Çağdaş infaz mekânları olan F Tipleri her ne kadar insan öğüten birer değirmen olsalar da bazı hususlarda diğer cezaevlerinden daha iyi imkânlara sahiptir. Örneğin buralarda toprak ve halı saha ayrıca bir de kapalı spor salonu var. Haftada bir buçuk saat aynı koridorda kalan dokuz mahpus beraberce vakit geçirip hal hatır ve kısa sohbetlerin ardından spor yaparlar.

Bu kapalı spor sahası üç dört insan boyunda yüksek ve geniş bir yer. Yüksekte aydınlatma ve havalandırma için kullanılan çok sayıda fener var. Bu pencereler yaz kış açık olduğu için Yusufi mekanların sakinlerinden olan kumru kuşları spor sahasına girer ve uygun yerlerde yuva yaparlardı. Evet birkaç ay öncesine kadar öyleydi.

Lakin bir gün spor sahasına gittiğimizde anormal bir şeylerin olduğunu fark ettik. İçerde bir iki Yusufçuk kuşu oradan oraya uçuyor, pencereye konuyor. Fakat dışarı çıkamıyorlardı. Dikkatlice bakınca cezaevi idaresinin pencerelerinin elek telleriyle kapandığını fark ettik. Kuşlar içeri zemindeki parkeleri kirletmesin diye yapılmıştı bu. İçerdeki kuşları hesap etmedikleri anlaşılıyordu. Kuşları yakalamayı denedik lakin mümkün olmadı. Durumu memurlardan birine söyleyip bir şeyler yapmasını beklemekten başka çaremiz yoktu.

Spor faaliyetimiz öğlenden hemen sonra idi, koğuşumuza döndükten sonra duş alıp ikindi namazını kılmış ve günlük Kur’an-ı Kerim cüzümü okumak için avluya çıkıp okumaya başladım. Ara sıra bir birine seslenen mahpusları seslerinden, kumru kuşlarının ve hızla uçuşan serçe kuşlarının ötüşünden başka bir ses yoktu, ortalık sakindi. Ben ise hafif bir sesle cüzümü okuyordum. Bir ara, bir kumru kuşunun çatıya konup yeniden havalandığını gördüm. Belli ki dikkatimi çekmeye çalışıyordu.

Okumayı bıraktım ve Yusufçuk kuşuna döndüm. Hayal dünyasının kapılarını ‘Efala yenzuru, efela ye’kilu ve efela yetefekkuru” gibi ayetlerin sırrınca açtım. Yusufçuk alakamı fark edince gelip karşıma kondu. Baktım dertli, tasalı ve hüzünlü bir hali var.

Derdinin ağırlığından kanatları yerlerde sürünüyordu. Gönlü daralıyor, nefes almakta zorlanıyordu, guguklarken şişip inen guddesi bur yumru gibi kala kalmıştı. Çaresiz ve umutsuz bir hali vardı. Manzara yürek yakan cinstendi. Derdini derdim bilip sordum.

- “Hayırdır bu ne hal Yusufçuk?” dedim. Dedi ki;

- Başımda öyle bir dert var ki şu karşıki taşlara verilse dağılıp parçalanırlar. Şu ırmakların damarları çekilir de kururlar. Denizler susuz kalıp tuza dönerler. Bendeki dert şu yemyeşil ağaçlarda olsa yapraklarını döküp kurumuş çalıya dönerler. Şu mümbit topraklar uğradığım musibet karşısında kuraklaşır çölle döner. Rüzgârlar derdimi bilseler başlarını dağlara taşlara vura vura feryat edip savrulurlar. Ben çocukları ihtiyarlatan derde düştüm. Benim derdim taşımaya İbrahim(as)’ce iman, Eyyub(as)’ca sabır gerektir. Yakub(as)’ın gözlerine aklar düşüren musibete uğradım.

-“Bu nasıl oldu ne zaman?” dedim. Dedi ki;

- Kısa olmayan bir zamandır. Belki iki gün, kafes telleri ördüler de eşimi spor sahasına hapsettiler. Çaresiz çırpınır durur orada.

Hüzünden kederinden yüreğinin parçalanmasından korkarım. Özgürlüğe aşık, gökyüzü kadar geniş yürekler dört duvar arasına, demir parmaklıklar ardına hapsedilir mi? Özgür kuşlara uçmak suç olur mu? Nurdan yüzler karanlık insaflara terkedilir mi? Şu aciz halimle bir kaç damla su, bir darı tanesi taşır da ölümüne engel olmaya çalışırım. Her fırsatta ona koşar teselli eder, geniş gökyüzünden yüksek dağlardan yemyeşil bağlardan bahçelerden ona haber getiririm. Hiç umutsuz olur mu?

- “Peki, bu ne kadar sürer çaresi nedir?” dedim. Dedi ki,

- “Bu durum o özgür kalana veya ben bu uğurda ölene kadar sürer.

"Çaresi bu zulme sebep olanların vicdanlarına sormasıdır. Gömlekleri sırtlarından yırtılmış Yusuflara bilerek bu zulmü reva gören azizlerin de günahtan vaz geçme vakti gelmedi mi? dedi. Dedim ki;

- Acın büyük bilirim. Yaşadıkların, dualarımın en seçkin yerinde olacaksın. Her yakarışımda seni de anacağım buruk yüreğimle.

Derken Yusufçuk kuşu havalanıp gitti, ardından çaresiz bakakaldım. Hayal kapısını kapatıp hakikate dönünce bu olayın bana bir şeyleri hatırlattığını gördüm. Zira ben öyle kahraman eşler öyle yiğit bacılar bilirim ki, onlar en az yolunu bekledikleri Yusuflar kadar cesur ve yüreklidirler. Kimileri yirmi yıldan fazladır Yusuflarının yolunu beklerler sabır ve izzetle. Yusufların geride bıraktığı evlatlarına hem analık hem de babalık yaparlar. Bir evlada babasızlığın acısını hissettirmek gibi ağır bir yük taşırlar omuzlarında. Onlar yıllardır sabır ve sadakatle zindan kapılarını aşındırır. Yüzlerce kilometrelik yolları kat ettiler. Davaları uğrunda meşakkat çeken Asiye’ler, Meryem’ler, Fatıma’lar gibidirler. Hüseyin’in davasını omuzlayan Zeynep misalidirler. Bu fedakarlıkları minnetle anılmalı övgüyle söz edilmelidir. Rabbim ecirlerini kat kat versin. Selam ve dua ile.

AKAN AYÇOBAN
ADANA F TİPİ KAPALI CEZAEVİ