Hak ve özgürlükler, ırki ayrımcılık, baskı, yok sayma, ikinci sınıf vatandaş muamelesi vs... Bunların hepsi bir yana, müslüman Kürt halkının önünde kesin ve keskin bir yol ayrımı var. Ancak önce, bu olayların neyi gösterdiğine bakalım. Şunları gösterdi:

Kürtlerin hakları için savaştığını iddia eden PKK’nın, “müslüman Kürtler”i öldürerek, Türklerden ayrışmaları halinde Kürtleri nasıl bir geleceğin beklediğini... Kurulmak istenen PKK Kürdistanı’nda müslüman Kürtleri bekleyen geleceğin; taşlanarak, başı ezilerek, yerde sürüklenerek, yakılarak, araçla ezilerek, binadan atılarak katledilmek olduğunu... Mütedeyyin Kürtleri ve kanaat önderlerini engel olarak gören PKK’nın, fırsatını bulduğunda müslüman Kürtleri öldürerek tasfiye edeceğini... Kürtler için PKK’nın kuracağı gelecekte İslami duyarlılıklara sahip olan Kürtlere yer olmadığını... Müslüman Kürtlerin saf dışı bırakılacağını, bölgeden göçe zorlanacağını, direnenlerin öldürüleceğini... Bunlar yapılırken vahşette sınır tanınmayacağını...

İşte bu acı gerçekler, müslüman Kürt halkını iki seçenekten birine zorunlu kılıyor ve hakikaten,“neye lâyıksanız öyle idare olunursunuz” ilahi hükmünün bir kez daha gerçekliğini gösterecek bir yol ayrımına işaret ediyor.

Yine Kobani olayları vesilesiyle, “çözüm süreci”nin, asayiş güçlerinin Güneydoğu’daki otoritesini, etkinliğini yitirmesine yol açtığını gördük. “Bölge halkının güvenliğinin, adeta PKK teröristlerinin insafına terk edilmiş görüntüsü verdiği”ni de... Güvenlik zaafiyetinin had safhaya çıktığına, devletin otoritesini neredeyse yitirmek üzere olduğuna şahit olduk. Güvenlik güçlerinin olaylara müdahalede yetersiz kalacak kadar zayıfladığına ve alan kaybettiğine de...

Hal böyleyken, Hizbullah’ın mensuplarına yaptığı “kendinizi savunun” uyarısı, vatandaşın can ve mal güvenliği endişesine düştüğünü gösteren önemli ve kritik bir durum olarak kendini gösteriyor. PKK’nın, özellikle de Hüda-Par, Mustaz’af-Der ve bunlara yakın kuruluşları ve kişileri açıkça ilan ederek hedef seçmesi, “kendinizi savunun” uyarısının nasıl bir uygulamaya varacağına işaret niteliğinde. Tabiî ki böyle bir durum, “barış beklenirken daha büyük bir savaş ateşini tutuşturacak kritik eşik” olarak kendini gösteriyor.

Aslında bu olaylar, hakikatlerin anlaşılması bakımından “geleceğe dönük bir hayr”ı da barındırıyor. Zira, bir yandan müslüman Kürtler için hakikatler ayan beyan ortaya döküldü, bir yandan da müslüman Türkler için, “Kürt kardeşler”inin neyle karşı karşıya olduğunu, yoruma mahal bırakmamacasına gösterdi. Yine Devlet cenahına da, bu köşede yıllardır yazdığım bir hakikati, “müslüman Kürt halkının temsil gücünün sadece PKK’da olmadığı”nı, Kürt halkını PKK’nın insafına terketmenin doğru olmadığını ispatladı; Hizbullah, Hüda-Par vb. Kürt örgütlenmelerinin de “barış süreci”nde dikkate alınması gerektiğinı gösterdi.

Semeresini görmeye de başladık. Nitekim Akil İnsanlar Heyetinden bir grup, Hüda-Par ile görüşmeye karar verdi. Başbakan Davutoğlu, PKK için açık ve net olarak, benim bu köşede yıllardır söylediklerimi tekrarladı; “bu örgüt Kürtlerin tek temsilcisi değildir” dedi. Sonra da,“artık Kürtler adına verilecek kararlarda PKK harici yapılanmalara da yer verileceği”nin sinyallerini şöyle verdi: “Kürt sorunu diye bir sorun tanımlanıyorsa, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki, hatta İstanbul’daki, Konya’daki, ....bütün Kürt kardeşlerimizin söz söyleme hakkı vardır.” Sonra da, esaslı tanımlamayı yapıverdi: “Bu örgüt (PKK) en büyük zararı Kürt kardeşlerimize veriyor!”

Demek ki bu acı olaylar, hakikatlerin anlaşılması gibi bir hayra vesile oldu. Şimdi müslüman Kürt halkı iki şeyden birine karar vermekle karşı karşıya:

1- Ya örgütsel planda PKK’nın malı, politik olarak da HDP’nin seçim malzemesi olacak ve “Kemalizm”den kurtulayım derken daha beteri olan “Apoizm”in tasallutuna maruz kalıp, hem dinine-diyanetine göre yaşama hakkını kaybedecek, hem de bir 100 yıl daha özgürlük yüzü göremeyecek;

2- Ya da örgütsel planda “Hizbullah” gibi “İslami oluşumlar”ın mensubu, politik olarak da Hüda-Par’ın tabanı olacak ve “Türk-Kürt kardeşliği”ni tesis ederek tüm özgürlüklere birlik ve beraberlik içinde ulaşılmasına katkı sağlayıp, “müslümanca” yaşabileceği “özgür gelecek”ini inşâ edecek.

Yaşananlar, bugün için müslüman Kürt halkının bu iki seçenekten birine karar vermesini zorunlu kılıyor. Zira, terör örgütü PKK’nın politik uzantısı olan HDP’nin çağrısıyla sokağa inen PKK/HDP çetelerinin, Kürt halkının yoğunluklu olarak yaşadığı bölgenin tümünü ateş çemberinin içine sürüklediğini gördük. Bu ateş çemberinin, özellikle de bölgedeki mütedeyyin Kürtleri yaktığına şahit olduk.

Bakalım insanlar “ırki yaklaşım”la köleliği mi tercih edecekler, yoksa hepimizi bir araya getirecek ve eşit kılacak “İslami duyarlılıklar”a sarılıp, “birlikte özgür olmanın yolları”na mı koyulacaklar?

Neye lâyıksak öyle idare olunuruz, değil mi?