Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Muharrem ayı ve Aşure günü dolayısıyla bir mesaj yayımladı.

Diyanet İşleri Başkanlığı basın Merkezi tarafından  yayınlanan açıklamada Başkan Görmez`in, mesajında  şu ifadelere yer verdiği belirtildi:

”Her yıl 10 Muharrem’de kalbinde iman taşıyan her mümin kardeşimizi bir hüzün ve bir keder kaplar. Zira Hicrî 61. yılın 10 Muharrem’i, Sevgili Peygamberimizin (sas) “Benim dünyadaki çiçeğim, reyhanım” dediği, “Cennet gençlerinin efendisi” olarak tavsif ettiği, Hz. Aliyyü’l  Murtaza’nın, Hz. Fatımatu’z  Zehra’nın ciğerparesi, Hz. İmam Hüseyin Efendimizin ve de pek çoğu Ehl-İ Beyt’ten olan 70 müminin Kerbelâ’da şehadete ulaştıkları tarihtir.

Yürekleri yakan bu acı, mezhebi, meşrebi, kültürü, coğrafyası ne olursa olsun, Resûl-i Ekrem’e, ashâbına ve Ehl-İ Beyt-i Mustafa’ya muhabbet besleyen her müminin ortak acısıdır. Bizim mersiyelerimiz, muharremiyelerimiz, münacatlarımız, niyazlarımız, kasidelerimiz, ilahilerimiz, nefeslerimiz, topyekûn edebiyatımız bunun en büyük şahitleridir.

“Haksızlık karşısında direnmenin adıdır Kerbelâ”

İyi bilinmelidir ki, Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye yürüyüşü hakkı haykırmak, baskıya ve zulme direnmek, hak ve adaletin tesis edilmesi içindir. Hz. Hüseyin’in konuşmaları ve mesajları dikkatle incelendiğinde tüm kaygısının İslam’ın ahlaki evrensel ilkeleri çerçevesinde, sadece Allah’ın rızasını kazanmak, kabilecilik karşısında kardeşlik bilincini oluşturmak ve Resul’ün örnekliği doğrultusunda hak ve adaleti tesis etmek olduğu görülmektedir. Hayatında en ufak bir riya, menfaat, hırs, dünyalık ve saltanat beklentisi bulunmayan Hz. Hüseyin, batıla ve zulme karşı gösterdiği tavrında doğru bir örnek olmuş ve hesabi olanla, hasbi olanın farkını ortaya koyan bir duruş sergilemiştir. Hz. Hüseyin zulme, zâlime, haksızlığa, ve adaletsizliğe karşı çıkmış ve şehadetiyle zalimlere üstün gelmiştir. Kerbelâ hadisesinde Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının uğruna can verdikleri yol, Hz. Muhammed Mustafa’nın (sas) yoludur. Kerbelâ’yı anlamak, Kerbelâ’yı yaşamak, hakka, hakikate, hürriyete ve adalete sevdalı olmak demektir. Haksızlık karşısında direnmenin adıdır Kerbelâ.

Bugün bizlere düşen Kerbelâ’yı doğru okumak ve doğru anlamaktır. Onu sadece tarihte yaşanmış bir kıssaya, bir mitolojiye, bir efsaneye dönüştürmemek; bu hadiseden dersler ve ibretler çıkarmaktır.

Kerbelâ, bize gücü elinde bulunduranların imandan, ahlâktan, faziletten ve insanlıktan uzaklaştıkları zaman güç uğruna, hiçbir değer tanımaksızın nasıl zalimleşebildiklerini göstermektedir.

Kerbela’yı anlamak Hüseyince yaşamaktır. Kerbelâ, hakkın hatırını her şeyin üzerinde tutmaktır. Yürekleri hiçbir zaman sahra-i Kerbelâ’ya dönüştürmemektir. Kerbelâ’nın acısını yüreğinde hisseden hiçbir Müslüman, Kerbelâ şehitlerine bu zulmü reva gören Yezidler gibi düşünemez, Şemirler gibi davranamaz, Zülcevşenler gibi yaşayamaz. Hele hele Kerbela’nın kerb-u belasını bugüne asla taşıyamaz. Hz. Hüseyin’in en büyük gayesinin, kendisinden sonra yeni Kerbelalar yaşanmaması olduğunu bilir.

“Zalimin de mazlumun da mezhebine ve meşrebine bakılmaz”

Kerbelâ’da bize düşen vazifelerden biri de, bu acı hadise üzerinden İslam coğrafyasında bir ayrılık-gayrılık değil, bir birlik-beraberlik çıkarmaktır. Bir sevgi, bir muhabbet devşirmektir. Unutulmamalıdır ki; ne Kerbela’da şehit olanlar sadece Şiîliğin temsilcisidir,  ne de Kerbela faciasını yaşatan zalimler Sünnîliğin referansını temsil ederler. Zalimin de mazlumun da mezhebine ve meşrebine bakılmaz. Kerbelâ’da yaşanan acı hadise karşısında, Sünnî olan da Şiî olan da aynı duyarlılığı gösterir. Bu hadise üzerinden İslam coğrafyasında ayrılık ve gayrılık var etmek, kitlesel çatışmanın referansını oluşturmak, İslâmî kardeşlik ve vahdeti bozma çabalarına prim vermek olacaktır. Mümin her nerede olursa olsun, zalime karşı mazlumun yanında duran vicdanlı insandır.

Ancak bugün üzülerek şahit oluyoruz ki, İslam coğrafyasında son yıllarda yaşanan olaylar, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun Müslümanların Kerbelâ’yı, Hz. Hüseyin ve arkadaşlarını hala doğru okumadığını, doğru anlamadığını ortaya koyuyor. Onun içindir ki, bugün gönül coğrafyamızda nice Kerbelâlar yaşanmaya devam ediyor. Kardeş kanı akmaya devam ediyor. Müslümanların izzet ve onuru tarihte hiç olmadığı şekliyle bugün bizzat birbirlerinin eliyle yok ediliyor. Savaş, terör ve zulümden dolayı milyonlarca insan yerinden, yurdundan, evinden, barkından, hayatından oluyor. Çocuklar umutlarını, hayallerini, geleceklerini yitiriyor. Nice mazlum, masum, mağdur kardeşimizin hayat hakkı her gün Hüseyin Efendimiz gibi Kerbelâ çöllerinde gasp ediliyor.

Bugüne kadar suçu hep başkalarında aradık, hep başkalarının sinsi emellerine atıflar yaptık. Ama artık bir kere de kendimize bakıp nerede hata yaptığımızı sorgulamak durumundayız. İnsan yetiştirme düzeneklerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. “Ehli kıble tekfir edilmez” düsturunu teoriden pratiğe aktararak “Müslümanım”diyen herkesi İslam dairesinde görmeli ve hiç kimsenin bir başkasını İslâm’dan çıkartma yetkisinin olmadığını hatırlamalı  ve bu gidişata bir dur demeliyiz. Bunun için bugün mezhebi, meşrebi, dili, kültürü, coğrafyası ne olursa olsun, dünyadaki bütün Müslümanların yeni Kerbelâlar yaşanmaması için ortak bir dil, ortak bir kültür, ortak bir düşünce, ortak bir gönül birlikteliği geliştirme mecburiyeti vardır.

Bu duygu ve düşüncelerle ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Efendimiz Muhammed Mustafa’ya, onun âline, ashabına salat ve selam ediyor; serdarımız Hz. Aliyyü’l-Murteza’nın şahsında, bütün Ehl-İ Beyt-i Mustafa’yı, Hz. Haticetü’l-Kübra’yı, Hz. Fatımatu’z-Zehra’yı, Hz. Hasan’ı, Hz. Zeyneb’i, hassaten şehadetinin 1375. yılında Seyyidü’ş-Şüheda Hz. Hüseyin Efendimizi, Kerbela şehitlerini ve bugüne kadar hak, hakikat, hürriyet, adalet, ahlâk, erdem ve fazilet için, izzet ve şeref için can veren bütün şühedayı rahmet, minnet, şükran, saygı ve tazim ile yâd ediyor, asırlardan beri Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında kenetlenen milletimiz başta olmak üzere, tüm gönül coğrafyamızın barış, huzur, güven, karşılıklı sevgi ve saygı içerisinde yaşamaya devam etmesini Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum.”  (İLKHA)