Varlıklar içinde insanın en şerefli ve en güzel yaratılmış tacına layık görülmesinin temel esası, kendisine verilmiş akıl/düşünme yetisindendir. Bu yetiyi kullanma yönü, onu ya şahsiyetli yapar, eşref makama taşır ya da şeytani ve nefsi dürtülere kapılıp düşüncesini köreltir, böylece seviyesizlik çukurlarında esfel uçurumuna yuvarlanır.

İnsani erdemlerin zirvesi sayılan imana erişmenin yolu bilmekten geçer. Bilgi, insana tabi olduğu ve bağlandığı şeyin mahiyetini kavratır. Kur’an’ın ilk emrinin “ Oku!” şeklinde gelmesinin bir hikmeti de bu olsa gerek!

Vahiyle Allah’ı birlemeye, O’na inanmaya ve iki dünya saadeti açısından O’nun emirlerine bağlanmaya davet edilen insan; davet eden Zatı, davet edildiği mecrayı ve bu davette kendi konumunu bilmelidir. Bu bilme dairesinde ayrıca neyi okuyacağını, okuma/anlama/kavramayı hangi gerekçeyle, ne/kim adına yapacağını da bilmelidir!

Okuma, ilim tahsili bir eylemdir; sosyal ve bireysel hayata dönük bir gayrettir. Bu eylem ve gayretin varacağı amaç kulluk/ibadet olmalıdır.

Yaratılışının gerekçesi Allah’a kulluk olan insan, kendisi için tercihe dayalı bu sorumluluğa körü körüne ulaşabilir mi ya da aklın sadece mantığın tutarlılığına kilitlenmiş önermeleriyle veya rastlantıların rast geleliğiyle varabilir mi?

“Biz, emaneti ( Allah’a kul olma sorumluluğu) göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor.” ( Ahzap: 72. ayet meali)

Burada insanın zalimlik ve cahillik vasfıyla tanımlanması, ilahi emaneti yüklenmiş olmanın ağırlığına dikkat çekmek ve bu kulluğu layıkıyla yerine getirmek için zımnen taşıdığı emanetin mahiyetini öğrenmeye ve anlamaya, bu şuurla da amel etmeye yönlendirmektir; çünkü biz bunun cevabını nazil olan ilk ayetlerde sarih bir şekilde görüyor, okuyor ve anlıyoruz:

“ Oku! Yaratan Rabbinin adıyla ( oku!)… O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. O ( Allah), insana kalemle(yazmayı) öğretti ve bilmediğini de öğretti.” ( Alak: 1–5. ayetlerin meali)

Okuma eyleminin nasıllığı, sıhhati; okunması, bilinmesi gerekenler; okuma ve bilme çeşitlerine bu ayetin mana kapsamından rahatlıkla ulaşılabilir.

Zihnimizin ufukları okumayla aydınlanır, sağlıklı bir düşünce bilgilenme sayesinde üretilir.

Hayatın anlamsızlığı ve yaşamın keşmekeşliği okuma sayesinde giderilir.

İnsanın ecel vaktine kadar varan ömür akışında lehinde ve aleyhinde olanı bilmesi bir lüzumdur. Bu lüzum amel ve davet fıkhını doğurur. Dinde fakih olmak, ancak ilim yoluna koyulmakla gerçekleşir.

Makro âlem içinde mikro âlem olarak insan zerreden küreye her şeyle (maddi-manevi, bedeni-ruhi) bir ünsiyet içindedir. Evi, eşi, evladı, işiyle ilgili olduğu kadar güneşle, galaksilerle, kâinatın kendisiyle bire bir ilgilidir. Bu ünsiyet ve ilginin sıhhatli bir görünüm kazanması ünsiyet ve ilgili olduğu varlık, nesne veya kavramların mahiyetini kavramasıyla olur.

Okuma eylemi, cehalet örtülerini aralayıp eşyanın hakikatini idrak ettirir.

Okuma kelimesi, işlevsel olarak birçok anlamı barındırır. " Kitap okuma"da bilgilenme, " Okul okuma"da ilim tahsili, " Yüz ifadesini okuma"da kavrayış anlamlarına gelen bu kelime, " sezgi, tecrübe, bilinç, marifet, hikmet..." gibi manaları da içerir.

Kitap sayfalarına yazılmış bilgileri görme, değerlendirme " Okuma"nın akla gelen ilk şekli olsa da okuma eylemi dörde ayrılır:

1- Pozitif bilimler, kültürel gelişmişlik, sosyal realite, tarihsel akış, siyasi gidişat, ekonomik denge, toplumsal düzen, edebi zevk, psikolojik algı, felsefik bakış... Bilgilenmenin tahsile ve tecrübeye dayanan okuryazarlık halidir.

“Bilmiyorsanız, zikir ehline [ilim ehline, âlimlere] sorun!” (Enbiya: 7)

“De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen elbette kıymetlidir.” (Zümer: 93)

Söz konusu ayet mealleri dinlemeye ve öğrenmeye dayalı bilgilenmenin ölçüsünü ve gerekliliğini ortaya koyuyor.

2- Kâinatın mikro modeli ve dünya imtihanının iradeli adayı insanın kendi özünü kavramaya yönelik okumasıdır. Kendi mahiyetini bilmeyen, iradesini kontrol edemeyen, duygularına hâkim olamayan, düşüncelerini tutarlı bir şekilde işletemeyen bir insanın sadece aynadaki görüntüsüyle veya halk arasındaki adıyla yetinerek: " Ben kendimi tanıyorum!" demesi yeterli midir?

" Sen nereden geldin, niçin geldin, necisin, nereye varacaksın?" sorularına kapsamlı bir cevabı olmayan birinin kendini tanıması mümkün değildir.

Müşarete( şartlanma), murakabe( otokontrol), tezkiye( nefsi arınmışlık), teakkül( akletme), muhasebe( amel ve eylemleriyle hesaplaşma), teakküt( sözleşme)... İnsanın kendini tanımaya ve özünü kavramaya dönük okumanın basamaklarıdır.

Hayatın iniş çıkışlarında, ardı sıra gelen sınanmalarda bu basamakları sabır, ibadet ve adanmışlıkla aşmayan kendini tanımış değildir. Kendini bilmeyen insan hayatı, dünyayı, varlığı, kâinatı anlamlandıramaz. Mikro âlemden makro âleme varan sanatsal ve muhteşem bir düzende kendinin amacından ve hayatın hedefinden habersiz bir insan, sahibi, maliki, yaratıcısı olan Rabbini de bilemez. Dışa dönük benliği olan nefsi ve içe dönük benliği olan fıtratı bilmemek de katmerli bir cehalettir.

“Ey iman edenler! Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun; herkes yarın için ne hazırladığına baksın…” ( Muhammed: 19. ayet) ayet-i celilesi ve

"Kendini bilen, Rabbini bilir." ( Hadis-i Şerif) kudsi söz bize okumanın en önemlisinin kendi özüne varan idrak halini kazanma olduğunu gösterir.

3- Tefekkür ve akletmeye dönük bir okumadır ki, okumanın bu çeşidi daha ziyade insanın kapsam alanında olduğu kâinatı ve yaşamsal lüzum sebebiyle diğer varlıkları tanımasına/bilmesine yöneliktir.

Uzayın enginliğinde bir ışık selinde akan galaksiler ve yıldızların ihtişamı,

Güneşin dünyamızı bıkmadan her gün ısıtması ve ışıtmasındaki kaynağı,

Gecenin karanlığını bir çerağ gibi aydınlatan ayın cazibesini,

Dünyayı yaşanabilir kılan havanın güzelliğini,

Baş döndüren zirveleriyle dağların enginliğini,

Burcu burcu kokan çiçekleri, şırıl şırıl akan suları, renk renk bir seyrangaha dönüşen börtü böcekleriyle çevreyi hayranlıkla temaşa etmek,

Yaratılışlarındaki hoşluğu ve mükemmelliği tebriklerle takdir etmek,

Nimetlerinin enva-ı çeşitleriyle yeryüzünün bizlere tablacılığı sebebiyle sahibine teşekkür ifadeleriyle yönelmek bu okumanın gereğidir ve bu gerçeği şu ayet meallerinde aynel yakin görüyor ve okuyoruz:

" Onlar ayakta, otururken ve yatarken Allah`ı anarlar; göklerin ve yeryüzünün yaratılışı hakkında kafa yorarlar ve derler ki: `Ey Rabbimiz! Sen bu evreni boşuna yaratmadın, Sen (böyle bir anlamsızlıktan) münezzehsin, bizi cehennem azabından koru!" ( Al-i İmran: 191)

" Onlara de ki: `Yeryüzünde geziniz de Allah`ın canlıları ilk kez nasıl yarattığını görünüz!` Allah bu yaratma işlemini ilerde bir kere daha tekrarlayacaktır. Hiç kuşkusuz Allah`ın her şeye gücü yeter." ( Ankebut: 20)

4- Kulluğun manasını, İlahi buyrukları, amel döngüsündeki şer`i boyutu, dünya hayatına huzur ve ahiret yaşamına saadet vesilesi helal çerçeveyi öğrenme/bilmeye vesile okuma çeşididir ki, bu okuma ancak Allah`ın kelamıyla olur.

Rahmet vesilesi Muhammed aleyhisselam`a ilk ayetlerin inzalinde Cebrail`in onu üç kez şiddetle sıkıp bırakması- Allah`u a`lem- OKU! emrinin lüzumu ve neticelerinden olsa gerek! Hem "KALEM ve SATIR SATIR YAZILANLARA YEMİN OLSUN!" ayeti de okuma, öğrenme, bilgilenme ve ilim tahsilinin değerini en yüce koordinatlarla çizmektedir.

" Bu Kur`ân, kendisiyle uyarılsınlar, Allah`ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir tebliğdir." (İbrahim: 52)

" Bu Kitap (Kur`ân), kendinden önceki kitapları tasdik eden, şehirler anası (Mekke) halkını ve çevresindeki bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ahiret gününe iman edenler bu Kitab`a da iman ederler ve onlar namazlarına da devamlıdırlar." (En`am: 92)

" Andolsun ki biz size açık açık bildiren âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik." (Nur: 34)

İBRAHİM DAĞILMA / İnzar dergisi / Ekim 2011