Namaz kıldıran imam her namaz öncesi cemaate “safları sıklaştırmaları” uyarısında bulunur. Safların sıklaştırılmasıyla ilgili çok sayıda hadis bulunur ki buna gerekçe olarak “Müslümanların arasına şeytanın, vesvesenin ve ayrılığın girmemesi” gösterilmiştir.
Saf bağlamanın nasıl olması konusunda Kur’an-ı Kerim engin icazıyla “… Kaynatılmış kurşunlar gibi…” benzetmesini yapar. Şüphesiz bu tarzdaki bir kenetlenme yüce Allah’ın sevdiği müminlerin, sevdiği önemli bir özelliğidir.
Safları sıklaştırma İslam cemiyetinin diğer topluluklardan ayrıldığı belirgin yönlerden biridir. İslam tüm hayatı kulluk ve ibadet üzerine inşa eder. İbadetlerin iki ucu bulunur. Birisi namazdır ki cihad-ı ekberin nefs ile ruhun terbiye aşamasıdır. İkinci nokta ise kıtal cihadıdır ki bu da mal ile canla yapılan mücadeleyi anlatır. Her ikisinde de safların sıklaştırılması istenmektedir.
İslam neden safların sıklaştırılmasıyla bu kadar çok ilgilenmiştir, neden Resulullah (sav) ümmetine her namaz öncesi safların sıklaştırılmasını daimi bir sünnet olarak bırakmıştır?
Allah Resulü ‘nün harp nizamında ortaya koyduğu yeniliklerde gözle görülen ilk şey Arapların pek de alışık olmadıkları askeri düzen-intizam idi. Resulullah Medine’de meşhur “Medine Vesikası’nı” tanzim ettikten, mescidini inşa ettikten sonra din-i mübinin “sancak, bayrak” gibi önemli sembollerini belirlemiş ve inananlarını belli değerler etrafında yekvücut hale getirmiştir. Bu düzeni kurmaya başlayan Resulullah’ın son nefesine kadar ashabının kenetlenişini denetlediğini ve bunun hasar görmemesi için çaba gösterdiğini siyer-i nebinin her safhasında görmek mümkündür.
Düzen-intizam ve kenetlenme ile ilgili örneklerin bolluğu tümünün el alınmasını ancak geniş bir siyer taramasıyla mümkün kılacağından burada sadece namaz ile cihatta kenetlenmenin ehemmiyetine değinmek yeterli olacaktır.
Namaz ibadetlerin lübbü, özü, özeti, DNA’sıdır. Namazın tebrik ve pratik karakteri İslam’ın geriye kalan tüm amel ve ibadetlerinin keskin bir yansımasıdır. Namaz, gerek şeklen gerekse de ruhen tam bir disiplin ve intizam işidir.
Öncelikle namazın ön şartları kollanır. Vakit ve abdest… Sonrası şekli/bedeni bir düzen (kıyam-rükû sücut) çerçevesinde belli sıralamalara dikkat gerekir. Ancak namazın içsel boyutunda belli bir sıralamadan ziyade ruhi bir motivasyon ve cezp hali ile ilahi rabıta vahyi nağmeler ile düşünerek iman bağı daha sıkı hale getirilir.
“Namaz dinin sütunudur.”, “Namazı olmayanın dini olmaz…” gibi hadisler ile Kur’an’da yüzden fazla yerde namaza vurgu yapılması bu amelin İslam’ın görünen dinamik yüzü olmuştur. Kısacası namazını nebevi terbiye ile disipline eden insanın diğer amelleri ve hatta günlük yaşantısındaki hareketleri belli bir düzene kavuşur.
Namaz için kıyama duran insanlar omuz temasında hizaya geçer birbirine iyice sokulur. Bir imam önderliğindeki bu safa duruş tıpkı bir askeri içtimaa benzer. Siyer okumalarında Allah Resulü’nün hem namaza başlamadan önce hem de savaşa başlamadan önce ashabının saflarını bizatihi denetlediğini ve gerek cami cemaatini gerekse de ordusunu “…sen biraz geri çekil, sen ileri çık, sen dik dur…” diyerek simetrik bir görüntü verdiği görülür.
Resulullah’ın (sav) bu tarz görüntüsel mesajları bir hayli çoktur. Temel amaç inananlar arasında birliği beraberliği aynılığı ve kul olma hasebiyle eşitliği göstermek olduğu kadar, İslam karşıtlarına da güçlü bir mesaj vardır. Bu mesajın ana hedefi düşmanlara Müslümanların sarsılmaz kenetlenişini göstererek onları korkutmak ve Müslümanlar aleyhine olası hevesleri kursaklarında bırakmaktır.
On dört asır önce vahiy merkezli olarak bir araya gelen İslami cemiyete bakıldığında en belirgin özelliğin şahsi/kabileci çıkarların geride bırakılarak İslam davasının varoluşsal hedefleri etrafında sıkıca kenetlenmiş güçlü bir kardeşler topluluğu görülür. Bu topluluk Mekke döneminin zorluk ve muhalefet evresinde ayakta kalmaya ve canlarını azgın müşriklerden koruyarak mevcut gizli/açık yapılanmayı idame etmeye çalışmıştır. Bu durum nihai olarak büyük Hicret’e kadar ekseriyetle savunma boyutlu anlaşılmaktadır.
İslam davasının iktidara taşındığı Medine döneminde ise çok daha ileri seviyede kenetlenmenin örnekleri görülür. Mekke’de rakip/düşman sadece müşrikler iken, Medine’de cephe oldukça geniştir. Şehrin kontrolünü genel anlamda sağlayan Müslüman topluluğa karşı ilk cephe münafıklar tarafından sessizce açılır. Ardından adım adım Yahudi kabileleri silahlı anlamda cephe açarlar. İslami cemiyet Mekke müşrikleriyle uğraşırken bir yandan da Medine içindeki bu yeni oluşum/karşıtlıklarla mücadelesini sürdürür. Çok geçmeden fikri tartışma ile Necran Hıristiyanları da saflarını belli etmiş ve İslami varlığa yeni bir cephe açmışlardı. Hayber ile Mekke’nin fetihleriyle tam rahatlayacak denilen Medine İslam Devleti bu hızlı büyümesiyle Kisra ve Kayser’in dikkatlerini çekmiş ve ashab-ı güzine Şam cephesi görünmüştür…
Tüm bunların oluşum ve çekişme aşamaları kadim siyer kaynaklarında detaylandırılmıştır. Bu yirmi üç yıllık dönemin ilk yarısında ashabın kenetlenmesi varlığını koruma ve sürdürme stratejisi üzerine kurulmuşken ikinci yarıda ise kemikleşmiş yapıyı korurken bir yandan da hayati önem taşıyan “Yayılma…” ile ilgili hedefler gerçekleştirilmiştir.
Her iki dönemde de bu hedeflere ulaşmada en önemli etken şüphesiz bir topluluk (cemaat) olma şuuru ve bilincidir.
Allah Resulü ‘nün, üzerinde en çok titrediği sosyal olgu şüphesiz ki Müslümanların bütünlüğünü ifade eden bu güçlü kenetlenmeleri olmuştur.
Safların sıklaştırılması olgusu Seriyye ve Gazalar (Gazveler) üzerinden okunduğunda Resulullah’ın tüm savaşlarının/harplerinin genel siyasi stratejisinin ince dokunmuş taktiksel manevraları olduğu görülür. Gerek askeri birimlerin/ordunun hazırlığı gerekse de sahada boy gösterirken ki pratikleri esnasında sergiledikleri üstün akla dayalı içtenlik, birlikte hareket etme, sağduyulu davranma, soğukkanlı olma, emir sahibine itirazsız itaat etmeleri, silah donanımları açısından zayıf olsalar da bedeni ve ruhî anlamda güçlü ve hazırlıklı olmaları harp esnasında Müslümanı (kardeşleri dahi olsa) karşı tarafta bulunan akrabalarına/kabilelerine tercih etmeleri, harp meydanında din kardeşlerini sahiplenmeleri birbirlerini terk etmemeleri, tehlike esnasında kardeşlerini komutanlarını kendilerine tercih etmeleri… Gibi örneklikler ashab-ı kiramın Asr-ı Saadet devrinin on yıllık Medine devrinde onca yolu almalarını sağlamıştır.
İslam cemaati, kenetlenişi sosyal hayatın her aşamasında hassasiyetle sergilemiştir. Komşuluktan ticarete, kardeşlik ilişkilerinden aile yaşantısına her alanda bilinçli ve duyarlı bir kenetlenme vardır.
Başta geçtiği gibi saf bağlamanın zahiri iki yüzü namaz ve harp meydanıdır. Ancak harp meydanındaki kenetlenmenin de iki boyutu vardır. Birincisi askeri manadaki lineer dizayndır. Öyle ki bu düzen ve intizam emir-komuta hiyerarşisine işaret ettiği gibi rakip ve düşman güçlere karşı yapılan ilk hamledir de aslında. Bununla birlikte;
Harp için hazır olma, hazırlanma, kuvvet toplama harbe çağrılınca icabet etme, mücahidi donatma, mücahidin geride bıraktığı evlat-u iyaline sahip çıkma emir altında iken sünnete uygun şekilde itaat etme harp meydanına indiğinde şehadet mevhumunu özümsemiş bir hal ile benliğinden soyutlanma… Harbin akabinde zafer ve fetih olduğunda mütevazılıği elden bırakmama, mağlubiyet yaşandığında izzetli duruşundan en küçük bir taviz vermeme, alınan her darbeyi karşılaşılan her sorunu yeni bir hamleye yeni bir çözüm arayışına dönüştürme azmi taşıma, umut olma, umudu taşıma, savaşı sadece davasını daha ötelere taşıma/yaymak için bir araç olarak ya da bir mâniayı ortadan kaldırma olarak görme…
Bunlar gibin nice realite, Müslümanların vahiy perspektifinin çizdiği rotada saf tutmaları ve saflarını sıklaştırmalarının tezahürüdür.
Nitekim ashabın yaşadığı harplerde tüm bu sahnelerin yaşandığı gözlenmiştir.
Anlaşılan rehavet ve ordunun ön kısmında kerhen/gönülsüz/tam öğrenmeden Müslüman olmuş yenilerin can korkusu neredeyse tüm kazanımları heba edecek büyük bir hezimete yol açacaktı. Resulullah’ın engin feraseti ve büyük komutanlığının sahne aldığı çağrısıyla Uhud’u yaşamış olan Ensar-u Muhacir derhâl saf tutarak en büyük zaferi elde etmişlerdi.
Dördüncü sahne “Zorluk ordusu” ve Tebük Seferi’dir. İnsanlar canları malları ve nefisleriyle sınanmışlardır. Bu gazveyi genel hatlarıyla anlatan “Tevbe Suresi” inmiş ve bazı “sahabeler” bu sure münafıkların maskesini düşürdü derken diğer bir kısmı da “Bu sure hepimizin halini anlattı, maskesini düşürdü” demişler ve o zorluk seferine şahitlik etmiş demişler ve o zorluk seferine şahitlik etmişlerdi. Bu sefer esnasında münafıkların sayısı ve işledikleri cürümler birçok araştırmaya konu olmuştur. Güzide sahabelerden olmalarına rağmen geride kalan üç kişinin meselesini yüce Allah özel olarak kelamında konu edinmiş inananlara dersler ibretler belirlemiştir.
İmdi; Müslüman topluluğun ve İslam davetçisinin için son nefesine kadar sürecek olan mücadele atmosferinde an be an saf tutulması elzemdir. Bu saf tutuş için fiziki ya da coğrafi yakınlık şart değildir. Yan yana olup da gönülleri fersah fersah uzak olan insanlar bir güç oluşturamadığı gibi, aynı safta görünen ancak başka hedeflerin hülyasında olanlar da kolay yem olmaktan, kurtulamazlar.
Bundan dolayı; önce ruhlar/gönüller ve zihinler temizlenmeli. Heva û heves, tul-î emel, nefs û rehavet bir kenara bırakılmalı ve saflar sıklaştırılmalıdır.
Özellikle zorluk ve sıkıntıların arttığı dönemlerde saflar sıklaştırılmazsa ya Uhud Günü gibi kopmalar yaşanır akabinde acı kayıplar ve mağlubiyet gelir. Ya mağrur olma baş gösterir ve hep geçmişle övünme yanlışıyla “Biz yenilmeyiz!” saplantısıyla hareket edilir ve Huneyn Günü yaşanır. Ya da saflara katılmayanlar Tebük Günü gibi ya münafık diye damgalanır veya üç sahabe gibi dışlanır. Her hâlükârda ikisi de kayıp olur.
Özcesi: Saflarınızı sıklaştırın ey inananlar “Şüphesiz Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (61-4) Fiemanillah.
Faruk Kuzu
Kandıra 2 nolu F tipi cezaevi