ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER/ANALİZ

Tarih bilgisi çok önemli ama tarih bilinci ondan da önemlidir. Bilgi olmayınca çoğu zaman bilinç de olmaz. Ama kimi zaman bilgi var olduğu halde bilinç yoktur, daha da kötüsü yanlış bir bilinç vardır. İslam âleminin bir kısmı Kerbela vakasından adeta habersiz yaşıyor, bir kısmı ise Kerbela’yı adım adım biliyor ama Kerbela’yı sadece bir mateme dönüştürüyor.

Miladi takvimle bu yıl 3 Kasım Pazartesi Aşura Günü’dür. Aşure Günü’nde Kerbela Vakası yaşandı.

Hz. Resulullah’ın torunu, Hz. Resulullah’ın pak kızı Hz. Fatıma’nın ve Allah’ın arslanı Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin… Resulullah’ın dizinde, kucağında, omzunda büyüyen Hz. Hüseyin… Resulullah’ın “Kim onları severse beni sevmiş olur ve kim onlara buğzederse bana buğzetmiş olur” dediği iki gençten Hz. Hüseyin… 10 Muharrem Hicri 61 yılında Aşura Günü’nde Kerbela çölünde katledildi. Bu bir kâbus değil gerçek…

İslam âleminde Hz. Hüseyin’i unutan bir “Ehl-i Sünnet” oluşturma ve Kerbela’nın sadece mateminde kalmış bir Şia eğilimi var.

Ehl-i Beyt sevgisi, Ehl-i Sünnet’in esaslarındandır. Ehl-i Sünnet için, kahramanlık Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’siz olmaz. İmam Ebu Hanife ve İmam Şafii Hazretleri diğer Ehl-i Sünnet büyükleri gibi Ehl-i Beyt sevdalısıydılar. Ama bugün bazıları Miladî 13, 14. yüzyıl kaynaklarını kraliyet ve emirliklerin çıkarına göre yorumlayarak Ehl-i Beyt’siz bir “Ehl-i Sünnet” üretimine gidiyorlar.

Hz. Hüseyin’i hiç anmıyorlar. Hz. Hasan’ı ancak bazı tezlerine kaynaklık edecekse anıyorlar. Hz. Ali’den ise adı diğer sahabelerin arasında geçiyorsa söz ediyorlar. Bunlar İslam’ı Emeviler dönemindeki kof ortama götürüyorlar. O dönemin Ehl-i Beyt üzerindeki açık yasağını bugün “zihinsel yasak” şeklinde güncelleştiriyorlar. Üstelik kendileri gibi olmayan kimseyi de Ehl-i Sünnet kabul etmiyorlar. Ehl-i Sünnet’in klasik çizgisine İmam Maturidi gibi akide imamlarına “Ehl-i Bid’at” diyerek hakaret ediyorlar. Maturidileri sevmenin bile neredeyse küfür olduğunu söylüyorlar. Bu itikadî bir Ehl-i Sünnet yapısı değil, fıkhî bir Ehl-i Sünnet yapısı değil, tam anlamıyla siyasi bir Sünniciliktir. Üstelik Sunî bir Sünniciliktir.

Bunların karşısında bir de bir siyasi Şia akımı var. Bu akımın, Ehl-i Beyt seveni anlamındaki İslam’ın ilk dönem Şia’sıyla, İmam Cafer-i Sadık’la akide bakımından ilgisi yok. Bunlar, Ehl-i Beyt mensupları ve onların çevresindeki sahabeler dışında hiçbir sahabeyi kabul etmiyorlar. Dış güçlerin parasıyla açtıkları televizyonlarda Ehl-i Beyt sevgisi adına Resulullah’ın pak sahabesine hakaretler yağdırıyorlar. Ama onlardan öte resmi bir hüviyeti olan Şii kesimlerin de bir dayatması var: “Ehl-i Beyt’i ya bizim gibi seveceksiniz ya da Ehl-i Beyt düşmanısınız” diyorlar. Bazen o kadar tarafgirleşiyorlar ki kendileri ile aynı çizgide olmayan bütün İslamî yapıları “Aşırı Sünnici Mezhepçi” diye etiketleyebiliyor; İslam âlemindeki sosyalist-seküler örgüt ve sistemleri Müslümanlara karşı destekleyebiliyorlar.

HÜDA PAR mensuplarının sosyalist bir örgüt tarafından hunharca şehid edildiği bir süreçte resmi ya da yarı resmi iki haber ajansı Fars News ve Meşrık News HÜDA PAR camiası için “Aşırı Sünnici Mezhepçi Bir Grup” nitelemesinde bulundu. *

Bu kadar uçlaşmanın yaşandığı, vicdanların bu kadar öldüğü bir ortamda Kerbela’nın İslam âleminin çoğunda unutulması, yok sayılması tehlikesi vardır. Geriye kalan kesimde ise İslam’ın Kerbela’dan ibaret görülmesi tehlikesi… Kerbela’yı yok saymak da İslam’ı Kerbela’dan ibaret saymak da faciadır. Ne birincisi Ehl-i Sünnet’tir ne ikincisi Cafer-i Sadık’ın, İmam Zeyd’in yoludur. İkisinde de sapma vardır; bugün bu sapma bazı güçler tarafından teşvik edilmektedir. İslam dünyası bu iki çizgi üzerinden bölünmekte, çatıştırılmakta ve savaşa sürüklenmektedir. Bundan kârlı çıkan İslam dünyasını işgal edenler ve onların yerli acenteleridir. Amerika’dır, İngiltere’dir, Sisi’dir ve Sisi’ye benzeyenlerdir.

Bugün Hz. Hüseyin’den yana olmak, küfrün teşvik ettiği bu iki yoldan da uzak durmaktır. Bunlardan biri Yezid’i doğrudan meşrulaştırıyor, diğeri de çağın Yezidlerinin işini kolaylaştırıyor.

İslam’ı, Yezid’e hoşgörüyle yaklaşıp Ehl-i Beyt’i unutturanlar değil, Hz. Hüseyin’in çağındaki Yezid’e lanet okuyup bugünün Yezidlerine dost olanlar değil, Kur’an ve Sünnet’in yolunda yürüyüp Ümmetten yana olanlar, Ehl-i Beyt’i Hz. Resul’ün (S. A. V.) tavsiye ettiği gibi sevenler temsil eder.

HZ. HÜSEYİN NEDEN ŞEHADETİ SEÇTİ?**

Hz. Hüseyin, ümmetin Hz. Hüseyin’idir. Kerbela, ümmetin Kerbela’sıdır. Ümmet, Kerbela’yı görmek; Kerbela üzerine düşünmek, bugünü ve yarını için ondan yararlanmak zorundadır.

“Kerbela’da ne oldu?” demek yetmez, “Kerbela’da niye oldu?” diye de sormak gerekir.

Bir an için düşünelim: Hz. Hüseyin (ra), bizim şehrimize doğru geliyor; onunla birlikte kız kardeşi Hz. Zeyneb (ra) ve diğer Ehl-i Beyt mensupları… Kendisine iman ederek İslam’la şereflendiğimiz Resulullah Hz. Muhammed (S.A.V.)’in öz torunları… Kızı Hz. Fatma (ra)’nın ve hem damadı hem amcasının oğlu Hz. Ali (ra)’nin öz çocukları ve torunları…

Yollara çıkıp sormaz mıyız, niye geliyorlar diye?

Ve düşünün ki şehrimize varmadan durduruluyorlar, etrafları sarılıyor, suyla araları kesiliyor, susuyorlar ama susmuyorlar, susmamakla kalmayıp savaşmaya karar veriyorlar, karar vermekle kalmayıp savaşıyorlar?

Sormaz mıyız? Ey Hz. Hüseyin, gözümün nuru Peygamberim Hz. Muhammed (S.A.V.)’in evladı neden savaşıyorsun?

Yanında kadınların, çocukların ve bir avuç dostunla neden Yezid’in ordusuna karşı koyuyorsun?

Bu Yezid, başka bir aileden olsaydı ve başka bir yerde başka bir zamanda başka bir kişinin adıyla karşına çıksaydı sen yine çoluk çocuğunla, yapayalnız, onun zalim askerlerine kılıç çeker miydin?

“Babacığım su…su…Amcacığım su…su…” diye seslenerek sana doğru gelen ve kendini senin kucağına atarken zalimlerin oklarına hedef olan evlatlarının, yeğenlerinin kanını kim akıttı? Neden ta Hicaz’daki Medine’den ayrılıp Kerbela çöllerine geldin?

Hz. Hüseyin (ra)’in Kerbela yolculuğu, Resulullah’ın ahirete intikalinden sadece 49 yıl sonra gerçekleşti. O gün Hz. Ali (ra)’in şehadetinin üzerinden ise sadece 19 yıl geçmişti. Hilafetin saltanata dönüştürülmesi girişimi henüz taptazeydi.

Resulullah’ın ve O’nun pak halifelerinin yönetim sisteminde; üstünlük takva ile idi; Yezid’in bağlı olduğu sarayda, takvanın yerine İslam öncesinde olduğu gibi akrabalık bağı kondu. Yezid’in sarayına göre üstün olan, takva ehli değil, kendi akrabalarıydı. İslam kardeşliği lağvedilmiş, yerine hanedanlık ve aristokratik bağları inşa edilmişti.

Resulullah’ın ve O’nun pak halifelerinin yönetim sisteminde; Müslümanlara mükâfat olarak cennet vaat edilir, ceza olarak cehennem hatırlatılırdı. Yezid’in mensubu olduğu sarayda, mükâfat bol rüşvet, en hafif ceza ise kılıçla boynun vurulmasıydı. İslam’ın maneviyatla yoğrulmuş şefkat yönetiminin yerine dünyevi bir diktatörlük kurulmuştu.

Resulullah’ın ve O’nun pak halifelerinin yönetim sisteminde; yönetenler hizmetkâr gibiydi; yönetilenler hizmet edilenlerdi. Yezid’in mensubu olduğu saray yönetiminde yönetenler efendi, yönetilenler onların hizmetkârıydı. İslam’ın halk arasındaki yöneticileri gitmiş, onların yerine Bizans tipi yöneticiler gelmişti. Bizans Sarayı’nın oturuş kalkışı Şam Sarayı’na taşınmıştı.

Resulullah’ın pak halifeleri; haklı eleştiriyi fazilet görüyorlardı, kendilerini düzeltenlerin bulunmasını İlahi lütuf kabul ediyorlardı. Yezid’in mensubu olduğu sarayda eleştirmenin cezası ölümdü. İslam’ın iyiliği emr, kötülükten alıkoyma esası yerine yönetenlere methiye düzme anlayışı gelmişti. Yalancı, eşik öpen, karaktersiz, dilenci yapılı şairler, Kur’an karilerinden daha çok değer görüyordu. İyi şiir okumak, Kur’an-ı Kerim’i iyi okumaktan daha çok paha ediyordu.

Yezid, hem kendisine Allah’ın Resul’ünün halifesi diyor; kendisini Resulullah’ın vekili kabul ediyor. Hem içki içiyordu, kadın oynatıyordu, zamanını İslam’ın işleri ile değil av törenlerinde geçiriyordu.

Hz. Hüseyin (ra), buna razı olabilir miydi? O razı olsaydı, Yezid’in sarayının, muhalifleri susturmak için bulduğu en geçerli meta olan dinarları kabul edip evine çekilseydi, günlerini kimi zaman Medine’de dedesinin Ravza’sının yanı başında, kimi zaman Mekke’de Kâbe bahçesinde geçirseydi olmaz mıydı?

Dünyada pek çok sistem, dış zalimlere karşı çıkmış ama iç zulme sessiz kalmıştır. Bizanslar putperest iken onlara karşı çıkan Hıristiyan rahipler, Bizanslar Hıristiyanlaşınca zulmün dili, eli ayağı olmuşlardı. Yakın dönemimizde Çar’ın rejimine karşı çıkan Komünistler zulüm Stalin’den gelince sus pus olmuşlardı.

İslam, Mekke’deki zulme karşı çıkarak, Sasani Devleti’ni yıkarak, Bizans Devleti’ni Anadolu’ya kadar kovalayarak dış zulme karşı benzersiz bir savaş vermişti. Şimdi zulüm içeriden geliyordu. Ben, Müslümanım diyen birinden… İslam ya başka sistemlerin yolunu tercih edecek, kendisine Müslüman diyenin zulmüne razı olacak ya da zulüm nereden gelirse gelsin ona karşı çıkmayı tercih edecekti?

Müslümanlar değil, İslam diyoruz… Çünkü İslam’ın bütün büyük âlimleri, bugün Müslümanların ezici çoğunluğunun tabi olduğu mezhepleri, İslam’ın temel kaynakları olarak Kur’an-ı Kerim ve Resullulah’ın Sünneti’nin yanında Sahabe kavlini de delil kabul ediyor, İslam’ın gereği sayıyorlar.

Eğer Hz. Hüseyin (ra), Yezid’in mensubu olduğu sarayın zulmüne razı olsaydı iç zulme karşı çıkmamak, ne olursa olsun iç zulme teslim olmak “Sahabe kavli” olur ve bugün bizi bağlardı. O zaman İslam, pratikte dış zulme karşı çıkan ama zulüm kendisine Müslüman diyenden gelince ona sessiz kalan bir din olur, haşa tahrif edilmiş Yahudilik ve Hıristiyanlığa benzerdi.

Hz. Hüseyin(ra)’in Kerbela’daki direnişi, İslam’ın iç zulme karşı imtihanıdır. Hz. Hüseyin (ra), aile fertleriyle şehid olmaktan başka hiçbir yol görünmediği hâlde kendisini İslam’ın tahrif edilmesine karşı adadı, İslam’ın Resulullah’a vahyolunduğu şekilde bugünlere kalmasına vesile oldu.

İşte bunun için kimileri Hz. Hüseyin’ i bize unutturmaya çalışıyorlar, birileri de Ehl-i Beyt sevgisini tahrif etmiş; gerçek Hz.

Hüseyin yerine kendince bir Hz. Hüseyin kimliği ve tarafgirliği inşa etmiş, bize o kimlik ve tarafgirliği dayatıyor.

Biri Kerbela’dan habersiz İslam nesillerini hedefliyor, diğeri Kerbela’yı kendisi gibi anmayanları düşman diye etiketliyor.

Bugün zulme karşı çıkmak Kerbela’da bulunmaktır ama bu iki akımın şerrinden korunmak da Kerbela’da olmaktır.

Zira kendilerini bu iki akımın şerrinden korumaya çalışanların yapayalnız kalma tehlikesi vardır. Hz. Hüseyin’in bizzat Kerbela’da yaşadığı yalnızlık türü bir yalnızlık…

KAYNAK:
YAZIYLA İLGİLİ LİNKLER:
*Farsnews: http://farsnews.com/newstext.php?nn=13930712000033 Meşriknews: http://www.mashreghnews.ir/fa/news/353488/ **http://www.dogruhaber.com.tr/Yazar/Makale/Kerbela-bir-hayal-degil.html