çevre Vakfı) ve Liberal Düşünce Topluluğu ile ortak faaliyetler düzenliyor. Rosa Luxemburg, Die Linke, Körber, Alexander von Humboldt ve Hans Seidel gibi daha onlarca vakfın Türkiye’de faaliyet gösterdiği biliniyor.