Âlemlerin Rabbine hamd, Resulüne ve onun ashabına salat ve selam olsun. Satırlarıma başlarken Deccal’ın korkak ve “xwinhelal” askerleri tarafından Amed’de kalleşçe şehid edilen ve gazi olan kardeşlerimizi tebrik eder ve zalimlerle cihad eden kardeşlerimizi selamlayarak başlamak istiyorum.
Sevgili okuyucular, bir seneye yakındır günlük yazıyorum. Halen de günlük tutmaktayım.
Zira zindan sürecimin bence en mühim bir zaman dilimi olması, bu uzun süreçte her tür mahkûma dair tanıklığımı, tecrübelerimi kayda almaya gördüğüm lüzum üzere ve bir de dışarıdaki mektuplaştığım sevgili annem, babam, bacılarım ve kardeşlerim, sevgili akrabalarım ve çok sayıdaki dostlarımın zindan yaşantıma dair ısrarlı ve meraklı sorularına cevap olması için ve en mühimi de şu satırları okuyan salih okuyucuların ve bahusus aziz şehidlerimizin ailelerinin ve eskiden zindanda bendenize namaz sonrası ismen dua eden sevgili ve muhterem abilerimin dualarının devamı için yeni günlüklerimi paylaşma gereği duydum. Tabi yine sansürlemeden…
Geçen ay bu sayfada yayınlanan günlüklerimden sonra gerek diğer zindanlardaki sevgili dostlarımdan, abilerimden olsun gerek dışarıdaki sevgili okuyuculardan gelen çok sayıda mektupta, nacizane günlüklerimi çok beğendiklerini belirttiler…
Halen yazdığım yeni günlüklerimi de paylaşmamı şiddetle rica ettiler. Bu vesileyle çok kıymetli okuyuculardan en az bir ay boyunca sevgili Mahmud Hasar abinin mühim hastalığından şifaya kavuşması için ve Allah’ın görünen ve görünmeyen ordularıyla desteklediği Hizbullah’ın bu kez küfrü Kürdistan’dan tamamen ortadan kaldırarak parlak bir zafer elde etmesi için dua istirham ediyorum.
30 EYLÜL 2014 SALI
Sabah namazından sonra uyumuyorum. Tabii yatsı namazını kılar kılmaz yatıyorum. Böylece Allah’ın yardımıyla yeni başladığım hafızlığa daha verimli çalışıyorum. Gerçi migrenim tutunca uyku düzenim darmadağın oluyor. Tekrar aynı düzenimi sağlamak için çok uğraşıyorum.
Zira gece erken uyuyabilmek için sabah namazından yatsıya kadar hiç uyumamak gerekir ki uykusuz kalıp yatsıdan sonra uyuyabileyim. Ancak aynı düzeni yakalayabilmek için uykusuz kaldığımda da migrenim tutuyor.
Migren demek, birçok nafile ibadetlerden ve hafızlık çalışmasından mahrum kalmak demek…
Aslında yedi yıl önce de hafızlığa niyetlenmiştim.
Ancak hafızlıkta başarısız olan bazı kardeşleri görmüş ve azmim kırılmıştı. Kırıkkale F Tipi Cezaevi’ne sürgün edilince Allah’u Teâlâ’nın yardımıyla hafızlığa karar verdim. Karar vermemi tetikleyen ise Doğruhaber Gazetesi’nin Şehid Abdülaziz Rantisi’nin oğluyla yaptığı röportajdaki, şehidin zindandayken Kur’an’ı ezberlediği bilgisiydi. Çocuklarına: “Ben ne zaman ki Allah’ın kitabını ezberledim, işte ondan sonra Allah’ın yardımlarını görmeye başladım.” demişti
Sabahleyin gardiyanlar avlu kapımızı açar açmak avluya çıkıyorum. Gündüz hasta değilsem tüm okumalarımı avluda tur atarak yapıyorum.
Şu Kırıkkale’nin iklimi, suyu, insanları Kürdistan’dakinden çok farklı… Ama insan zamanla alışıyor.
Somun ekmeğimizin içi pişmediğinden yiyemiyoruz. Çöpe atmak yerine serçe ve sığırcık kuşlarını yemesi için avludaki pencere kenarına bırakıyorum.
Ekmeğin içini önce ıslatıyorum, sonra pencereye bırakıyorum. Artık ilk günlerdeki gibi ürkek değiller, zaten üst kat penceremizin karşısındaki duvarda bir yuvaları var. Bir ay boyunca anne babalarını onlara yiyecek taşımasını seyretmiştim. Ekmeğe gelen serçelerin çoğu bu senenin yavruları… Serçelerin ekmek yemelerini izlemek doyumsuz bir zevk… Amed zindanındayken de avluya ekmek doğrar, yanına da yazın buzlukta soğuttuğum balık konserveleri içindeki suyu bırakırdım. Amedlilerin Yusuftutan dedikleri bir çift kumru da sık sık gelirdi avlumuza.
İnsan çok uzun yıllar zindanda kalınca hayvan görmeye hasret kalıyor. Hatta Amed zindanında hastaneye gidiş gelişlerimde X-RAY cihazının altında bir kedinin yavruladığını ve orasını yuva edindiğini fark etmiştim. Çocukluğumdan ta sevgili anne babamın yanından ayrılıp Kürdistan’a gittiğim on altı yaşıma kadar evimizde kedilerimiz vardı. Bu yüzden kedileri çok seviyorum.
X-RAY cihazının altındaki kedi yavrularından bir tanesini gizlice odama getirtip beslemek için birçok vasıtalarla aylarca teşebbüsüm olduysa da başaramadım. Her ay yapılan oda aramalarında görülse gardiyanlar alıp götürürdü. Ama buna rağmen kendimi alamamıştım. Bugün de Kurban Bayramı tebriklerini yazmaya devam ediyorum. Biz Yusufiler başka Medrese-i Yusufiye’deki kardeşlerimizle mektuplaşırız, bayramlarda da tebrik göndeririz. Masamda bir liste ve bir tomar posta pulu var. Gelen mektuplara ve tebriklere cevap yazmaktan şehadet parmak ucum nasır tuttu. Dilimle ıslatıp zarflara yapıştırdığım pulların zamkı ağzımda acı bir tat bırakıyor. Yine de değer. Zindanda bize gelen her bir mektup, bir mutluluk kaynağı... Ayrıca verilen selama mukabele etmek gibi kendimize vacip biliyorum cevap yazmayı.
Mektup personeli mazgala beş – altı mektup bırakıp gidiyor. Sevgili ve muhterem seydam Mela Mızgin’den, sevgili Metin Coşkun abinin ve sevgili Faruk Afşin abinin muhabbetnameleri gelmiş. Hemen açıp okuyorum. Hasret sevgi ve dualar…
01 EKİM 2014 ÇARŞAMBA
Posta kolisi gelmiş diye çağırdılar. Gittim Dua yayınlarından gelmiş. Paket açıldığında çok heyecanlandım ve Rabbime şükür ettim. Sevgili M. Ali Gönül abi, Kürtçe tercümesini tamamlamaya Rabbimin muvaffak ettiği, Üstad Bediüzaman Hz.lerinin “Mu’cizate Ahmediye” isimli eserden on beş tane göndermişti. İlk defa tercümemi görüyordum. Ayrıca diğer Yusufi kardeşlerimizden üçünün yeni çıkan eserleri de vardı. Odaya dönünce şükür secdesine gidiyorum.
Sevgili M. Ali Gönül, İbrahim Güreceğiz, Hacı Bayancuk, Veysi Ayyıldız, Seyfeddin Kınay, İrfan Çağrıcı, M. Emin Sabaz abilerin muhabbetnameleri geldi. Hemen okuyorum.
Musluk suyumuz acı… Bu yüzden gardiyanların dediğine bakılırsa iki Hizbullah koğuşundan başka tüm koğuşlar kantinden hazır su alıp tüketiyor. Ayrıca aşırı kireçli bir suyu her ay 20-30 lira arası elektrik parasını bizden alan devlet en az 30 lira da su parasını dayatmış gibi geliyor bize. Belki de hazır su almaya alışmadığımız için tüketmiyoruz.
Yemekte pilav ve sulu nohut var. Altı ayda birkaç kere kıymalı pide verdiler. Doğrusu şaşırdım. Hamd olsun, Rabbimizin nimetlerine nankörlük etmiyoruz, bilakis şükrediyoruz. Ancak şikâyetimiz, Allah’ın taamlarını bozmalarına ve GDO’lu malzemeyle özensizce ve lezzetsiz pişirmelerine ve malzemeden çalmalarınadır.
Sevgili anneme telefon açıyorum. Beni çok özlemiş. “Sen iyiysen ben de iyiyim gurbana te…” diyor. Sevgili babam da yanında… O da telefonu alıp iltifat buyuruyor… Haddimden fazla iltifat buyuruyorlar, şefkat gösteriyorlar. Onlar böyle üzerime titrediklerinde, bu merhametlerinde, her seferinde Rabb-i Rahim’imin Rahman, Settar, Vedud, Halim, Hafiyz, Qeyyum, Muheymin esmalarının yansımalarını tefekkür ediyorum. Otomatikman aklıma geliyor. Anne babamın ve akrabalarımın şefkatlerinden aldığım mutluktan çok, fani şefkat ve iltifat perdelerinin arkasında şefkat kaynağı olan baki isimlerini bulunduğu idrak ettiren Rabb-i Rahim’imin lütfettiği hadsiz yardımları ve ihsanlarından dolayı mutluk duyuyorum. Layık olmadığım halde lütuf ve yardımlarını üzerime yağdırmasını sevgili anne babamın, Seydalarımın ve Yusufi dostlarımın dualarına hamlediyor. En önemlisi de aziz şehitlerden Ğayib, Hamdullah, Huseyine Xanıki, Orhan ve Huseyne Fili gibi dostlarımla yaptığımız anlaşmaya bağlıyorum. Zira Müslümanların başına gelen felaketlerden olmazsa şu betonların ve ”mahrumiyetlerin” arasında mesudum. Allah’ın yardımı değil de nedir? Saadeti bulmanın yolunu Kur’an-ı Kerim’de ve tefsiri olan Risale-i Nur’da görüyorum.
Şehid dostlarımla yaptığımız sözleşmeye göre hangimiz önce şehid olursa Allah’u Teâlâ’nın huzuruna çıktığında “Benden ne dilersen vereceğim” buyurduğunda “Ya Rabbi! Arkadaşıma da şehadet nasip edip, yanıma getir.” Demeye ahd-u söz vermiştik. Birbirimize ayrıca şefaat edecektik.
Yargıtay’ın da tıpkı Anayasa mahkemesi gibi başvurumu reddeden evrakını aldım. Cezaevinin keyfi uygulamalarına sessiz kalmak istememiştim.
SELAMİ SEVİM KIRIKKALE F TİPİ KAPALI CEZAEVİ
DEVAMI GELECEK…