Es selamun Aleyk! Dirilerin kabrinden kalpleri dirilere… Nur çehresiyle ümit saçan; dualarıyla her daim desteklendiğim; ama bir o kadar dertli bir o kadar da mahzun ve yılların hastalıklarıyla giriftar: zamane tecrübelerinin al al nakışlandığı; çok kıymet verdiğim sen Annem!
Uzun zamanı, uzun mesafeleri tayyederek manen de olsa tüm derin duygularımla hürmet hasret ve sevgiyle nurlu ellerinden öper. Şefkatini aracı kılarak kucaklarım seni canım Anam!
İsmi ile müsemma, el hâk layık olan Annem! “Cennet annelerin ayakları altındadır.” Hadisine muhatap, bir sevda öyküsü bir memleket türküsü, bir melek tebessümü, güneşe gülümseyen bir kardelen, gökyüzünü süsleyen bir yıldız demeti, çorak toprağında bir gülşen, fecirler doğuran nazlı güneş… Sen içimdeki cennetlerden bir cennetsin Anne!
Seni duyuyorum Anne! Şefkat dolu terennümünle okşuyorsun, bağrı yanmış memleket öksüzlerine “Az daha dayanın!” diyorsun.
Seni görüyorum Anne! Bahtı kararmış vatanımın göğünde sımsıcak bir güneş gibi parlıyorsun ve İslam’ın kelebeklerini ümitlendiriyorsun, sevgi yüklü bakışlarınla…
Seni hissediyorum Anne! Haksız savaşlardan yılgın düşmüş bedenlerimize, bir zafer meltemi ile dokunuyorsun; sonra tüm ovalara polen taşıyan bereket rüzgârı gibi süzülüyorsun, toprağımız üzerinde…
Seni kokluyorum Anne! Keskin barut kokusu kaplamış atmosferimize Muhammedi amberler serpiyorsun ve kar beyaz avuçlarınla nur yayıyorsun, tüm ufukları kaplayarak…
Çok değerli Annem! Nicedir seni görmeyişim içimde bir hasret ummanı olmuş ya bir Allah (cc) bir de ben bilirim. Bilirim çünkü bu karanlık dehlizlerde manen ve maden destek gören öksüzler, acizler ve garipler olarak “Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır” darb-ı meselin mucibini hiç unutmayız. Unutmayız çünkü ayrılığın gurbetin, hüznün ve muhaceratın gizemli ayrılığını yüreğimizde taşırız.
Şimdi bana buranın nasıl olduğunu, niceliğini hiç sorma. Her mahpusluğun mutat olan cevabını terennüm ederek; her cihetiyle dört duvar soğuk betonlar ve somurtkan demirler ile çevrili yer dersem zahiren doğru söylemiş olsam da hatta çok eksik anlatmış olabilirim. Amma zahiri etkenler insanı çok etkileyip, çok zorlasa da kâh bast’lıktan kâh kabz’lıktan intikaller olsa da! Bir de işin diğer boyutunu görmek gerekir. Bir hikâye ilk seninle aramızdaki istifhamlara bir nebze de olsa cevap arayalım:
Âmânın biri mükemmel bir göz doktoruna gider. Gözlerinin açılması için çare diler. Bunun üzerine göz doktoru, âmâyı alır bir mesire yerine götürür. Orada kendisine bir ilaç koklatır ve bayıltır. Gözlerini çıkarıp ilaçlarken, havadan bir atmaca iner, gözün birini kaptığı gibi havalanır. O yerde otlayan keçiler de varmış. Hemen o göz doktoru çarçabuk keçinin bir gözünü çıkarır sıcağı sıcağına bağlar. Âmânın giden gözünün yerine yerleştirir. Gitmeyen gözünü de, aynı yerine koyar. Yakı ile yapıştırır. Bundan sonra âmâyı yine bir ilaçla ayıltıp yerine gönderir. Aradan zaman geçince âmâ görür ki; gözleri güzel olmuş… Doktor âmâya sorar: Gözlerin nasıl görüyor? O âmâ da hayli dualar edip över, sonunda şöyle söyler: “Bu gözüm öncekinden elbette güzel görüyor; ama şu gözümde bir incelik var. Otlak ve sulak yerden geçsem, bu gözüm o tarafa kayıp kayıp gidiyor kesinlikle başka şeye meyletmiyor.” Daima gözü, otlak ve sulak yerlerdedir. O göz doktoru o zaman anlar ki: Bu, çıkarıp aldığı keçi gözüdür. Zira keçinin hali ve şanı ancak otlak ve sulak yerleri görmektedir.
Anneciğim! İnsanın gözünün durumu ise, her nereye bakacak olsa, yüce Hak’kı görmek olsa gerek ama bu Hak’kı görmek işinde adam gözü gerekir. Üstad Hazretleri çağları aşan taptaze, çok kolay uygulanabilen, insanın bast halinde cevelanını şu sözleriyle ne de enfes dile getirmiştir: “Güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Hal böyle olunca diriler kabrinin niceliğini ve nasıl olduğunu irdelemekle verilecek cevap Üstat Hazretlerinin vecizesi olsa gerek işte oğlunun durumunu az çok tasavvur etmişsindir.
Muhterem Annem!
Bir sevdaya tutulup bir deryaya atılmışsak; bu derya ateş ummanıdır. Gafletin koynunda har vurup harman savurmak ta neymiş? Çile kazanlarında yanmaya geldik. Gâh mecnun gibi çöller olur. Vatanımız sürgünlere… Gâh Yunus gibi yunus gibi hicret olur. Kanımız ilden ile… Gâh kuytu bir mağaradır mekânımız, inziva inziva ağırlar bizi… Belki bir kara zindandır uğruna sevgilinin yıllarca katlandığımız. Kim bilir, belki boylu boyunca bir şehadettir aşk maratonunda mükâfatımız. Biz biliriz ki bu imtihan dünyasında da aşk, bela demektir. Aslında azgın dalgaları arasında boğuştuğumuz deniz, bela denizidir aşk yolculuğunda âşık, kendini İbrahim-i ateşlerin, Yusuf-i zindanların, Eyyub-i belaların ortasında bulur. Çünkü âşık sevgilinin yangınında bengisu asudeliğiyle karşılar ve bilir ki cevheri közdür aşkın.
Canım Anam! Sen kusuruma bakma aşktan dem vurduğuma aldırmayasın, ellerinden ve ayaklarından öperim. Oğlun.
Mehmet Özcan
Kocaeli 2 Nolu F Tipi Cezaevi