Türkiye Kurban Bayramının üçüncü günü akşamı İmralı’da abisi Abdullah Öcalan’ı ziyaretten dönen Mehmet Öcalan’ın müzakere sürecine yönelik ve Kobani vurgulu mesajının ardından, HDP Genel Merkezi ve KCK’nin Kobani için taraftarlarını sokağa çağırmasıyla 7-8 Ekim olaylarını yaşadı. 7-8 Ekim olaylarının bu haliyle planlı ve örgütlü bir eylem olduğu ve bir kızgınlık eseri kendiliğinden olmadığının altı çizilmeli. Planlı ve örgütlü bir eylem olan 7-8 Ekim olayları bir öfke krizi, fırtına gençlik vs. değil, siyasi amaçları olan bir tür silahlı propaganda eylemidir, aracıdır. Bu itibarla eylemlerin ardındaki siyasi amaçlara yoğunlaşmak olayların anlaşılması bakımından hayati ehemmiyettedir.
Bir silahlı propaganda eylemi olarak 7-8 Ekim olaylarının siyasi amacı, bu eyleme yol açan Öcalan, HDP ve KCK/PKK için farklılaşmaktadır. Bu farklılıklara geçmeden eylemin arkasındaki bütün aktörlerin ortak paydasını teşkil eden amaçların altını çizelim. Kürt siyasi hareketi Öcalan’ın yakalanmasından sonra, ikinci büyük yenilgi ve travmasını, Kobani-Rojava’da yaşamaktadır. Daha birincisi yenilgiyle baş edemeyen hareketin peşinden yaşadığı ikinci yenilgi, büyük bir travma yaratmıştır. Öcalan ve HDP Kobani eylemleriyle Hükümeti sıkıştırıp pazarlık gücünü arttırmak ve daha fazla ve daha hızlı bir netice almak amacındadır. Bu travmayı çok daha ağır bir şekilde yaşayan PKK ise, bu olaylar marifetiyle birinci yenilginin bir neticesi olarak gördüğü ve hazmedemediği müzakere sürecini bozacak ve böylece Kobani’deki yenilgisinin de üzerini örtecek bir çatışma atmosferine dönmek istemektedir. Üstelik IŞİD’in varlığı ve Suriye’deki durum konuyu, uluslararası bir zeminde değerlendirmeyi kaçınılmaz hale getiriyor. Bu yazıda değerlendirme dışı bırakılacak uluslararası zemin, PKK’nın dönüşmesini engelleyen bir bilinmezlik ve imkan haznesi yaratmaktadır.
90’lara dönme eğilimi
Her siyasi hareket gibi PKK da karşılaştığı büyük krizle baş edemeyince kuruluş döneminin ayarlarına dönmektedir. Mamafih 7-8 Ekim olayları PKK’nın kuruluş dönemine, hatta 90’lara dönmesinden öte bir cüretkarlığı barındırmaktadır. PKK yenilgilerinin sorumlusu olarak uluslararası komplo ve Türkiye’nin yanında, Kürt toplumun bir kısmını da görmektedir. 7-8 Ekim kıyımında sıradan dindarlardan siyasi İslamcılara kadar dindarlara saldırılması yeni bir eşiği ifade ediyor. 7-8 Ekim olayları ile PKK en zor dönemlerinde bile kaçındığı şehirlerde kitlesel kıyıma yönelebileceğini göstermektedir. “Köy Basma ve Yakma Talimatnamesi” olan bir PKK’nın bu pratiği şehirlere taşıma cüretkarlığı, yenilgi travmasının büyüklüğünü ve PKK’nın bu travmayla baş etmekte ne kadar zorlandığını gösteriyor. 90’larda çatışmanın en yoğun zamanında bile yapılmayan şeyler yapılarak, düşman görülen Hizbullah başta olmak üzere İslamcı gelenekten gelen herkesin parti, dernek, ev ve sakallı- türbanlı kişilere saldırılması PKK’nın geldiği eşiği göstermektedir. Bu eşik 70’lerin Maraş ve Çorum olaylarının benzeri toplumsal kıyımın göze alınmış olmasıdır.
PKK’nın geldiği bu eşik, yönettiği Kobani Kantonundaki ikiyüzbin insanı IŞİD karşısında koruyamayarak bu insanların Türkiye’ye sığınmak zorunda kalması ve Rojava’da meydan okudukları herkesle işbirliği yapmak zorunda kalmalarının sonucudur. Öcalan’ın yenilmesini uluslararası komplo olarak niteleyen ve Barzani hareketini ABD ile işbirliği dolayısıyla emperyalistlerle işbirliği yapmakla suçlayan PKK, şimdi Kobani’de ancak ABD’nin hava desteğiyle tutunabilmiştir. Bu travmanın PKK tarihinde derin bir iz bırakacağı açık.
PKK Kobani eylemleriyle Kobani yenilgisinin yanında memnuniyetsizce takip ettiği ve silah bırakmasını amaçlayan müzakere sürecinden de kurtulmayı amaçlamıştı. PKK, 2013 Nevruz’unda Öcalan’ın mesajında ortaya konulan silah bırakma, şiddetten vazgeçme ve siyasileşme hedeflerini başlangıçtan beri hazmetmekte zorlanıyordu. Müzakere sürecinin ilerlemesi müzakere sürecine ilişkin çıkan kanun ve bu kanuna dayanarak çıkarılan Bakanlar Kurulu kararıyla müzakere sürecinin derinleşmesi ihtimali PKK’nın korkularını depreştirdi. Müzakere sürecindeki derinleşmenin yanında, Kürt siyasi hareketinin “demokratik hareket” boyutunun; yani, HDP’nin 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde geliştirdiği siyasi söylemi ve seçimde yakaladığı yüzde 9.5’lik başarı da PKK’da ciddi rahatsızlık yaratmıştı. Giderek güçlenen siyasi seçenek, PKK’nın siyasileşmesinin pekala mümkün olduğunu gösteriyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP adayı Demirtaş’ın başarılı bir performansla ortaya koyduğu Türkiyelileşme, demokratikleşme, siyasileşme söylemi çözüm sürecinin ve yeni anayasanın önünü açan bir siyasi iklim yaratmıştı. AK Parti ile HDP arasındaki siyasi yakınlaşma müzakere sürecinden rahatsız olan PKK için Kobani üzerinden yapılacak eylemler altın bir fırsat sunuyordu. PKK bu eylemlerle AK Parti Hükümetine büyük hatalar, yani güvenlik kuvvetlerinin sert bir şiddete yönelmesi marifetiyle Öcalan ve HDP’yi müzakere sürecinden vazgeçmeye icbar edecek bir şiddet uyguladı. Böylece siyasi seçenek bertaraf edilecek ve Kürt siyasi hareketinde ağırlık yeniden PKK’ya, yani Kandil’e geçebilecekti.
Öcalan’a rağmen...
PKK’nın bu senaryosu, çeşitli sebeplerle başarılı olamadı. İlk olarak Türkiye’nin son 12 yılda yaşadığı demokratikleşme ve çözüm sürecinin birikimi, AK Parti hükümetini, güvenlik kuvvetlerini ve medyayı PKK’nın beklediği büyük hataları yapmaktan, şimdilik, alı koyduydu. AK Parti Hükümeti ve güvenlik kuvvetleri şehirlerde organize olmuş grupların güvenlik kuvvetleriyle karşı karşıya gelmesine izin vermedi. Yakılan yüzlerce kamu binası, aracı ve saldırıya uğrayan güvenlik güçlerine rağmen bunun başarılması kayda değerdir. Güvenlik güçlerini karşısında bulamayan PKK’nın sokaktaki unsurlarının topluma karşı saldırılarının üzerini örtecek bir sis ve meşrulaştırıcı kalkan ortadan kalkmış oldu. 7-8 Ekim kıyımının geldiği korkunç boyuta rağmen, AK Parti Hükümetinin müzakereleri devam ettirme kararlılığı, Öcalan ve HDP’ye PKK’nın dışında bir seçenek arama imkanı verdi.
7-8 Ekim kıyımının kazandığı boyut karşısında Abdullah Öcalan’ın HDP’ye gönderdiği mesajla sokak eylemlerine son vermeye, şiddete son vermeye çağıran ve AK Parti hükümetiyle müzakerelerin devam ettiğini ilan eden HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın açıklamasından sonra, PKK ile Öcalan-HDP hattında bir ayrışma belirdi. Böylece PKK’nın 7-8 Ekim kıyımındaki siyasi amacı gerçekleşmedi. Müzakere süreci, PKK’nın bu kıyımına rağmen devam ediyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sergilediği performansla öne çıkan ve siyasi seçeneğin temsilcisi olarak temayüz edeceği düşünülen HDP Eşbaşkanı Demirtaş, 7-8 Ekim olaylarında sergilediği performansla kendi performansıyla bağdaşmayan bir tutarsızlık sergileyerek büyük bir itibar kaybına uğradı. Buna karşılık, Öcalan-HDP ile PKK arasındaki farklılaşmayı örtmek ve müzakere seçeneği güçlendirmek bakımından Hatip Dicle ön plana çıktı.
7-8 Ekim olaylarını takiben gerçekleşen HSYK seçimlerinde çözüm sürecine karşı olan ve siyasi alanı asimetrik müdahalelerle vesayeti altına almak isteyen yapının seçimleri kaybetmesi de, demokrasinin, siyasi alanın ve dolayısıyla çözüm sürecinin tahkimi bakımından kaydedilmelidir. HSYK seçimlerini paralel yapı olarak takdim edilen grubun kaybetmesi, yakın dönemde hem hükümete hem çözüm sürecine yönelik yargı kökenli bir problemin çıkması ihtimalini zayıflatmış ve siyasi alanı korumuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti Hükümetinin siyasi gücünün tartışılmayacağı bir siyasi ortam, müzakere sürecinin derinleşmesi bakımından elverişlidir.
PKK sonu ne olacak?
7-8 Ekim kıyımının ahlaki ve siyasi sorumluluğu üzerinde olan Öcalan ve HDP bundan sonra PKK’nın şiddet ve sokak gücü üzerinden pazarlık yollarını denemek yerine, Kürt siyasi hareketinde yakın, orta ve uzun dönemde temel konuları belirleyerek kendi içindeki bir dönüşümle müzakere sürecini devam ettirebilir. Bu durumda Öcalan, HDP ve PKK’yı bekleyen ciddi tartışma konuları vardır. PKK silah bırakarak şiddetten vazgeçerek tamamen siyasi bir harekete dönüşmeyi kabul edebilecek midir? PKK Kürt toplumu içinde kutsal teşkilat olma iddiası yerine rekabet eden siyasi partilerden biri olmayı hazmedebilecek midir? Çözüm sürecinde çözümden kastedilen siyasi bir çözüm mü, coğrafi bir çözüm müdür? Başka bir deyişe PKK demokratik hak ve hürriyetleri mi, kendisinin statüsü ve yöneteceği bir bölgeyi mi talep etmektedir? Eğer amaç Türkiyelilik ise Kürt siyasi hareketi Pankürdizmden vazgeçerek Türkiye dışındaki Kürtlerle ilgisini insan hak ve hürriyetleri çerçevesine oturtabilecek midir?
Türkiye, bütün bu soruların tartışılarak PKK’nın siyasileştiği bir dönüşümün yapılabilmesi için, belirsizliklerin arttığı Ortadoğu coğrafyasından kaynaklanabilecek yeni problemleri denkleme ithal etmeyen bir çözüm sürecinin bir takvim dahilinde hızla ilerleyeceği bir politika belirlemeli ve bunu güçlü bir siyasi iradeyle hayata geçirmelidir. AK Parti Hükümeti Gezi, 17-25 Aralık ve 7-8 Ekim olaylarını kendisine karşı asimetrik mücadelenin tezahürleri olarak görüyorsa, bu mücadelede asıl gücünün hukuktan ziyade siyasetten geldiğini dikkate alarak bu kayıt dışı siyaset hamlelerine asıl olarak siyasi alanı koruyacak ve siyasi alanı genişletecek siyasi hamlelerle cevap vermelidir. AK Parti Hükümeti Kürt meselesi başta olmak üzere siyasi alana yansıyan siyasi problemlerin ardındaki sosyal meseleye yönelecek yeni bir politika geliştirmek durumundadır. Aksi halde siyasi meseleler üzerinden bir alan devşiren örgüt, cemaat, elit vs’nin 7-8 Ekim kıyımında olduğu gibi kendi tabanını ikna etmek ve onlara hesap vermek zorunda kalmadan yaptığı büyük hataların maliyeti AK Parti’ye çıkacaktır.
star/Dr. Murat Yılmaz - SDE Siyaset Koordinatörü